Noel Baba'yı Tanıyan Çocukluk..


Dört ile altı yaş arasındaki binlerce çocuğun hemen hepsi Noel Baba'nın kim olduğunu biliyor da "Peygamberimizin adı nedir?" sorusuna cevap veremiyorsa, eğitimcilerden önce Müslüman anne babaların kendilerini hesaba çekmesi gerekiyor..

Bizler, Müslümanlığı eylemlerimizle değil de ağzımızla yaşamaya alıştırılmış bir nesiliz.. Eylemlerimizle değil de ağzımızla İslam'ı yaşayan insanlarız.. Her zaman, her konuda olduğu gibi, konu "din" olunca da sadece konuşuyoruz.. Bizleri "Ağız Müslümanı" yaptınız, eyvallah da, bırakın hiç değilse, yeni nesil "sözde" değil "özde" Müslüman olsunlar..

Yıllık İzin Notları.. (5)



Yıllık iznimin beşinci gününde ;


-- Yıllık iznimin son gününde, yine erken uyandım.. Duş ve kahvaltıdan sonra cuma namazını eda ettim..


-- Dışarıda basit ve minik bir işimi hallettikten sonra Eyüp Sultan'a doğru yola çıktım.. Akşam ve yatsı namazını Eyüp Sultan'da kıldım.. Yağan yağmurun altında epeyce bir yürüdükten ve iççamaşırıma kadar ıslandıktan sonra evin yolunu tutmak için otobüse bindim..


-- Ve böylece yıllık iznimi bitirmiş oldum.. Dürüst olmak gerekirse, gayet güzel, keyifli, sosyal bir yıllık izin dönemi geçirdiğim için mutluyum.. Rabb'e şükürler olsun..






Yıllık İzin Notları.. (4)



Yıllık iznimin dördüncü gününde ;


-- Sabah erken kalktım.. Güya, dün, doktorun söylediklerini anneme aktarmış ve bugün diyete girmiştim.. Sabah, patates kızartması yapıldığını gördüm.. Haliyle boğazıma engel olamadım.. Annem olduğu sürece, benim diyet işi yatar; kolestrol de alır başını fezaya çıkar..


-- Birkaç basit iş yapmak üzere işyerine gittim.. Bir veya iki saate yakın çalıştıktan sonra eve döndüm.. Birkaç poşeti eve bıraktıktan sonra Kadıköy'e gitmek için otobüs yolculuğuna başladım..


-- Öğleden sonra saat üçte buluşmak için anlaşmıştık ama ben her zamanki gibi biraz geç kaldım.. Daha doğrusu Kadıköy'e erken gittim ama işlerimi bitiremediğimden 15-20 dakika kadar geç gittim buluşma yerine..


-- Buluşma yerine gittiğimde, cilekkizingunlugu.blogspot.com ve hamiyetakan.blogspot.com e-günlük sitelerinin sahibeleri olan iki güzel yürekli insan oturmuşlardı.. Aralarına katıldım.. Yaklaşık 10 dakika sonra da Firdevs bizlere eşlik etti..


-- Neden Kadıköy'de buluştuğumuzu hiç kimse bilmiyordu.. "Buluşalım" demişiz ama kimse buluşacağımız yerin "Kadıköy" olması gerektiğini söylememiş.. Benim anladığım kadarı ile durup dururken Kadıköy'de buluşmuşuz.. Veya hatırlamasam da ben dile getirmişim Kadıköy kelimesini..


-- "Kızların arasında kızılcık" olma fikrinin iyi olacağını düşünmüştüm ama nedense herkesin feminist damarları üzerinde idi; canı sıkılan bana sataştı.. Neyse ki, ben,zeki, çevik, aynı zamanda az buçuk ahlaklı olmamın yanı sıra, insanların hicivlerine alışık, kendiyle barışık biriyim de bana sataşanlara cevap vermeyerek, büyüklüğün bende kaldığını kendilerine ispatlamış oldum..


-- Hamiyet, hepimize birer hediye getirerek, hem bizleri utandırdı, hem de sahiden mutlu etti.. Firdevs, bana, at resmi yapacağını söyledi.. Ben armut istedim.. Nasıl pazarlık yaptıysak, muhafazakar bir resimde anlaştık.. Hediye işinde bile pazarlık yapacak kadar karaktersiz olduğumu da kanıtlamış oldum.. Çilek Kız ise, sağolsun, benim tahlil sonuçlarımı değerlendirmekle meşguldü.. Doktorum D vitamini eksikliği olduğunu söyleyerek ilaç vermişti ama Çilek Kız inatla D vitamini eksikliğimin olmadığını söylüyor.. Benim tahlil sonuçlarını internette o kadar çok araştırdı ki; şuan bir doçent doktor kadar bilgi sahibi olduğuna eminim..


-- Pazartesi günü kan vermem gerektiğinde, hemşire kolumda damar yeri bulamadığından, elimin üstünden kan aldı.. Nedense aradan 3 gün geçtikten sonra elimin üzerinde hafif kızarıklık oldu.. Her beş dakikada bir, kızlara kan alınan yeri ve kızarıklığı gösterdim.. Artık o kadar abartmışım ki; "kedi kendi poposunu görmüş... " ile başlayan deyimlerle benimle alay etmeye başladılar.. Ayrıca erkeklerin ağrıyı-sızıyı çok abarttığını da söylediler.. Ben, kendilerine gereken cevabı, bu yazıda verirdim ama yorumsuz yazmaya, sadece olanı-biteni anlatmaya kararlı olduğumdan, söylediklerini sineye çekeceğim..


-- Saat 15'ten 19'a kadar beraber oturduktan sonra ayrılma vaktinin geldiğini anlayarak, ayaklandık.. Evli evine gitti, köylü köyüne.. Ben, vapur ile Eminönü'ne geçtikten sonra, denize karşı biraz oturdum ve sonrasında eve doğru yol almaya başladım..


-- Eve geldiğimde saat 10 olmuştu.. Güya diyetteyim ama annem kadın, "nohut ve pilav olduğunu" söyledi.. O saatte bir tabak nohut, bir tabak pilav, bir kase yoğurt ve yarım ekmek yedim.. Doksan kiloluk bir öküz oldum.. Ki zaten burcum da "öküz burcu" imiş..

Yıllık İzin Notları.. (3)



Yıllık iznimin üçüncü gününde ;


-- Güne pek iyi başladığımı söyleyemem.. Dün gece, nedense, gözlerim dolu dolu girdim yatağa.. Epeyce bir zaman dilimi boyunca, yatakta, sağa-sola döndüm, durdum.. Bilmem hangi saatte, kendimi uykuya teslim ettim.. Sonrasında gözümü güneş ile açtım.. Durgun uyandım, durgun kahvaltı ettim, durgun üzerimi giyindim.. O durgunlukla evden çıktım.. Sanki yirmi tonluk bir ağırlık üzerimde imişçesine yürüdüm..


-- Hastaneye gitmek için dolmuş beklerken; bir araba yanıma yanaştı ve hastanenin yolunu sordu.. Oraya gittiğimi, isterse beraber gidebileceğimizi dile getirdikten sonra arabaya bindim.. Genç bir arkadaş, yengesinin her an doğum yapabileceğini, ani bir durumda yol bulmakla uğraşmanın yanlış olduğunu düşünerek, şimdiden hastanenin yolunu öğrenmek istemiş.. Doğru bir düşünce içinde olan bu genç ile beraber hastaneye kadar geldim..


-- İki gün önce verdiğim kan testlerinin sonuçlarını alarak doktora gösterdim.. Terlememin nedenini bulamadı ancak D vitamini eksikliği olduğunu, belki bu yüzden terlediğimi, bir ilaç yazacağını, bir ay boyunca süt ile birlikte bu ilacı kullanmam gerektiğini, bir ay sonrasında tekrar kendisine gelmemi tembihledi.. Eğer terlemem geçmemişse, başka yollar arayacağını dile getirdi..


-- Kan testlerimden çıkan sonuç, sadece D vitamini eksikliği değil ne yazık ki.. Kolestrolüm fazla imiş.. 200 olması gerekirken, 245'e çıkmış.. Doktor, şimdilik ilaç ile tedaviye gerek olmadığını ancak diyet yapmam gerektiğini dile getirdi.. Sürekli patates kızartması ve yağlı şeyler yediğimi dile getirince, "Hemen diyet yapmakta fayda var" dedi..


-- Doktor, sigara içip-içmediğimi sordu.. İçmediğimi söyledim.. Tekrar sordu, tekrar içmediğimi söyledi.. Kan değerlerim normalden fazla imiş; bu durumun da sigaradan kaynaklandığını söyledi.. Ben içmediğimi, ancak işyerinde herkesin içtiğini dile getirdim.. Bu duruma bir çözüm bulmam gerektiğini söyledi ancak ben yasak olmasına rağmen müdürlerin sigara içtiğini, onlara karşı gelmemin zor olduğunu ifade ettim ama bu durumun böyle gitmemesi gerektiğini ve sağlığımı olumsuz etkilediğini dile getirdi.. Bakalım ne yapabileceğim bu konuda..


-- Hastane sonrası Maltepe'ye gitmek için yola koyuldum.. Kadıköy'e kadar kolay geldim ancak sonrasında trafiğin çok yoğun olduğu bir yola girdik.. Ben, erken gideceğimi umarken, tam zamanında Maltepe'ye vardım ve orada yenilerkendinihayat.blogspot.com e-günlük sitesinin sahibesi olan hanımefendi ile tanışma kısmetine nail oldum.. Daha önce kendisi ile hiç görüşmemiştik.. Benim teklifimi, sağolsun, geri çevirmedi ve benimle buluştu.. Gerçi Maltepe neredeyse Hakkari kadar uzaktı ama yine de hanımefendi ile tanışmış olmak, yolun uzunluğunu unutturdu..


-- yenilerkendinihayat.blogspot.com e-günlük sitesinin sahibesi hanımefendi ile buluşmadan önce telefonda kısa bir konuşma yaptık.. Ben, ince sesli, kısa boylu, bir mini minnacık kız çocuğu beklerken, zat-ı muhterem, dolgun sesli, nerede ise benim boyuma yakın uzunlukta bir boya sahip, dünya tatlısı bir kız çocuğu çıktı.. Hani her insan bir romandır, denir ya; hanımefendi de anlattıkları ile kendisinin bir roman olduğunu göstermiş oldu..


-- Bana "abi" diye hitap eden bir insanın hayatımda olması hoşuma gitti.. Daha önce tanıştığım biri de benim ricam üzerine "amcabey" diyordu.. Bir de "dede" diye hitap eden olursa; tam olacak..


-- Yarın, nasip olursa, Kadıköy'de, öğleden sonra, Çilek Kız, Firdevs, Hamiyet üçlüsü ile buluşacağım.. Gelirse bir kişi daha.. Belki birkaç kişi daha gelmek ister; buyursun, gelsinler.. O kadar hatun kısmının olduğu yerde, olsa olsa, erkekler, makyaj, giysiler, burçlar ve buna benzer konular konuşuruz.. Nasip olursa, yarın, kızların içinde kızılcık durumunda olacağım ki; en sevdiğim durumdur..


-- Hiç alışık değilim ya; birkaç gündür, duygularımı katmadan yazılar yazıyorum.. Sadece olanı-biteni anlatmaya çabalıyorum.. Bu durum hiç bana göre değil ha..! Sanki ben değil de biri benim ağzımdan yazıyormuş gibi hissediyorum.. Duygusuz yazıları hiç sevmedim, sanırım hiç de sevemeyeceğim.. Ancak arkadaşlarımla buluştuğum zaman, duygulara fazla yer vermenin, zaman zaman olumsuz sonuçlar doğurduğunu gördüğümden, böyle duygusuz yazılar yazmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.. Evet evet ben düşünebiliyorum.. Ey büyük Allah'ım, şükürler olsun sana, ben düşünebiliyorum..














Yıllık İzin Notları.. (2)



İznimin ikinci gününde ;


-- Doktor Hanım ile buluşmak için saat dokuzda ayaklandım.. Esasında Doktor Hanım ile görüşmek için bir gün önce telefonda konuştuk ancak kendisi pek görüşme taraftarı değildi.. Ben, bir şekilde ikna etmek için uğraştım ama ikna olmayacağını anlayınca, kendisinin, bana, yıllarrr yıllarrr evvel bir yemek sözü olduğunu hatırlattım ve bu hatırlatmadan sonra kendisi benimle buluşmaya mecbur kaldı.. Bu sebeple kararından dönmesinden korkarak,  erkenden uyandım; kısa bir duş ve sonrasında iki dilim ekmek ve birkaç dilim peynir yedikten sonra yola koyuldum..


-- Eyüp Sultan'da buluşmak için karar vermiştik ama yolda iken kendisi telefonumu çaldırdı.. Ben, "işi çıktığını" dile getirecek ve buluşmanın iptal olacağını söyleyecek diye korktum ama korktuğum gibi olmadı.. Kendisinin, bir iş sebebiyle Gaziosmanpaşa'da olduğunu dile getirdi. Benim de oraya gelmemi isteyince, daha önce hiç gitmediğim Gaziosmanpaşa'ya gittim..


-- Gaziosmanpaşa Merkez Camii'nde öğle namazı kılma kısmetine nail oldum ve bu durumdan ziyadesiyle mutlu oldum.. Bir vakit namazı idi ve camii tamamen dolu idi.. Bir vakit namazında, bir camiinin tamamen dolu olması o kadar güzel bir durum ki.. Allah, oranın cemaatinden razı olsun..


-- Doktor Hanım, kısa süren işini bitirdikten sonra beraber otobüs ile Eyüp Sultan'a geçtik ve kendisi bana yemek ısmarladı.. Allah kazancına bereket versin; karnımızı doyurma esnasında, bana göre olumlu bir sohbet ettik.. Daha doğrusu ben uzun zamandır sormak istediğim sorular sordum ve kendisi de bana gayet içten cevaplar verdi..


-- İkindi namazının hemen öncesinde, Doktor Hanım, işyerine geçmek zorunda olduğunu dile getirince, ayrıldık.. Ben, benimle biraz daha kalır diye düşünüyordum.. Böyle birden ayrılmak isteyince, ne yalan söyleyeyim; bir daha benimle hiç buluşmayacağını düşündüm ve sonrasında bunu teyit etmek için mesaj çektim ama bu durumun benim korkum olduğunu söyleyerek, böyle bir niyetinin olmadığını dile getirdi.. Böylece yüreğime su serpmiş oldu..


-- İkindi namazını Eyüp Sultan Camii'nde eda ettikten sonra biraz yürüdüm ve sonrasında otobüs ile eve döndüm..


-- Çok güzel bir yıllık izin günü idi.. Çok ama çok özlediğim bir insanın gözlerine bakabilme kısmetine nail oldum bu izin günü sayesinde..


-- Mümkün olduğunca, yorum ve duygu katmadan yazıyorum yaşadıklarımı.. Ancak bir durumu Doktor Hanım'a belirtmeden geçemeyeceğim.. : Sevgili Doktor Hanım, hani "Neden olmuyor..? " sorusuna verilen cevaplar vardı ya; emin olun ki, o sayılan cevaplar kesinlikle doğru, haklı, geçerli cevaplar.. Ama yine emin olun ki; kalpte bir his olaydı, tüm bu söylenilenlere rağmen "olmazlar" "olur" olurdu.. Kalpte his olmayınca, "olmazlar" kendilerine kılıf arıyorlar, hepsi bu.. Daha doğrusu, kalpte his olaydı, "şu sebeple olmaz" dediğimiz şeyler, nedensiz bir şekilde kendilerini "olur olur.. Hallederiz.. Aşarız.. Düzeltiriz.. " gibi umutvari cümlelere bırakırdı..


 

Yıllık İzin Notları..



2014 yılı bitmeden, kalan bir haftalık yıllık iznimi kullanmak üzere, bugünden itibaren izne ayrıldım..


İznimin birinci gününde ;


-- Sabah erken kalkıp, neden çok terlediğimi bulmak üzere, Duygu'nun da tavsiyesi ve yol göstericiliği ile doktor yolunu tuttum.. Neden terlediğimi bulmak için dört tüp kan aldılar.. Çarşamba öğleden sonra kan sonuçlarını verecekler.. Sonrasında doktora göstereceğim.. İnşaallah hiç değilse yüzümün sürekli terliyor olmasından ve ter damlalarının şıp şıp diye yere akmasından bir nebze kurtulacağım.. En azından umudum o yönde..


-- Doktor sonrası eve geldim.. Hastaneye aç gittiğimden dolayı, bir şeyler atıştırdım.. Sonra birkaç belge alarak dışarı çıktım.. Yurtdışındaki ağabeyim, Türkiye'de emekli olmak istiyor.. Yurtdışındaki çalışmalarını göstererek, belli bir miktar para yatırmak ve neticesinde emekli olarak hiç değilse bir küçük güvence altında olmak istiyor.. Onun bu isteğinin peşinde koşmak için Bağcılar'a gittim ancak, yurtdışından gönderilmesi gereken bir evrak olmadığından, ağabeyimin işi olmadı ne yazık ki..


-- Bağcılar'dan, Kadıköy'e geçtim.. Pek değerli ve uzun zamandır görüşemediğim arkadaşım, sevgili menenjitli.blogspot.com e-günlük sitesinin sahibesi ile görüştük.. Kendisinin et ile pek ilgisi olmadığından, İskender kebap yiyemedik ama her zaman gittiğimiz Otantik Cafe'ye giderek, çay yudumladık.. Ben, açlığımı bastırmak için bir tost yedim ama bir tost ile benim açlığımı bastırmak ne mümkün..! Yine de sohbet hoş olunca, açlık da güzel oluyor ve tabii çay yudumlamak da..


-- Geri dönüş için vapura bindim.. Çay içerken, arkadaşıma, Şehr-i İstanbul'dan kaçasım var, demiştim ama vapura ne zaman binsem, Şehr-i İstanbul'a olan sevdam körükleniyor.. Bu denli güzel bir şehirde yaşadığım için Rabb'e şükrediyorum..




Çok Oku, Az Beğen..



     Kitap tavsiye ediyorlar.. "Harika kitap, mutlaka oku! " diyorlar.. Okuyorum, beğenmiyorum.. Beğenmediğimi söyleyince de kitaptan anlamadığım söyleniyor.. Hayır, asıl anlamayan kendileri.. ! Kırk yılda bir kitap okuyorlar, okuduğunu da harika sanıyorlar..

     İnsan, okudukça daha az beğenir.. Daha çok hicvetmeye, mantığını daha fazla kullanmaya başlar.. Kitaptaki yanlışlıklar daha çok belirginleşir.. Okudukça anlarsın, kısa cümlelerin en güzel anlatım şekli olduğunu.. Okudukça anlarsın, -
bu cümle uydurukçusunun yaptığı gibi- sürekli kullanılan devrik cümlelerin kitabı çekilmez hale getirdiğini..

     Okuduğun her kitabı "harika", tanıdığın her insanı "mükemmel" olarak sıfatlandırırsan, bu durum, onların, harika veya mükemmel olduğunu değil, senin eksikliğini gösterir..



Yalnızım, Artık Hiç Kimsem Kalmadı..



<Çocuk> :  Ağabey, evlenme teklifini nasıl ettin Nermin Abla'ya..?

Selim : Ben etmedim, o etti.. Eeeee yakışıklıyı bulmuş, kaçırır mı..?:))

Nermin : Hadi ordan be.. Seni ben almasam, kimse almazdı.. Şükret Allah'a ki beni çıkardı karşına..

<Çocuk> : Yahu dalga geçmeyin.. Almayayım şimdi elime 43 numaralı terliğimi..

Selim : Hazindir benim evlenme teklifim <Çocuk>.. Üzüntü verir..

<Çocuk> : Merak ettim şimdi..

Nermin : Biz Selim ile çıkmaya başladıktan 4 ay kadar sonra Selim'in babası vefat etti.. Aradan 5 veya 6 ay kadar geçmişti ki...

Selim : 6 ay..

Nermin : Aradan 6 ay geçmişti ki, toprağı bol olsun, Selim'in annesi de kocasının yokluğuna dayanamadı ve vefat etti.. Ben o zaman Almanya'daydım.. Annesinin vefat ettiğini ikindi saatlerinde öğrendim.. Bayram üzeri idi sanırım, aynı gün uçaklarda yer yoktu.. Ertesi gün akşam saatlerinde bir uçakta yer buldum.. Gece saat 11 gibi Selim'in evine gelebildim.. Kapıyı açtı.. Beni gördü.. Gözleri doldu.. Sarıldı.. Hıçkırarak ağlamaya başladı.. "Kimsem kalmadı.." dedi.. "Artık hayatta tamamen yalnızım.. Hiç kimsem kalmadı.. Beni bırakma, eşim ol.." dedi.. Yaklaşık 15 dakika, kapıda iken sarıldık birbirimize.. Ağladık.. Ağladık..

     Şimdi 7 yıllık evliyiz.. Ve Allah'a şükür her şey yolunda gidiyor.. Birbirimize sarılıp ağladığımız o günden sonra Allah bizleri ağlatmadı.. Valla kel ve göbeklidir ama seviyom ben kocamı ya.. :)



Bekliyorum Seni..



Pencerenin gerisinden seyrettiğim gökyüzü şahittir ki bekliyorum seni..
 
Elime aldığım kalem ile yazamadığım cümleler şahittir ki bekliyorum seni..
 
Onaltı yaşından otuziki yaşına kadar geçirdiğim günler şahittir ki bekliyorum seni..
 
Sabun köpüğü, gül kokusu, sarılarak uzandığımız o yatak şahittir ki bekliyorum seni..
 
 

Yorgan Sarılmaları..


İçimdekileri anlatacak bir kalem gücüne sahip değilim.. Gönül isterdi ki; benim gözlerime bakıp, içimdeki herşeyi anlasın insanoğlunun biri ve anlatsın benim yerime tüm dertlerimi..

...Yine de bilinsin istiyorum; uyuyamıyorum.. Yatakta sağa-sola dönmekten, her defasında yorgana sarılmaktan bıkkınlık geldi.. Neden, hiç sebep yokken, gecenin bir yarısı, yorgana bir damla gözyaşı bırakıyorum ben..? Sebep ne, sebep..? Nedir o gözyaşının akmasının sebebi..? İnanın, hiç bir sebep bulamıyorum ağlamak için.. Ama ağlıyorum işte.. Hem de gecenin bir yarısı.. Herkes  uykuda iken...


Daldan Dala..

Yeniden daldan dala atlama zamanı geldi sanırım..


  • Yoğun geçen iki haftanın neticesinde, dün akşam itibariyle Murt'u evlendirmiş bulunmaktayız.. Allah, eşiyle birlikte, mutlu, huzurlu ve içinde çocuk cıvıltısı olan bir hayat versin inşallah..
  • Murt sayesinde ilk kez nikah şahidi oldum.. İnsanın tek dostunu kendi elleriyle bir başka insana teslim etmesi ne tuhaf..
  • Biliyorum, bizim için artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.. Murt hep eşini ön plana çıkaracak.. Görüşmelerimiz zamanla azalacak.. Yine birbirimizi seveceğiz belki ama eskisi kadar beraber gezemeyeceğiz.. Eskisi kadar çok görüşemeyeceğiz..
  • Kendimi hep yalnız hissediyordum ya; işte bu sefer cidden ve tam anlamıyla yalnız kaldım.. Üzülmüyorum, hayır, benden üç yaş büyük olan, otuzbeş yaşına gelmiş adamın evlenmesi, çocuk sevgisi yaşaması lazımdı ve bu durumdan dolayı ziyadesiyle mutluyum ama bencil tarafım da kıskanıyor işte..
  • Bir evlilik olayının ilk kez bu denli içinde bulundum.. Haliyle çok ama çok ama çok daha fazla korktum evlilikten, yaşananlardan, stresten, maddi konulardan.. Tüm kalbimde duam odur ki : Allah yeni evlenenlere ve evlenmek niyetinde olanlara yardım etsin.. Sahiden zor bir şey..
  • Neyse.. Bize düşen, Murt'a ve eşine ömür boyu mutluluk dilemek.. Allah onları iki cihanda da mutlu kılsın inşallah..
Daldan dala atlamak, Murt'un evlilik konusu ile sınırlı değil tabii ki.. Devamı var..


  • Bir önceki yazımda, "Bana hayal kurduran kadınları seviyorum.." demiştim ya, evet sahiden bana hayal kurdurabilen yetenekteki kadınları seviyorum ancak bu kadınların doğru kadın olması, atide yaşayabileceğim olumsuz durumların önüne geçmesi bakımından çok önemli.. Keşke bana hayal kurdurabilen kadınlar, benim için doğru kadınlar olsalar da üç-beş gün değil de atide sürekli hayal kurabilmeye devam etsem.. 
  • Bir insan, görmek istediğini belirttiği, özlediğini söylediği, bir başka insanı görmek için zaman ayırmaz, çaba sarf etmez mi Allah aşkına..? Ben, görmek istediğim, özlediğim insanları görebilmek için sahiden uğraşıyorum.. Herkes böyle değil midir, yoksa özlem hissi sadece ağızla söylenen, kalben hissedilmeyen bir olay mıdır..?
  • Murt'un evlilik olayı ve kış mevsimine girilmesi sebebiyle faturalarım epeyce bir kabardı.. Şükür aç veya açıkta değilim ama her ay faturaları düşünmek de can sıkıcı bir durum.. Bir ay da, aysonunu düşünmeden gönlümce yaşayabilmeyi arzuluyorum.. Hiç öyle bir zaman dilimi gelmeyecek mi acaba diye de korkmuyorum değil..
  • Düğünlerde halay çekmişliğim vardır ama tek oyun oynamayı bilmem.. Murt'un düğününde yine tek oyun oynamadım ama her zaman bir kez halay çekerken, bu defa birkaç kez halay çektim.. Bir kez de yeğenimle dans ettim.. Sırf dans etmem bile benim için başlı başına bir devrim niteliğindedir..
  • Şükür işyerinde sigara içilmesi hariç herşey yolunda.. Ancak Şehr-i İstanbul'dan kaçasım var.. Ama tek kaçmak istiyorum.. Canımdan çok sevdiğim annemin veya babamın bile benimle gelmesini istemiyorum.. Aydın, İzmir, Tekirdağ, Balıkesir gibi denizden uzak olmayan şehirlere taşınmak ve yeni bir hayata başlamak istiyorum.. Kim bilir belki bu defa giderken mutsuzluklarımı yanımda götürmem ve otuzüç yaşıma az zaman kala mutluluğu yakalarım..
  • Geçen gün, Şehr-i İstanbul'un en sevdiğim ilçesi olan Kadıköy'de, işimle ilgili bir günlük eğitim vardı.. Eğitimi, ayrı zaman dilimleri içerisinde üç uzman verdi.. İlk iki uzmanın söylediklerini az çok anladım da, son eğitmenin söylediklerinden hiç bir şey anlamadım.. Son eğitimi veren kişi, esmer, kısa saçlı, burnu hızmalı, kara-kuru ve çok da uzun boylu olmayan bir hatun olunca, hatuna bakmaktan söylediklerini zerre kadar anlayamadım.. Ne güzel bir kızcağızdı.. Allah sahibine bağışlasın, benim hayallerimdeki hatunun, yüzde yetmişbeş oranında kana-cana gelmiş haliydi.. İnsan, yüzde yetmişbeşlik hayalini karşısında görünce, eğitimde anlatılmak istenilenleri de pek anlamıyor doğrusu..
  • Önemli günlerde bir işe yaramamak çok acı verici.. Murt'un düğününde bir işe yarayabilirdim ama ehliyetimin olmaması, yine başkalarına el açmamın sebebi oldu.. Yine başkalarının yönlendirmesini beklemek zorunda kaldım.. Bu durum o kadar fena ki; her önemli olay olduğunda, kendimi işe yaramaz hissediyorum.. Yapabilecekken, engelli olduğum için ehliyet verilmemesine çok içerliyorum ya; sabretmekten başka bir şey de yapamıyorum doğrusu..
  • İşte böyle.. İki ileri bir geri, hayat devam ediyor.. Yaşlandığımızla kalıyor, ne ahiretimizi ne de dünyamızı kurtaramadığımız için somurtkan bir halde ölümü bekliyoruz.. Bizden sonra kalıcı olarak bırakacağımız tek eser, hiç bir şey bırakmamak olacak gibi duruyor.. Tek umudumuz, Rabb'in bizi affetmesi, hiç değilse ahirette huzura erebilmemizdir.. Bunun için de bir şey yapıyor değiliz.. Günahların içinde debeleniyor, en büyük günahları işlemeye, zinaya, fuhşa, yalana, riyaya, adam öldürmeye, hırsızlığa, Allah'a isyana devam ediyoruz.. Hiç bir hayr işlemeden, affedileceğimizi de umabilecek kadar aptallaşıyoruz..




 

Mutluluk Türküsü Söyleten, Adı Olmayan Kadın..


Bana, hâyâl kurdurabilen kadınları seviyorum.. Benim hâyâlime ortak olan kadınları da seviyorum ama esas olarak bana hâyâl kurdurabilen kadınları seviyorum..

Bir kadının, odundan evrimleşmiş bir erkeğe hâyâl kurdurabilmesi demek, o kadının zeki, duygusal ve vicdanlı biri olduğu demektir..

Düşünsenize, siz yatağa girmişken, gecenin bir saatinde bir mesaj düşüyor telefonunuza : "Sarıl.. Ali Turan da yatakta.. Sarıl bize.. Sadece Ali Turan'a değil, bana da sarıl, kıskanırım yoksa.. " mealinde cümleler kuruyor.. Nasıl hâyâllere dalmazsınız, nasıl mutlu olmazsınız ki..?

Düşünsenize, Kabataş'ta bu kadın ile karşılıklı oturup, pek de güzel olmayan yemeğe çatal batırıyor, kadının gözlerinin içine bakabiliyorsunuz.. Öyle gözler ki; içtiğiniz çayın berbat bir çay olmasını bile umursamıyorsunuz.. "Ellerini, parmaklarını seviyorum senin.. Ellerinden öpmek istiyorum.. " diyor bu kadın.. Siz, deniz kenarında oturup nasıl hâyâller kurmaz, nasıl türküler mırıldanmaz, nasıl mutlu olmazsınız ki..?

Bir durun da düşünün, öylesine sarılan insanların aksine, kollarıyla değil de tüm vücuduyla sarılan bir kadının yanında , dünyanın en güzel hâyâllerini kurmaz da ne yaparsınız ki.. ?


Adı nedir, neden hayatımdadır, ne zamandan beri varlığı ile varlığımı anlamlandırıp, özgüvenimi arttırıyor bilmiyorum ama bu kadın bana çok ama çok iyi geliyor.. Sabahlara onunla başlayamıyorum belki ama günü onunla bitirmek, değersiz günüme değer katıyor..

Son birkaç haftadır çok güzel şeyler yaşıyorum.. Anlatılacak çok şey var ama boşver.. Öyle işte...





Sarışın Çöp Kız..

    Şimdi gidiyor; nereye gittiğini bilmeden..

     Yeni bir sevdaya açmış kalbini.. Yeni türküler söyleyecekmiş bundan böyle.. İzlediği filmlerde, erkek başrol artık ben olmayacakmışım.. Beni düşünmeyecekmiş uyurken.. Gece yatmadan önce benim için dua etmeyecekmiş artık.. Sevdiğim renkte elbiseler giyinmeyecek, hayran olduğum bezden yapılmış küpesini takmayacakmış..

     Bana karşı hiç bir şey hissetmiyormuş artık.. Kıskanmıyormuş diğer kadınlardan.. Esmer, kısa saçlı kız gördüğünde, ben bakmayayım diye gözlerimi kapatmayacakmış.. Moda'ya hiç gitmeyecek, elinde kocaman elma şekeri ile yürümeyecekmiş.. Beraber çekildiğimiz tüm fotoğrafları yakacakmış.. Yaptığım "Sarışın Çöp Kız" resmimi yırtıp atacakmış..

     "Bu denli nefret ettiğin birine tokat atmak istemez misin..?" diye sordum.. "Değmezsin.." dedi.. Kızdırdım, tokat atması için uğraştım.. Herkes bize bakarken, tüm gücü ile yanağıma bir tokat attı.. Öyle bir ses çıktı ki, sanki bu ses yüzünden tüm Moda sakinleri balkonlara çıktılar.. Yanağımın kırmızılaşmaya başladığını hissettiğimde, ellerinin arasına aldı yüzümü.. Önce tokat attığı yeri, sonra dudağımın kenarını öptü.. Ve döndü Bahariye Caddesi'ne doğru, yürümeye başladı..

     Şimdi gidiyor; nereye gittiğini bilmeden.. Güya benden uzaklaşacak..

Hey.. ! Ardına bakmadan benden kaçan sarışın çöp kız.. !
Anlamadın mı hâlâ.. ?
Sen, benden gidemezsin..



Buluşmanın Çöküntüsü..

     Yaklaşık iki senedir görüşemediğim bir arkadaşımla, Aksaray Mado'da buluşup, salep yudumladık.. Her ikimizin de zamanı kısıtlı olmasına rağmen şeker-şerbet bir sohbete koyulduk..

     Son aylarda, birçok kişiden duyduğum cümleyi, çikolatalı pasta tadındaki bu güzel insan da dile getirdi.. Salebinden bir yudum aldıktan sonra yüzüme baktı; alnımdaki çizgilerin belirginleştiğini, daha çok olgunlaştığımı ve alınmamam şartı ile çökmüş olduğumu belirtti..

     Bu arkadaşımı, sizlerin de şahitliği ile kınıyorum.. Zaten buluştuğumuzda, aç olmadığını dile getirerek, benim de aç kalmama sebep oldu.. Yemek yemek istemediğini söylediği anda, ters giden bir şeylerin olduğunu anlamıştım.. Durdu, sabırla bekledi, fare yakalayacak kedinin davranışlarını sergilemeye ve sinsice yaklaşmaya başladı..  Sohbetin en neşeli yerinde, bombayı patlatarak, o talihsiz açıklamaları yaptı.. Bekledim ki, bir yanlış anlaşılma olduğunu söyleyerek kamuoyundan özür dilesin ama böyle bir girişimde de bulunmayınca, kendisini, e-günlük sayfamda, sizlerin huzurunda kınamayı uygun gördüm..

     Çikolatalı pasta tadındaki güzel insan; kınıyorum seni.. hıh.. ! Bana değil de kendine bak sen.. Şişmanlamışsın.. Ojelerin iyi değil.. Ruj yanlara kaymış, rimel dağılmış.. Elbisen berbat.. Saçların uzun.. Büyük ihtimalle selülitlisin.. Ayrıca 25 yaşındasın ve evde kalmış bir insansın.. Üstelik cildin kırışmaya başlamış.. Sonra... Yemek yemiyorsun.. Cebinde sadece otobüse binecek kadar paran var; fakirsin.. Okuduğun kitap, ilkokul ikinci sınıfa giden bir çocuğun zekâ seviyesine sahip bir yazar tarafından kaleme alınmış ve edebi seviyesi o yaşlara hitap eden bir kitap.. Ve en önemlisi; tükenmez kalem diye uzattığın kalem, tükenmiş; yazmıyor..

     İnsanlar böyle işte.. Kendi hallerine bakmazlar, benim gibi zeki, çevik, aynı zamanda ahlâklı olan kişilere dil uzatırlar.. Tamam, yakışıklı herif olmayabilirim ama sokakta bir çok yakışıklı var zaten.. Yakışıklı olup da onların bir kopyası olacağıma, çirkin olur, kendi saltanatımı sürerim..


     İnsanın böyle arkadaşı olunca, düşmana gereksinim duymuyor.. Zaten benim şansımdır;  tüm arkadaşlarım dürüsttür.. İçlerinde ne varsa söyleyecek kadar açık sözlüdürler.. Bazen, keşke iki tane yalancı, yalaka ve namussuz arkadaşım olsa idi, diyorum.. Hayır, belki doğru söylemeleri güzel de her doğru her yerde söylenmez ki yahu..


     Şaka bir yana daha geçen hafta aynı cümleleri ablam söyledi.. İnsan, kendinde olan değişimleri farkedemiyor.. Ancak bir başkası dile getirdiğinde anlayabiliyor.. Evet, ne yalan söyleyeyim; ben de çöktüğümü hissediyorum.. Kamburum daha bir belirginleşti sanki.. Alnımdaki çizgiler, uçurumlara dönüştü.. Derim kalınlaştı.. En basitinden, çok tebessüm ederim ama en son ne zaman kahkaha attım, vallahi hatırlamıyorum..

     Kendimde farkettiğim, en belirgin durum; eskiden yakmayan türküler, artık yüreğimi cehenneme atıyor.. Ben, artık, Keloğlan Aramızda isimli filmde bile gözyaşı dökebilen bir herif oldum..



Futbol..


Her tarafım ağrıyor.. Ayaklarımı hissetmiyorum.. Yürürken, mehter marşı çalıyor da ben de yeniçeriymişim gibi iki ileri bir geri yürüyorum.. Beni gören, yürürken, Ankara misketi oynayarak yürüdüğümü sanır.. Ki Ankara misketi oynamayı zerre kadar bilmeyen bir herifçioğluyum..


De ki, yetmiş yaşına gelmiş adamsın <Çocuk> Efendi.. .. Bir ayağın çukura girmiş.. Üç-beş tane nefesin kalmış, ha öldün ha öleceksin.. Bu saatten sonra imanımı nasıl arttırırım, diye düşüneceğine, futbol oynamak senin neyine..?

Offf anammm.. Ayyy anammm.. Ayağımmmm.. Eskiden "öpim de geçsin" diyen insanlar vardı çevremde, o da kalmadı ki, azıcık naz edeyim..


Teşekkür Ederim..



Teşekkür ederim..
Hepinize çok ama çok teşekkür ederim..

Otobüste yer verenlere,
işini bırakarak yardım etmek isteyenlere,
hiç olmadık yerde moral verenlere,
"Her şeyin Allah'tan" olduğunu söyleyenlere,
halime üzülenlere,
görüp de 'vah vah' edenlere,
'bir akrabasının da böyle olduğunu' söyleyip akraba değeri verenlere,
para almayan esnaf kardeşlerime,
'en iyi arkadaş, en iyi sırdaş, en yakın dost' ilan edenlere,
sıradan bir bireye gösterilmesi gerektiğinden çok daha fazla ilgi gösterenlere,
kendisi için önemli olanın "kalp" olduğunu söyleyen, dürüst, riyasız, kadın cinsine...

teşekkür ederim..
teşekkür ederim..
teşekkür ederim..

İçimdeki Baba Olma İsteği..




Kimse bilmez sendeki çocuk hasretini.. Kimse..
Uzaklaşırsın hayattan bir çocuğun gözlerinde..
 
.. 
Her sokakta çocuk var
Her çocukta para ..
Hiçbiri koşmadı
Hiçbiri sarılmadı sana..
.. 
 
Kimse bilmez sendeki çocuk hasretini.. Kimse..
Var'ını yok ettin bir çocuğun gözlerinde..
 
 

Haddini Bildiren Hayat..


Zaten hep böyle olmaz mı..? Ben, ne zaman, kendimden çok ama çok büyük hâyâller kurar, haddimi aşacak insanlarla iletişime geçersem, hayat anında beni bir köşeye çekiyor ve haddimi bildiriyor.. Bu konuda, hayatın, yıllardır istikrarını bozmaması da hayata olan hayranlığımı arttırıyor..




Kadın Taytı..


Kadınlar hakkında bir konu olduğunda, erkekler daha çok konuşur.. Tüm dünyada bu böyledir.. Ben de öyle yapanlardanım.. Az sonra yine öyle yapacağım ancak bu sefer erkek gözüyle kadınlar hakkında cümle uyduracağım için hakkım olduğunu düşünüyorum..

"Ey kadınlar..!" diye başlamak istiyorum söze..

Ey Kadınlar..! İstediğinizi giyinebilirsiniz.. Tayt da giyinebilirsiniz, ki zaten tayt size çok yakışıyor ve sizi çok seksi gösteriyor.. İnanın bana, hemen her erkek taytlı kadını seksi buluyor.. Yalnız rica ediyorum, lütfen diyorum, defaten ikaz ediyorum, tayt giyindikten sonra kalça ve cinsel bölgenizi  kapatın.. Uzun bir giysi ile bu bölgelerinizi kapattığınızda seksi ve güzel oluyorsunuz ama kısa bir giysi ile kalça ve cinsel bölgenizi açıkta bıraktığınızda, inanın bana, çok ama çok itici oluyorsunuz.. Siz, böyle yaparak erkeklerin aklını başınızdan aldığınızı düşünebilirsiniz ama hemen her erkek gizli olanı merak eder, arzular, ister.. Sadece tayt giyinip kalça kısmını açıkta bırakan kadınlar, erkekler için komik duruma düşen varlıklardır sadece..

Şu uydurduğum cümleleri okuyan bir kişi varsa ve bu konuda bundan sonra dikkat ederse, ne mutlu bana.. Yok kimse okumaz veya okuduktan sonra aldırış etmeyip böyle gezip-tozmaya devam ederse, göz zevkimiz bozulmaya devam edecek, demektir..


İstemek Güzeldir..

Bir gün hepsinin gerçekleşmesinden korkmadan,
ne çok şey istiyorsun hayattan..



Korkarım, bir gün her istediğin gerçekleşecek ve sen, "istemenin" güzelliğinden mahrum kalarak üzüleceksin..




Uçukça Nanik..


Başka güzel şeylerin çıkmasını beklerken, dudağımda yine,yeniden,her zamanki gibi uçuk çıkmış olması, hayatın bana nanik nanik yaptığının göstergesi olsa gerek..


Yeni Türkiye'nin Yeni Kelimeleri..


Kaçıncı kez Yeni Türkiye'ye giriş yaptık bilmiyorum amma, biz, seneler önce Yeni Türkiye'ye giriş yapmıştık zaten.. Herşey, birbirlerine "ahiretliğim" diye hitap eden yaşlı kadınların, bu kelimeyi terk ederek, "kankam" diye hitap etmesi ile başladı...


Yeter..



Yeter hayat.. Yeter..!
Doğduğum gün, üç numara büyük gelmeni anladım da, her geçen sene bir numara daha büyümek de nedir Allah aşkına.. !




Sen'in İçin Bir Kaç Kıl ve Bir Eşofman

    Geçen sene indirimden aldığım, evde giyinmekten zevk aldığım eşofmanın diz kısmının inceldiğini, renginin solduğunu ve yırtılmak üzere olduğunu farkettim..

     Eşofmanın, miadını doldurması sebebiyle yenisi ile değiştirmek için odama geçtim.. Eskisini açmış, yenisini bir bacağımdan geçirmiştim ki, dizlerimde eskiden bolca olan kılların olmadığını gördüm.. Şaşırdım.. Sevindim..

     Ben ki, ergenliğe girdiğim zamandan beri kıl yumağı olmuş, gorilleri aratmayacak bir hale gelmiştim.. Kolumda, bacağımda, sırtımda, hiç olmadık yerlerimde kıl çıkmıştı.. Saçlarımın ortası yoktu ama nerede ise gözlerimin içinden kıl çıkacaktı.. Dizlerimin birkaç santim altında kıl kalmaması, şaşırmama ve mutlu olmama sebep olmuştu..

     Önce yaşlandığımı düşündüm.. Öyle ya, insan tüysüz doğar, ergenlik ile birlikte tüylenir, yaşlanınca tüyler onu yeniden terk ederdi.. Boy battal boy olunca, yaş kemale erişince, kıllarımın da beni terk etmesi kadar tâbii bir durum yoktu.. İçimi bir an yaşlanmanın korkusu kaplasa da kıllardan kurtulmanın da sevincini yaşıyordum.. Neden sonra sadece diz kapağının birkaç santim altındaki kılların döküldüğünü düşününce, kılların, sürtünme dolayısı ile döküldüğünü anladım.. Ve Rabb'e şükrettim..

     Ben, bir kaç sene evvel, günahların içinde yaşarken, nereden geldiğini anlamadığım bir ışık sayesinde namaz kılmaya başlamıştım.. Yalandı, yanlıştı, ne yaptığımı bilmez bir halde Rabb'in huzurunda secdeye kapanıyordum.. Yine günahların içindeydim.. Yine asilik yapıyor, yine en olmaz zamanda Rabb'e sitem ediyordum.. Tüm pisliğimle birlikte yaşıyor ama yine secdeye kapanmak için bir zaman buluyordum..

     Yalan-yanlış-asice-günahkâr bir halde kıldığım namazlar sebebiyle, secdede iken dizlerimi yere koyuyordum.. Diz kapağımın altındaki kılların dökülmesi ve eşofmanımın incelmesi; Rabb'e şükür etmek için secdeye kapandığım sırada sürtünme sebebiyle oluşmuştu..



     Allah'ım, Sen ki, "Habibim" dediğim Hz.Muhammed (s.a.v)'i bize örnek kılmak için dünyaya teşrifini sağladın.. Sen ki, biz günahkârların her günahını, bir tövbe ile affetme müjdesini verdin.. Elimizi açtık, Sen'den aff diliyoruz..

     Bizim Efendimiz, bir eline güneşi, bir eline ayı verseler bile davasından dönmeyecek bir örnekti.. Biz ki, en küçük çıkarlarımız için davamızı sattık, davamıza ihanet ettik.. Sana, nankörlük etmede yarıştık.. Bir eline güneşi, bir eline ayı verseler bile davasından dönmeyeceğini beyan eden Peygamberi taşladık, hakaret ettik.. Sen yine de affettin, affedeceğini söyledin.. "Bana dua edin, kabul edeyim.. " dedin..

     Allah'ım, af dilemeye yüzüm yok.. Uydurduğum cümleler yalan, söylediğim sözler sahte, ettiğim yeminler beyhude.. Her türlü pisliğin içinde iken, sana binlerce kez asi olmuş iken, bu gecenin hatrına, Habibin Hazreti Muhammed Mustafa'nın (s.a.v) hatrına, bizleri affet Allah'ım.. Sana yönelen kullarından eyle.. Her an adını zikreden, her işte seninle başlayan, son nefesinde,
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh, diyerek can veren kullarından eyle.. Bizleri, sabaha, Hz.Muhammed'in (s.a.v) ümmetine yakışacak kullarından olacak şekilde uyandır.. Tüm insanlığa örnek olacak, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmeyeceği insanlardan eyle..


     Ben, bugüne kadar, ne yazık ki, Sen'in için hiç bir şeyimi feda etmiş, hiç bir zevkimden geri kalmış, nefsimin söylediği hiç bir şeyi ihmal etmiş değilim.. Namaz kılarken dökülen bir kaç tane kıl ve giyindiğim eşofmanın incelmesidir tüm yapabildiklerim.. Sen, bu iki basit şeyin hürmetine, bu günahkârı bu gece affeyle..

Anne-Baba Yatağı..



     Bizler, çok büyük bir âlemin, küçücük zerreleriyiz..
 
     Hayatı ve bizleri kontrol eden, çok büyük bir güç var.. İnanmayanlar doğa/tesadüf diyor bu güce, biz inananlar Allah diyoruz.. Ve bu büyük güç, bizim her şeyimizi kontrol ediyor.. Umudumuzu kaybettiğimiz anda, hayata yeniden sarılmamız veya başımız göğe ermişken, saniyeler sonra yerin dibine giriyor olmamız, hepsi, bu büyük gücün eseri.. Hayatta her şey hızla akıp giderken ve bizi ilgilendiren birçok şey ardı ardına yaşanırken, elimiz-kolumuz bağlı bir şekilde, biz sadece izleyen olabiliyoruz.. Kendi hayatımıza, yeri geldiğinde, karışamıyoruz, söz sahibi olamıyoruz.. Çünkü bizim irademizden çok daha büyük bir irade var.. Çünkü bizler, yazılanları oynamakla görevlendirilen küçük birer piyonuz.. Seçme hakkımız var ama seçtiklerimiz de aslında önceden plânlanmış şeyler.. Bizler, çok büyük alemin, küçücük zerreleriyiz..
 
 
     Dün gece, neden bilmem, aniden uyandım.. Saat dört idi.. İçimde büyük bir yara vardı.. Hüzün sandım ama hemen sonrasında korktuğumu hissettim.. Neden veya kimden korktuğumu bilmiyordum.. Ama korkuyordum.. ! Her insan gibi korkuyordum..
 
    Biz insanlar, irade gücü bizde olmamasına rağmen korkuyoruz.. Verdiğimiz kararlar, sevgimizden, özlemlerimizden, nefretimizden değil; korkumuzdan.. Korku, âşktan daha büyük, daha aşılmaz bir duygu.. Ki âşkta zaten korkularımızın eseri..
 
     Yatakta, az daha kaldım, uyumaya çalıştım.. Uyuyamayacağımı anlayınca, ayaklandım.. Evin içinde gezindim.. Televizyonu açtım.. Balkona çıktım.. Biçimsiz evlere baktım.. Geceye güzellik katan sokak lambalarının bulunduğu yerlere, nadir de olsa evin önünden geçen arabalara baktım.. İçimi bir ürperti kapladı.. Üşüdüm.. Üşür vaziyette birkaç dakika daha balkonda durdum.. Hızlı adımlarla içeri girdim.. Battaniyenin altına girip, televizyon seyretmeye devam ettim.. İçimdeki korku hissi azalmamıştı.. Tedirginliğim sürüyordu..
 
     Büyük irade bizi kontrol ettiğinden olsa gerek, sebebini bilmiyoruz bir çok şeyin.. Hislerimizin neden oluştuğunu, hangi duygunun hangi şartlarda bizi ziyaret edeceğini bilmiyoruz.. Bizler, büyük duygu parçasının, küçük duygu tanecikleriyiz.. Neden oluştuğumuzu bilmiyor, neler olacağını göremiyoruz..
 
    Televizyonun sesi kısıktı.. Öksürük sesi, babamın horlaması, yatak gıcırtısı, sokaktan geçen arabaların sesi, televizyonda açtığım belgesel kanalında konuşan adamın sesi; tüm sesler birbirine karışmıştı.. Ve ben her sesi ayırt edebiliyordum.. Hayat, gece vakti bile tüm hızıyla devam ediyor, ben, hızla akan hayatın seyrine yetişmeye çalışıyordum..
 
     Hepimiz birer robotuz aslında..  Duygu robutuyuz.. Yaradan, bizi yaratmadan önce duygu programlarını yüklemiş.. Bizler, tüm hayatımız boyunca, duygu programlarına hamallık yapıyoruz..
 
     Sesimi duymuş olacak ki, annem geldi salona.. Niye uyandığımı, hasta olup-olmadığımı, bir yerimin ağırıp-ağırmadığını sordu.. Uyku tutmadığını öğrenince, bir sorunumun olabileceği düşüncesi ile sorular sordu.. O da duygu hamalıydı.. Onun da tüm duygularının kaynağı korku idi.. Oğlunun bir sorunu olmasından korkuyordu.. Sırf o korku sebebiyle sıcak yatağını terk etmiş, oğlunun yanına gelmiş, sorununu öğrenmeye çabalıyordu.. Oğlu da onun gibi korkuyordu.. Gece aniden uyanmasının sebebi, içindeki korku hissiydi.. En kötüsü ise, o korku hissinin kaynağını bilmiyordu.. Korkuyor ama neden korktuğunu bilmiyordu.. Bilinmezlerin içinde olduğunu düşünmüştü balkonda.. Büyük hayatın, küçük bir zerresi olduğunu, aslında hiç de önemli olmadığını, yine de korktuğunu, neden korktuğunu bilmediğini, bilmediği için tekrar korktuğunu düşünüyordu.. O ki, âşık olduğunda bile çok korkmuştu.. Bu gece anlıyordu; âşkta korkunun eseri idi.. Âşktan korku çıkmıyor, korku âşkı doğuruyordu..
 
     Annemi teskin ettim.. Bir sorunum olmadığına ikna edip yatağına gönderdim.. İçindeki korkularla birlikte yatağına gitti.. Gitmeden önce, yiyecek-içeçek birşeyler isteyip-istemediğimi sordu.. Olumsuz cevap alınca odasına çekildi..
 
    Dakikalarca televizyona baktım.. Saat beş olmuştu.. Bir saattir, içimdeki korku hissine neden arıyordum.. Bulamamıştım, bulamıyordum.. Bulamıyor olmanın korkusunu yaşıyordum.. Uyuyabilirsem, düzeleceğimi düşündüm.. Televizyonu kapattım.. Odama doğru ayaklandım.. Yine sebebini bilmediğim bir güç, beni kendi odama değil de annemlerin odasına yönlendirdi..
 
     Küçükken de öyle olmaz mıydı zaten..? Korktuğumda, hemen annemin-babamın yanına gider, onlarla uyur, korkumu yenmeye çalışırdım.. Canavarların gelip beni öldürmesine imkân yoktu.. Annem vardı, babam vardı.. Onlar, canavarın beni almasına izin vermezlerdi.. Canavardan yine çok korkardım ama içimde annemin-babamın beni koruyacağına dair inanç ve onlara olan güvenim vardı.. Bu güven, beni huzurlu kılıyor, korkularımla yaşamayı öğretiyordu..
 
     Gece lambasının ışığı ile annemin babamın yüzlerine baktım.. İkisi de derin derin nefes alıyordu.. Babam, rüya görüyor olmalıydı ki, göz kapaklarının altından gözlerinin hızlı hızlı hareket ettiğini görüyordum.. Işığı yaktım.. Annem, aniden gözlerini açtı.. Uyumuyor veya henüz uykuya geçmişti.. Yine korkarak yüzüme baktı.. Ne olduğunu sordu.. Bir şeyimin olmadığını, kendilerine bakmak istediğimi söyledim.. Sanırım kötü bir rüya sebebiyle korktuğumu ve tek uyuyamadığımı düşünmüş olacak ki; “gel yanımıza, gel!..” diyerek, gülümser bir halde yorganı kenarı çekti.. Babam, sesleri duyarak uyandı.. Korktu.. Ne olduğunu sordu.. “Size misafirliğe geldim, kenarı kay, sakın horlama.. ” dedim.. Duraksadı.. Ne olduğunu anlamaya çalıştı.. Annemin de telkini ile kenarı kaydı..
 
    Gülümser bir halde yataklarına girdim.. Korkuyordum.. Eminim onlar da benim bu halimden korkuyorlardı.. Korkuların içinde yaşayan biz insanoğulları, en sevdiklerimizin yanında, huzur ve güven hisleri ile korkularımızı dizginlemeye ve korkularımızla yaşamaya çalışıyorduk..
 
 
 
     Benim bir babam, bir annem vardı.. En sıkıntılı anımda, benimle yataklarını paylaşacak, korkularımı yenmem için bana huzur ve güven verecek insanlar vardı.. Yanımdaydılar.. Belki de gecenin saat dördünde, beni yatağımdan uyandıran o korku, onları kaybetme korkusu idi.. Yanlarında iken bile korkuyor ama onların nefes alışlarını, en güzel şarkı bestesini dinler gibi dinliyordum.. Sabah ezanı okunana kadar yanlarında kaldım.. Hem onlar uyumadı hem ben uyumadım.. Ezan sesi odaya dolarken, ben, beni yaratana şükretmek için ayaklandım..
 
     Yataktan çıkarken, “Misafire hürmet yok ki.. Yorganın ve yatağın hepsini parsellemişler, beni de en köşeye attılar.. Düşmemek için zor tutundum.. ” diye söylendim.. Tam odadan çıkarken, babam da anneme bakarak ve  aslında bana duyurarak bir şeyler söylemeye başladı.. :
 
  Görüyorsun de mi gari..? Hem neredeyse 40 yaşına gelmiş it oğlu iti yatağımıza alıyoz hem de laf işitiyoz.. Öküz gibi olmuş.. Eni uzunu bir olmuş.. Yatakta bizi ezdi, yine de bize laf söyledi.. Bi de horladığımı söyledi eşek sıpası, ben, hayatta horlamam yav.. İftira atıyor, beni çekemiyor..
 
     Canım annem, alaylı bir şekilde babamı doğruladı.. :
 
--  He Adil he, sen hayatta horlamazsın.. Sabahlara kadar horlayan benim zaten..
--  Heee, doğrudur sensin.. Senin yüzünden uyuyamıyom zaten.. Kırkbeş senedir uykuya hasret kaldım..
 
 
 
     Ben, kırkbeş senedir uykuya hasret kalmış (!) babanın, evlatlarının kölesi olmuş annenin, küçük ve korkak oğullarıyım.. Büyük bir âlemin, küçük bir zerresiyim.. Korkuların, tüm duyguların kaynağı olduğunu düşünen, otuzüç yaşına birkaç ay kala bile güveni ve huzuru, annesinin-babasının yatağında bulan biriyim.. Ben, biraz senim, sen, biraz bensin..
 



Yorganım Sen Ol..


İsterdim ki, benim yorganım sen ol.. Her gece sana sarılayım, sana sokulayım, tenin tenime değsin.. İsterdim ki, sen sarıp sarmala beni.. Sen koru soğuktan, hastalıktan..

...Olmadı.. ! Zaten benim istediklerim ne zaman oldu ki..? Şükürler olsun, ne zaman bir şeyi istesem, o şey olmuyor.. Hayatım boyu böyle oldu, zannedersem bundan sonra da böyle olmaya devam edecek..


...
Kim derdi ki; gece sarılarak uyuduğum yorgan, bu denli hüzünlü olmama sebep olacak..? Oluyor işte.. İnsanoğlu, bardağın boş tarafını görmeyi adet edinsin yeter ki; bir yorgandan bile hüzünlenmek için bir sebep bulabiliyor..

...
Kendime hiç güvenim kalmadı, biliyor musun..? Üç-beş olay, o kadar güvenimi bitirdi ki, yeni adımlar atmaya yönelik içimde güç bulamıyorum.. "Nasıl olsa, yine aynı şeyler olacak" diyerek, en baştan vazgeçiyorum.. Adım atmaya korkar oldum.. Son iki senedir, en büyük eksikliğim de özgüvenimi yitirmiş olmak zaten.. Yeniden toparlanabilmeyi o kadar çok isterdim ki.. Rabb'im bana özgüven nasip etsin inşallah..

...
Bir yorgan ve göğse kondurulan bir buse.. Hâyâl evet ama o denli güzel bir hâyâl ki.. Ayrıca o kadar etkili ki; durduk yere hüzün bulutlarını tepene toplayabiliyor..



Denizkızı ile..

Kadıköy'den Eminönü'ne
geçerken vapur ile
atlayıversem denize.
Dipsiz suyun içinde
sabaha kadar sevişsem
bir deniz kızı ile..
 
Yanımızdan geçen balıklar
utanır bir halde
gülse rezilliğimize..
En büyük orgazmı tatsak suyun içinde..
Bir kere.. Beş kere.. On kere..
 
 

Adresim Hep Aynı..


Şimdi git hâyâllerinin peşine..
Herşeyini yitirdiğin gün ben burdayım.. Korkma, herşeyini yitirip de yanıma geldiğin gün, yine gülümseyeceğim, yine ilgi göstereceğim, yine sıcak davranacağım sana.. Sen, bak hayatına.. Benim adresim hep aynı nasılsa..
 
 
 
 

Kapalı Ruh..


Şehr-i İstanbul'un havası kapalı; ruhum gibi.. Bugün, ne uydurduğum cümleler ne de türküler aydınlatabilir ruhumu..




Daldan Dala..


Daldan dala atlama zamanı geldi..

+ Öncelikle belirtmem gereken bir durum var : son 10 gündür, kendimi çok yalnız hissediyorum.. Kendimi bildim bileli yalnız hissederim ama son 10 gündür, baş edemediğim bir yalnızlık çukurundayım.. Allah hayırlar versin, bu durumum hiç hoşuma gitmiyor..

+ Allah'tan uzaklaşan insanlar, kendilerini yalnız hissederlermiş.. Benim yalnızlığım da sanırım Allah'tan uzaklaşmış olmam sebebiyledir.. Son birkaç aydır, günah çukurunda, nefes almaya çalışıyorum.. Kurtuluşu biliyorum ama kurtuluş için irade gösteremiyorum..

+ Muharrem ayı sebebiyle bol bol aşure yedim.. Eskiden sevmezdim aşure, şimdi ise bayılıyorum..

+ Çok kilo aldım..Hem de çok.. 90 kiloya yaklaşmış minik bir öküzcük oldum..

+ Şehr-i İstanbul'da hava çok güzel son 10 gündür.. Tadına doyamıyorum şehrimin..

+ Nedense, işyerinde, işlerim öyle çok yoğun değil.. Haliyle boş boş oturmaya, tembellik etmeye, internette gezinmeye alıştım.. Ancak bu durumun olumsuz yönleri de var; internetten alışveriş yapıyorum, dolayısıyla fazla para harcıyorum..

+ Ardahanlı olmama rağmen iki veya üç senedir kaz eti yemiyorum.. Canım çok çekiyor.. Ardahanlı olup da kaz eti yememek, bizim oralarda ayıp sayılır.. Ben iki veya üç senedir, ayıp işliyorum..

+ Son zamanlarda sürekli fotoğraf çekiliyorum.. Arkadaş her fotoğraf iğrenç olur mu ya hu! Neden hiç fotojenik değilim, neden bu kadar çirkin biriyim, diye sorgulayacak değilim tabii ki ama insan bir nebze yakışıklı olmak istiyor..

+ Eğer olağanüstü bir durum olmazsa, ölüm, düğün, hastalık gibi bir durumla karşılaşmazsam, iki veya üç sene içinde, kredili evimin borcunu bitireceğim inşallah.. Sabırsızlıkla bu durumu bekliyorum, desem yeridir..

+ Öyle işte..


Sen-Siz..


Yazarken, birine hitap etmem gerektiğinde, "sen" derdim.. Meğer "sen" kelimesi önemli imiş.. Herkese söylenmez imiş.. Bu sebeple "sen"den "siz"e dönmem gerektiğini anladım..


Aşkım, Bana Şarkı Söyler Misin..?



     "Aşkım, bana bu akşam yine şarkı söyler misin?" diye ses duydum, tranvayda karşımda oturan esmer kızdan..
 
     Eminönü'nden tranvaya binmiş, Zeytinburnu'na doru yol almaktaydım.. Uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyordum.. Gözlerim uyuma yanlısıydı, aklım düşünme.. Ben, hem gözlerimi mutlu ediyordum hem aklımı..
 
     Nereden bindiler, bilmiyorum.. Gülhane olabilir veya Sultanahmet.. Üniversite öğrencisi oldukları her hallerinden belli olan iki kız, bindi tranvaya ve tam karşımda ayakta durdular.. Kendi aralarında konuşuyorlar, gülüyorlar, her genç gibi hayatın tadını çıkarıyorlardı.. Her ikisinin de giyinişi aynı tarzda idi.. Metalci ile Rock müzik seven insanların giyiniş tarzını yakalamışlar, siyah ağırlıklı giysiler ile boy gösteriyorlardı.. Ellerinde kitaplar, omuzlarından aşağılara sarkan çantalar vardı.. Her ikisi de uzun, düz  saçlı, her ikisi de mont yerine ceketi tercih etmişlerdi.. İkisi de güzeldi.. İkisini de çirkin gösteren tek şey, beyaz yüzleri ile tezat oluştururcasına dudaklarına sürdükleri kıpkırmızı ruj idi..
 
     Ben, onlar ayakta konuşurken, gözlerimi mutlu etme derdine düştüm ve göz kapaklarımı aşağılara bırakıverdim.. Birkaç durak sonra uyandığımda, kızlar karşıma geçmişler ve oturuyordular.. Biri telefonu aldı eline ve "Aşkım, neredesin, ne zaman geliyorsun?" diye kadınlara özgü tarzda ve aslında her erkeğin az da olsa sevdiği soruları sordu.. Sonrasında "Aşkım, bana bu akşam yine şarkı söyler misin?" deyiverdi.. Ve bu soru cümlesi ile benim uykulu halime son verdi..
 
     Cümleden sonra o iki üniversite öğrencisi kayboldu gözümde.. Artık sadece cümlenin etkisi kalmıştı bende.. Ne kızların beyaz yüzlerine renk veren kırmızı rujlarla ilgileniyordum ne de diğer insanları inceleme derdinde idim.. Ben artık bir cümlenin esiri idim..
 
     Bir cümle ile hayatımdaki herkesi çıkarmak istedim yine.. Bana "aşkım" diye hitap etmeyen, birkez olsun benden şarkı söylememi istemeyen insanlardan uzaklaşmak, yeniden yalnızlığıma ve hüzünlerime dönmek, duvarların arkasında bir hayat sürmek istiyordum.. Ben, yeniden bir cümle ile birkaç ay önceki hayatıma dönmek istiyordum..
 
     İlgi gösterdiğim kız tarafından reddedilme sorunumun olmadığı, reddedilmeyi baştan kabullenmiş biri olmak istiyordum.. Elimi uzatabileceğim kimse olsun istemiyordum, elimi uzattığımda, elini geri çeken kimse olmasın hayatımda.. Benim âtiye dair umutlanmama vesile olan kim varsa çıksın istedim hayatımdan.. Bir cümle ile herkesten kaçmak, bir cümle ile yeniden kendime dönmek istedim.. "Aşkım, bana bu akşam yeniden şarkı söyler misin?"
 
     Kendime güvenim kalmadı benim.. Bir cümle yüzünden, sevdiğim herkesi hayatımdan çıkarabilecek kadar gözüm dönüyorsa ve kendimi kaybediyorsam eğer, bir cümle yüzünden âtime olan bakışım karamsarlaşıyorsa; ileride, yine buna benzer bir cümle ile faaliyete geçebileceğim ve hayatımda olan kim varsa çıkarabileceğim gerçeği ile yüzleşince kaybettim güvenimi kendime..
 
     Bu sefer sadece düşüncede kaldı.. Ve sarıldım telefona, mesaj çektim hayattan kopmamak için.. Ya yarın.. ?
 
    

Hayaller..



Kibrit çöpünün alevi gibi.. Hemen bitiveriyor.. Hemen bitince, yenisini yakmaya cesaret edemiyorsun.. Kabuğuna çekiliyorsun.. Zamanla bir bakıyorsun, özgüvensiz biri olmuş çıkmışsın..


...Hani Rabb, hayal kurmadan yaşanabilir bir ülke yaratsa, milli kimliğimi bir kenara bırakır, bu ülkenin ilk vatandaşı ben olurum..

Halı Doku Ki Evde Kalmayasın..

   
Yemeyip-içmeyip insanları bilgilendirmekten vazgeçmeyen, benden başka, kaç insan var ki bu Dünya'da.. ? Kendimi hemen övmeye başladığımın farkındayım ama aşağıda vereceğim bilgiler yüzünden, övülmeyi hak ettiğimi düşündüm, kendi işini kendi yapan biri olarak, kimsenin beni övmesini beklemeden, kendi kendimi övmüş oldum.. Hem sayfa benim değil mi ya hu! İster överim, ister küfrederim..

Neyse...
 
     Biliyor musunuz, yörük kadınlarının evlenme zamanının gelmesi yaptıkları kilim ve halı ile anlaşılıyormuş.. Bir kadın ne zaman ki büyük bir halı dokurmuş o zaman evlenme zamanı gelmiştir demekmiş..
 
     Bu bilgiyi herkes söylemez.. Bunu bir ben söylerim bir de bu bilgiyi öğrendiğim televizyon kanalı.. Hâlâ yörük kadınları kalmışsa, hâlâ göçmen olarak yaşıyorlarsa ne kötü onlar için.. İşin yoksa bir adam için saatlerce ip'e şekil ver dur.. Neymiş efendim, halıyı bitirecekmiş de bir adam bunun evlenme zamanı geldiğini anlayacakmış da hayırlısıyla dünya evine girecekmiş.. El becerisi olmayan kadınlar ne yapıyordu acaba ? Düşünsenize altmış yaşına gelmiş harıl harıl halı dokumaya, kilim üretmeye çalışıyor:) Yok yani o saatten sonra Dünya şaheseri halı yapsan ne olur ki ?
 
     Ben bu geleneğin neden ileri geldiğini anlamadım doğrusu.. Büyüdüğünü, olgunlaştığını, bir evin ihtiyacını karşılayabilecek seviyeye ulaştığını göstermek için halı dokumana ne gerek var ki ? Ben bir kadına şöyle bir bakış atayım, büyüyüp büyümediğini şıppadak (bu nasıl kelime yahu.. ) anlarım.. Hem evlilik için halıya gerek yok, yatağa gerek var, diyeceğim ama adım sapığa çıkmış diye ses edemiyorum..
 
     İlkokuldayken bu yüzden mi bize halı dokutturuyorlardı acaba ? Gerçi yörükler sadece kadınlara dokutturuyormuş, okul yönetimi ise kadın-erkek ayırt etmeden herkese dokutturdu.. Şimdi aklıma geldi de iyi halı dokuyan herkes evlendi yahu.. Ben de bu işlerden anlamadığımdan amcamın kızına dokutturmuştum.. Bak o bile evlendi.. Hay aksi yahu.. Niye evde kaldığımı anladım.. Anaaaaa.. Yıllar sonra farkettim bunu.. İlkokulda bana şans vermişler meğer evlenmek için ama ben halıyı dokumadığım için kısmetimi tepmişim.. Okul yönetiminin verdiği kısmeti kendi ellerimle amcamın kızına verdim..Onun da Allah bağışlasın üç çocuğu var şimdi.. Hay eşek kafa.. İki-üç iplik, kısmetimi kapattı yahu..
 
     Her neyse.. Diyeceğim odur ki ; evde kalmak istemiyor musun ? Hemen halı dokumaya başla.. *
..........................................................................

* 21 Nisan 2006 tarihli yazı..

Televizyonsuz/Bilgisayarsız Ev İstiyorum..

Yorgunluk..
Atalet..
Bıkkınlık..
Boşvermişlik..
Sinir..
Kıskançlık..
Nemelazımcılık..
Kırılganlık..
Hüzün..
 
     Yukarıda saydığım o kelimelerin hepsi üzerime oturmuş olduğundan ve ben altta can çekiştiğimden, televizyon denilen aleti kimin, ne amaçla icat ettiğini araştıracak durumda değilim.. Ama kannımca televizyon, insanların eğlenceli vakit geçirmesi, sıkıntılarını unutması ve buna benzer güzel durumlar için icat edilmiştir..
 
     Peki, bu kadar güzel düşüncelerle için icat edilen televizyon, nasıl olur da bizi esir alır ve gözyaşları içinde kalmamıza, rolünü yapan insanlara lanet okumamıza sebep olur ? Nasıl olur da küçücük bir kutu, hayatımızı yönlendirebilecek, bizi çevremizden soyutlaştıracak bir duruma gelir ?
 
     İlk önce tespiti doğru yapmalıyız.. Televizyon, boş zamanın değerlendirilmesine mi yardımcı olur, yoksa dolu olan zamanın boş olarak geçirilmesine mi ? Neden, mazide olduğu gibi ailemiz veya komşularımız bize yetebilecekken, televizyon ailemizin ve komşularımızın yerini alabiliyor ? Neden televizyon yalnızlığımıza istinat oluyor ?
 
     Yukarıdaki sorular, bizlere, televizyonun hayatımızın neresinde olduğunu gösterecektir.. Ben, televizyona değil ama televizyonun daha gelişmiş ve daha emparyalist hali olan bilgisayara bağımlıyım.. Bu bilgisayar bağımlılığı sebebiyle hayatı kaçırdığımı itiraf etmeliyim.. Hayata yeni bir başlangıç yapmak istediğimde, yapacağım ilk iş, bilgisayar ve televizyonu hayatımdan çıkarmak olacak.. Bu sebeple, bir deli kız bulur da evlilik için kandırabilirsem, kandırmam gereken diğer şey de evimizde televizyon veya bilgisayarın olmaması, sadece radyonun olması, illa televizyon olacaksa da 37 ekran küçük ve zevk vermeyen bir televizyonun olması yönünde olacak..
 
     Bu düşüncelerimi, bir sohbet sırasında, arkadaşlarımla paylaşmış, ancak büyük bir direniş ile karşılaşmıştım.. Söylediğim iki kişi ve onlara ilaveten ara sıra sohbete ortak olan güzel ruhlu bir başka kişi,  bunun olanaksız olduğunu söyleyip, eşimin illa ki televizyon isteyeceğini dile getirdiler.. Sonrasında konu nasıl oldu bilmiyorum, güven konusuna kadar geldi.. "Sen eşine güvenmiyor musun da evinde bilgisayarın olmasını ve eşinin internette sohbet etmesini istemiyorsun ? " diyerek tepkilerini dile getirdiler..
 
     Benim söylemek istediğim, televizyonun ve bilgisayarın bir evi ve evliliği olumsuz etkilediğidir.. Birbiriyle sohbet etmektense, televizyona bakan, hayatlarını paylaşmaktansa, televizyondaki diğer insanların hayatını paylaşan evli çiftlerin yeterince evlilik doyumuna ulaşacağını düşünmüyorum..
 
     Televizyon veya bilgisayar hayatımızı o denli yönetiyor ki, televizyonsuz ev düşünülemiyor.. Ama bir düşünsek ve uygulamaya koysak sonrasında biraz sabretsek ve televizyonsuzluğa alışsak o kadar güzel olacak ki.. Eşinle sohbet edersin, kitap-gazete okursun, bulmaca çözersin, satranç oynarsın, kavga eder birbirini yersin, sabaha kadar sevişirsin, misafir davet eder, onlara gerektiği gibi ilgi gösterebilir ve içinden "gitseler de bilgisayara/televizyona baksam" demezsin..
 
     Bunun için bilgisayarsız ve televizyonsuz bir hayatı düşünmek ve ona göre düzenlemeler yapmak gerekir.. Biraz kararlılık ve sabır ile hayatımızı esir alan kutucuklardan kurtulabiliriz aslında.. Ben, şimdi cesaret edip de bu söylediklerimi uygulayamıyorum ama yeni bir hayata başladığımda ve kendimden çok düşünebileceğim bir insanın hayatıma girmesi ile bu durumu kendisine anlatıp, en azından denemek için mühlet isteyeceğim..
 
     Bir kutuyla değil de, sevdiğimle vakit geçirmenin daha güzel olacağını düşünüyorum..
 
 

Sen Sabrımsın..

   

     Sus, birşey söyleme..
 
     Bırak bu sefer ben konuşayım.. Bu sefer sen sadece sus, sadece beni dinle.. Hazır taşıyorken içimdeki hisler, bırak dışarı çıkarabileyim.. Sus, birşey söyleme.. Bırak bu sefer ben konuşayım.. Hazır bulabilmişken yüzünü, bırak gözlerine bakarak duygularımı dile getirebileyim..
 
     Ben toprak damlı bir evde doğdum.. Bir annem, bir babam, bir ağabeyim ve beş ablamdan sonra soğuk bir kış gününde açtım gözlerimi.. Ardahan'da, kara kış hükmünü sürerken, devlet memuru babam, evi ısıtmak için yakacak ve güzel bir âti hazırlamak için çocuklarının derdine düşmüşken, ailem en zor günlerini yaşarken çıkagelmişim ansızın.. Soğuğu, yokluğu, bir çikolatayı üçe bölmeyi doğduğum zaman öğrendim ben.. Zorluklar içinde yaşamayı ve zorluklara rağmen aileye tutunmayı doğduğum gün öğrendim ben.. İstediğim bir oyuncak olduğunda "sabretmem gerektiğini" söylediler.. Muz istediğimde "sabretmemi" tavsiye ettiler.. Ben de istiyordum, iki tane cebi olan bir pantolon.. Ben de istiyordum, su geçirmeyen ayakkabı, futbol topu, bisiklet.. Hep "sabret" dediler bana, hep "sabret"..
 
     Ben, sabretmeyi bilirim.. Sabretmek, benim, en iyi bildiğim mesleğim.. Seni tanıdığım günden beri sabrettim.. Emin ol, ben yine sabrederim.. Ben yine yüzsüzlük eder telefon açarım.. Ben yine "rahatsız etme" dediğinde, sana ulaşmak için uğraşırım.. Ben yine seni özleyerek uyanırım sabahlara.. Ben yine akşam senin için dua ederek uyurum.. Ben yine sabrederim, senin bana tüm yaptıklarına..
 
     Şimdi karşıma geçmiş, gözlerini gözlerime dikmiş, sözümün bitmesini ve imkânsızlığın ne olduğunu sert cümlelerle söyleyeceksin bana.. Ben yine sana hak vereceğim.. Ben yine "haklısın, seni rahatsız etmem" diyeceğim.. Sonra zorlukla bir gün sus-pus oturacağım.. Kalbime "imkânsızlıklardan" bahsedeceğim.. Artık "kendime gelmemi" söyleyeceğim.. Tüm bu koşullandırmalardan sonra yine dayanamayıp ikinci gün yeniden seni "rahatsız" edeceğim..
 
     Ben, ne zaman sabırsızlanıp seni kırmaya başlasam, doğduğum gün, toprak damlı evimizde, bana söylenilenler gelecek aklıma ve sabredeceğim.. Her umutsuzlukta "biraz daha sabret, biraz daha" diyecek içimdeki ses.. Ve ben biraz daha sabredeceğim.. Ama biliyor musun, sokağa her çıktığımda, elele gezen bir çift gördüğümde, "sabır" denilen kelime yok oluyor bende.. Ve ben her sabah gözlerimi senin için açtığımda yeniden sabır yüklüyorum, sabır yüklenilen uzvuma..
 
     Şimdi sen konuş.. Ve bana "imkânsızlıklardan" bahset.. "Asla" de, "olmaz" de.. Kır, her akşam kırdığın gibi yeniden umudumu.. Cesaretin varsa birkez olsun kalbime bahsetsene, "asla" kelimesinin ne demek olduğunu..
 
 

Hâyâlimin Şehri; Masmavi..


...Bu sabah uyanınca, daha Şehr-i İstanbul'da havanın masmavi olduğunu görmeden önce, güneşler açmıştı kalbimde.. Bir güzel hâyâlle uyandım.. Yataktan çıkarken o hâyâlin alnına, minik bir buse koydum..

Meğer ne çok ihtiyacım varmış yeniden hâyâl kurmaya..


Aşure Gibi..


Ne tuhaf bir gün.. Aynı anda hem ağlamak istiyorsun, hem gülmek.. Hem bağıra-çağıra türküler söylemek istiyorsun, hem sessizce bir köşeye sinmek..

Aşure görüntüsündeyim; hüzün, neşe, mutluluk, yeis, keder; herşeyim var.. Gel gör ki; bir türlü aşure gibi tatlı olamıyorum.. Belli ki eksik birşeyler var..





Öküz Yiyen Futbolcu Ayı..


De ki, "Yaşın gelmiş neredeyse otuzüçe.. Göbeğin çıkmış, saçın dökülmüş.. Sakalların yer yer beyazlaşmış.. Bu yaştan sonra futbol oynamak senin neyine..! "

Ahhh anammm.. Offf anammm.. Her tarafım tutulmuş, hareket edemiyorum.. Çok ama çok uzun zaman sonra, futbol oynama sevdasına düştüm.. Ahh benim salak kafam, futbol oynamak benim neyime.. ! Neymiş efendim, zayıflayacakmışım.. Bir oturuşta bir öküzü derisiyle birlikte yiyen bir ayı olarak, ben nasıl zayıflamayı düşünüyorum ki..!

Offf anammmm.. Ahhh anammm.. Her bir kemiğim ayrı ayrı ağrıyor.. "Öpim de geçsin" diyen bir Allah'ın kulu da yok.. Evde de kimse yok ki masaj yaptırayım.. Durumum öyle vahim ki; işten çıkıp eve gitsem, yatağımda esmer, kısa saçlı, kara-kuru bir hatun görsem, bu hatun çıplak bir şekilde yatağımda uzanıyor olsa, bu ağrılarım yüzünden, "Bacım, kenarı kay da ben de uyuyayım.." der, yıllardır içimde birikmiş olan tüm sapıklık hislerini bir kenarı bırakır, mışıl mışıl uyurum..

Off anammm.. Ahhh anammmmmm..




Uyku Tutmadı.. Sen Tuttun..


Saat 3.25 ..
Heyecanlıyım..
 
Hâyâlinle döndüm yatakta sağa ve sola..
Uyku tutmadı..
Sen tuttun..
 
Bilmiyorsun belki ama
uyutmuyorsun..
 
 

Sabır, Yerini Asabiyete Bırakırsa..


İnsan bir beklenti içinde olmayagörsün; hâyâl kuruyor, kurduğu hâyâller yüzünden sabırsız biri oluyor.. Sabredip beklediğim hâyâller, benim beklediğim zamanda somut bir adıma dönüşmüyorsa, ne sabır kalıyor ne hâyâl ne de benim 'anlayışlı' ruh halim..

Sabırsızlığımın asabiyete dünüştüğü zaman, korkuyorum kendimden.. İstemediğim öyle cümleler kuruyor, karşımdakini öyle hırpalıyorum ki; içimden kendime binlerce kez küfrediyor ama karşımdaki insanı hırpalamaya ve alttan almamaya devam ediyorum..


İnternet Haberciliği..


Bu internet haberciliğinin hali ne olacak Allah âşkına..? En önemli konuları bile magazine çeviriyor, her konunun altına bir şekilde, çıplak kadın veya erkek fotoğrafı koyuyorlar.. Benim gibi sapık ruhlu, 7/24 aklını pipisiyle bozmuş adam bile bu durumdan şikâyetçi ise, bu işe bir el atmak, bu durumu ıslah etmek gerek, diye düşünüyorum..

...Bunu sadece ben mi düşünüyorum, onu da bilmiyorum.. Arkadaş ben zaten niye düşünüyorum ki yahu..! Düşünme, rahat et..! Cahilliğin mutluluğunu savunan bir herifçioğluyum, hâlâ düşünerek, normal insan olma yolunu seçiyorum...

Bakın, 'demedi' demeyin, mutsuz ve huzursuz olduğunuzda, ağlamak için gelip benim omzumu seçmeyin.. Okuyucusunu bilgilendiren bir e-günlük sahibi olarak, binlerce kez uyardığım gibi tekrar uyarıyorum : Cahil olun, mutlu olun..


Dünden Bugüne <Çocuk>..


04 Ağustos 2005 Tarihinde başladım e-günlük yazmaya.. Bazen yazdım, bazen yazmadım.. Bazen ara verdim, bazen bir günde birkaç yazı kaleme aldım.. Belirli dönemlerde, yaşanılan olaylar sebebiyle çeşitli ruh hallerine büründüm.. Bunca yıldır, neyi aradığımı bilmeden, aradım.. Hâlâ yazıyor, cümleler uyduruyor, arıyorum.. Hâlâ neyi aradığımı bilmiyorum.. Ancak şurası kesin ki; yazdıkça rahatlıyor, orgazm oluyorum..

Ara ara mazideki yazılara bakarım.. Geçen gün, maziye bakarken, "Beni çok eskiden tanıyan insanlar, eski yazılarımla şimdiki yazılarımı, eski ruh halimle, şimdiki ruh halimi karşılaştırsa ve bunu açık bir dille bana dile getirse, nasıl olur acaba..? " diye düşündüm.. Yakın olduğum, samimi iletişim içinde bulunduğum, çok insan vardı ancak birçoğu artık e-günlük sayfamı takip etmediğinden, eski zamandan beri beni tanıyan ve hâlâ e-günlük sayfasını ara ara takip eden iki güzel insana sordum bu soruyu ve eski halimle, yeni halimi kısa kısa anlatmalarını rica ettim..

" Dünden Bugüne <Çocuk> " başlığı, Kelimelerle Dans bloğunun sahibesine aittir ve ilk söz hakkı onundur..

Demiş ki Kelimelerle Dans ... :


"

Dünden Bugüne <Çocuk>

 

8 sene önceki Çocuk; dediğim dedik, aşırı inatçı, kuralcı bir adamdı. Şimdi yine inat var ama daha yumuşak, daha ılımlı, kurallarını esnetebiliyor.

8 yıl önceki Çocuk; zıpırdı, şimdi daha ağır ve olgun.

8 yıl önceki Çocuk; kendinden taviz vermezdi. Şimdi öyle değil, dinliyor ve haklısın diyebiliyor(pek nadiren de olsa).yine de her zaman onun haklı olduğu bilinsin ister. Sözüm ona Çocuk 8 yıl öncede haklıydı, hâlâ her konuda haklıdır(!) J

8 yıl önceki Çocuk; kadın olmayı biraz hafife alır, erkek olmanın “üstünlüğünü “kullanırdı. Şimdi karşısındaki kadınlara daha çok değer verdiğini hissettiriyor.

8 yıl önceki Çocuk; sayfasında çok sakin, anlayışlı, alttan alan bir profil çizmezdi. Fakat özel hayatta çok daha fazla merhametli ve anlayışlı idi. Bazen de tam tersi olabiliyordu. Şimdi sayfasında daha gerçekçi, daha olduğu gibi.

8 yıl önceki Çocuk; eskiden günlük tarzı yazıları vardı ama hikaye ve kısa romanlar ya da hayal gücünü kullandığı kompozisyonlar sıklıkla sayfasında yer alırdı. Son yıllarda kalemini fazla hafife alır halde yazmakta.

8 yıl önceki Çocuk; kendinden çok başkasını düşünürdü. Onun için hayatındaki insanlar çok önemliydi. Kimin ihtiyacı olsa kendi sıkıntısını bırakır onun yanında olurdu. Ondan bu konuda öğrenilecek çok şey vardı. Fakat bir o kadar da gözü kara idi. Sinirli anında herkesi her şeyi silebilirdi. Kendi içinde, bazen çevresini zora sokan bir dengeydi bu. Şimdi gözü karalık daha minumum seviyede…

8 yıl önceki Çocuk; ihtiyaç sahiplerine el uzatmadan içi rahat etmezdi. Çevresini de bunun için organize etmeyi kendine bir borç bilirdi. Şimdilerde yardıma uzak, en azından bunu böyle aksettirmeyi tercih ediyor.

8 yıl önceki Çocuk; çocuktu şimdi büyüdü… İyi taraflarını koruyarak ama ters taraflarını törpüleyerek büyüdü. Onu öyle benimseyip kabul edenler şimdi bu halden daha memnunlardır eminim. Başkalarına pozitif enerji vermeyi çok iyi bilirken, kendini biraz daha negatiflikten uzak tutmayı umarım öğrenecek yaşlanmadan…

8 yıl önceki Çocuk; yani kısaca herkesin hayatına bir <Çocuk> değmeli. İyisiyle kötüsüyle size çok şey öğretir onun karakteri.

"
 
 
...........................................................................

Demiş ki bir hâyâl kur... :
 

"
 
Daha hayat doluydu umudu vardi. Simdi umudum her ne kadar yok dese de kendi de biliyor ki aslında bir parcacik umut hep var icinde...yok diye diretmesi inadinin bir eseridir.
8 yil önce karanliklarda gezinmiyordu ruhu düşünceleri. Simdi karaya çalar oldu...
Daha cesaretli idi önceleri. Simdi nedense korkar oldu her seyden... Oysa ki artik daha da cesaretli olmasi dik durmasi gereken zaman diliminin icinde.
8 yil önce de inatciydi hala inatci. Öyle ki inadi bir tuttu mu nuh der peygamber demez sizi sinir kuplerine bindirir... Olayların başka taraflarini düşünmez ikna edemezsiniz. Gicik olursunuz:)

8 yil önceki gibi hala esmer kisa sacli burnu hizmali kizlari seviyor:)
yillar önce ilk tanidigimda da vardi kalbinde iyilik tohumlari ve hala devam etmekte... Eğer dostuysaniz sizi sevmisse gönülden, bilin ki elinden gelen her yardimi gücünün yettiği yere kadar yapacaktır... Öncesiyle simdisiyle iyi bir sirdastir...
Eskiden olumsuzluklara bakilacak bir pozitif taraf bulabilirdi oysa simdi odaklandigi tek nokta olumsuzluklar...
8 yil öncesine gore inancini yasama noktasında daha bilinçli her ne kadar eksik olduğunu söyleyip dursa da oncesine gore çok daha ileride...
Eskiden de aska boyaliydi gonlu simdi de öyle...
8 yil önce de dusunurdu sevdiği insanların her durumunu ince ince simdi de öyle ama artik biraz da kendini düşünmeli....bazi konularda olan takintilari ise hala devam etmekte... Adi üstünde takinti iste:)
8 yil önce dost canlisi hoş muhabbet biriydi simdi de ayni...
8 yil önce de kendi hakkında hep olumsuz şeyler söyler atip tutardi ( pek sever kendini kotuleyip kafasini gommeyi hüzün bulutlarina) simdi de aynisini yapmaya devam ediyor ama bilin ki kendini kotuledigi kadar iyidir özünde... Ne derse desin kizsa da laf etse de hatta uzak kalsa da, eğer değer verdiklerindenseniz bilin ki yeriniz hala aynidir gönlünde kirginligiyla birlikte ve hala o guvenilir dostunuzdur aslinda... 8 yil önce de boyleydi kalbi sevdiklerine, simdi de öyle iste ve biraz daha ilimli anlayisli....
 
"