40..


 Zaman, hızla geçip giden bir kavrammış..

Öğrendim..



Kıvırcık Saçlı Dünya..

 Farklı bir güne uyanmıştım bu sabah..

Öyle ya, insan kaç kere kırk yaşına girer ki..? Uyumadan önce, yarın bir yaş daha yaşlandığımın bilincinde uyumuştum.. Uyandığımda ise, içimde tarif edilmez bir coşkunluk ve hüzün vardı.. Doğum günleri ister istemez coşkunluk hissi veriyor insana.. Ve belli yaştan sonra ister istemez hüzünleniyorsunuz; "Hayat bitti ve elimizde hiçbir şey yok" hüznü.. 

Yataktan kalkmadan önce telefona baktım.. Gece doğum günümü kutlayan aile bireylerine teşekkür ettim.. Evden çıkıp da işyerine vardığımda saat 08:30 olmuştu.. Dünden kalan evraklar masamda beni bekliyordu.. Sağolsun müstahdem Süleyman amca, iki poğaçayı ve bir dilim peyniri masama koymuştu.. Odaya girdikten 1 dakika sonra elinde çay bardağı ile açık kapıda belirdi.. Siyah ayakkabısı, kahverengi kumaş pantolonu, mavi gömleğin üzerine giydiği siyah renkli kahverengi puanlı yeleği ve kahverengi ceketi ile gülümseyerek "Hoşgeldin Demir bey. Günaydınlar olsun." deyip çayı masaya koydu.. Klasik sabah sohbetimizden beş dakika sonra odadan çıktı.. Ben evrakları incelemeye ve imzalamaya başladım.. Sabahı öğlen ettim.. 

Öğlen yemeğe gidip, işe dönmem yarım saat sürdü.. Odaya girdikten birkaç dakika sonra Süleyman amca önde, arkasında üç iş arkadaşım, bir de Hakkı beyin oğlu Ömer, odanın kapısında belirdiler.. Süleyman amcanın elinde bir pasta vardı.. Herkes gülümseyerek bana bakıyordu.. Hep birlikte içeri girdiler.. Devlet resmiyeti ve ciddiyetinden olsa gerek, hep bir ağızdan değil ama herkes ayrı ayrı doğum günümü kutlayan, iyi temennilerde bulunan cümleler kuruyordu.. Her doğum gününde böyle bir organizasyonumuz olduğundan pek sürpriz oldu diyemem.. Hepsine teşekkür ederek, çikolatalı pastanın üzerinde bulunan dört adet mumu üfleyerek söndürdükten sonra Süleyman amca pastayı alarak çay ocağına götürdü.. Dakikalar sonra çayla birlikte tabaklara konulmuş olarak geri getirdi.. Sohbet edip pastamızı yer, çayımızı yudumlarken, pastasını hızlı hızlı bitiren Hakkı beyin oğlu Ömer utana sıkıla yanıma geldi.. Ömer, beş yaşında, gözlerinden zeka fışkıran, işyerine geldiğinde sağa sola koşturan ve herkesin sevgisini kazanan bir çocuktu.. "k" ve "r" harflerini tam söyleyemediği için çok sevimli bir konuşması vardı.. Sırf bu sebeple onu herkes fazla fazla konuşturuyor, öpüyor, hediyeler veriyordu.. Benim odama da ne zaman gelse, masadaki şekerlerden birkaç tane alıyor cebine koyuyordu.. Babası uyarsa da benden yüz bulduğu için babasını dinlemiyordu.. Pastasını bitirdikten sonra yine masama geldi; elini şekerliğe daldırdı, üç-beş tane şeker aldı.. Babası sert bir ses tonuyla "Oğlumm!" deyiverdi.. Ben, önemli olmadığını anlatan bir mimikle Hakkı beyin yüzüne bakınca, "Tamam ama şimdi tatlı yedin, şekerden bir tane al ve cebine koy, sonra yersin" diye izin verdi.. Ömer de eline aldığı şekerlerden sadece bir tanesini geri şekerliğe koydu, diğerlerini cebine koyarak uzaklaştı.. Babası tekrar devreye girerek, "Demir amcanın doğum günü, hani ne verecektin sen?" dedi.. Ömer de unuttuğu bir şeyi hatırlayıp "Haaa" dedikten sonra elini montunun iç cebine götürdü; altı veya yedi adet papatya çıkardı, bana uzatarak "Bunlar sana. Evin bahçesinden sana topladım." deyip bana uzattı.. Elimi uzatmama fırsat vermeden, masama bıraktı ve babasının yanına kaçtı.. Herkes gibi ben de gülümsedim.. Teşekkür ettim.. Çok mutlu olduğumu, kendisinin çok akıllı ve iyi niyetli olduğunu, beni çok mutlu ettiğini ifade ettim.. Papatyaları alarak gömleğimin cebine koydum.. "Bak sayende çok daha güzel oldu.." dedim.. Pastalar yenip çaylar içildikten yaklaşık 15 dakika sonra herkes odasına çekildi.. Ben de işlere devam ettim..

Mesai bitmeden bir saat önce, öğleden sonra saat 4'de, eve gitmek üzere işten ayrıldım.. İşyerinin hemen önündeki otobüs durağında birkaç dakika bekledikten sonra otobüse bindim.. Cam kenarında bir yere oturdum.. Otobüs hareket ettikten sonra telefonu çıkardım ve sosyal medyadan doğum günümü kutlayanlara karşılık vermeye başladım.. Yaklaşık onbeş dakika sonra, arka koltukta oturan iki kadından birinin "...Herhalde kızım. Bilmiyor musun sen, ben papatya aşığı bir kadınım." cümlesini duydum.. Gayriihtiyari olarak bu cümleyi kuran kişiyi görmek için arkama döndüm.. Yüzünü değil ama kıvırcık saçlarını gördüğüm kadına baktım.. Hemen sonra önüme döndüm.. Arkamdaki koltukta oturan kadın, eliyle omzuma temas ederek, biraz daha yakın bir ses tonuyla "Afedersiniz, yüksek sesli konuşarak sizi rahatsız mı ettim?" dedi.. İletişim kurmak için tamamen arkamı dönerek, bu kadınla yüz yüze geldim..

...Arkamı dönüp de dikkatlice bakınca bir anda tutukluk hissi yaşadım.. Bir türlü cümle kuramadım uzun saniyeler boyunca.. Belki de çok kısa bir an geçmişti ama bana uzun süre gelmişti, bilmiyorum.. Bildiğim tek şey, bu süre zarfında tutukluk hissi yaşadığımdı.. Meraklı gözlerle bana bakan kadını gözlerine bakmaya başladım.. Demin sadece kıvırcık saçlarını görmüştüm, şimdi tüm yüz hatları ile karşımdaydı.. Evet, en belirgin özelliği kıvırcık saçlarıydı.. Kıvırcık saçları öyle belirgin ve öyle çoktu ki; sanki Allah önce saçlarını yaratmış, sonra bu saçlara en uygun hangi yüz olacaksa onu yaratmış gibiydi.. Saçları için yaratılmış bir kadındı kesinlikle.. O kadar kıvırcık ve o kadar çoktu ki saçları, tanıdığım biri olsa, sürekli "Herkesten saklanmak için saçlarında iki oda, bir salon ev yapabilir miyim..?" diye espri yapardım.. Saçlarının güzelliğini tamamlayan keskin ve karakterli bir yüz hattı vardı.. Keskin elmacık kemikleri, keskin bir çene, yüzünün keskinliğini tamamlayacak büyüklükte bir burnu vardı.. Dudakları dolgundu ve mat kırmızı bir ruj sürmüştü.. Bir çizgi şeklinde incecik yapan kadınların aksine, kaşlarını biraz daha kalın tutmuştu.. Yüzünün keskinliğine çok uygun bir kaş yapısı vardı.. Gözleri kahverengi idi.. Otobüs hareket ettikçe ve güneş yüzüne değdikçe, o kahverengi gözler açılıyor ve arada ela rengini alıyordu.. Ekru, V yaka bir kazak giyinmişti.. Pürüzsüz yüzüyle bütünlük sağlayan pürüzsüz bir boyun yapısı vardı.. Kıvırcık saçlarının çokluğunu gören onu balık etli bir kadın sanırdı ama incecik bir boynu vardı.. İncecik boynuna narinlik katan incecik altın bir kolye vardı boynunda.. Otuzlu yaşların başında bir görüntüsü vardı.. Ama yaşı kaç olursa olsun, o eşsiz kıvırcık saçları ve hüzünlü bakan gözleri sebebiyle ömür boyu insanı etkisi altına alabilecek bir yapısı vardı.. 

Sessizliğim uzun sürünce, sorusunu bir kez daha hatırlatmak için "Rahatsız etmedim umarım..." deyiverdi.. Bu cümle ile kendime geldim.. Hafif tebessüm eden bir ifadeyle, "Estağfurullah... Gayriihtiyari "papatya aşığı kadınım" cümlenizi duydum, o sebeple dönüp baktım.. Yanlış anlamazsanız..." diyerek elimi gömleğimin cebine götürdüm.. Bana merakla bakmaya devam ediyordu.. Ne yaptığımı anlamamıştı.. Gömleğimden Ömer'inbana verdiği papatyaları çıkarıp da "Yanlış anlamazsanız papatya aşığı bir kadınla papatyaları buluşturmak isterim.." deyiverdim.. Meraklı ifadesi yerini şaşkınlığa bıraktı.. Doğrusu ben de daha önce böyle bir şey yapmamıştım ve içten içe utanıyor ama utandığımı belli etmemeye çalışıyordum.. Ters tepki alabileceğimin korkusu da vardı.. Şaşkın ifadeyle arkadaşına baktı.. Arkadaşı tebessüm ediyordu.. Hemen sonra elini uzattı, "Yaa bu ne güzel tesadüf. Çok teşekkür ederim." diyerek çiçekleri aldı.. Gülümsüyordu.. O cümlesinden sonra ben de rahatlayarak, "Evet, tevafuk oldu, o cümleden sonra cebimde papatya olması hoş oldu.. Siz de gayet kibar karşıladınız, teşekkür ederim.." dedim.. Bir kez daha gözlerine bakarak tebessüm ettikten sonra önüme döndüm.. Dönerken, "Ben teşekkür ederim." dediğini duydum.. 

Yaklaşık beş dakika sonra Kadıköy'e gelmiştik.. Otobüsten inip vapura binmek için yerimden kalktım.. Düğmeye bastım.. Onlar da inmek için yerinden kalktılar.. Otobüs durağa yanaşırken tekrar göz göze geldik.. Tebessüm ederek, "Tekrar teşekkür ederim size. İyi günler dilerim." dedi.. "Rica ederim.. Ama bana teşekkür etmeyin, ben aracıyım, size o papatyaları Ömer gönderdi.. Üstelik kendi evinin bahçesinden toplamış sizin için" dedim.. Otobüsün kapıları açılırken ve biz çıkmak için iki basamaklı merdivenden inerken, "Nasıl yani, Ömer kim, beni nereden tanıyor?" diye şaşkın ve biraz da korku dolu bakışlarla soru sordu.. Tebessüm ederek, "Tedirgin olmayın lütfen.. Ömer, beş yaşında yakışıklı bir beyefendi.. İş arkadaşımın oğlu.. Bugün doğum günüm, evinin bahçesinden benim için toplamış ama esasında bilmeden size toplamış papatyaları" deyince, yüzündeki tedirginlik kayboydu ve gülümsemeye başladı.. "Aaa öyle mi? Nice yıllara, doğum gününüz kutlu olsun." diye ekledi.. Arkadaşı da doğum günümü kutladıktan sonra "Hadi Saime, vapura 5 dakika kaldı, yetişmemiz lazım." dedi.. Zihnimde bu eşsiz güzellikteki kadının ismi yankılandı.. Saime.. Saime.. Saime.. İsminin anlamını bilmiyordum ve daha önce bu ismi duyduğumu da hatırlamıyorum ama zihnimde yankılanıyordu bu isim.. "Ben de vapura bineceğim, size iyi günler dilerim.." dedim.. Onlar hızlı adımlarla ilerlerken, ben arkalarından vapura doğru ilerlemeye başladım..

.........................................

Arkası yarın kuşağı..



Dizi Repliği..

-- Raşel, inadından evleniyorsun değil mi Mordo'yla..? Mutlu değilsin..!

- Mutluyum.. Mutluyum.. Mutluyum..

.............

Kulüp isimli diziden..



Virüsler Buluşması..

Evettt... Dünyanın dengesini değiştiren Covid virüsü, aylar sonra bana da uğradı..

Yalnız dürüst olayım, bana deseydiler ki, "covid virüsü kim tarafından bulaşsın sana?" diye,  benim seçeceğim insan tarafından, seçeceğim şekilde bulaştı.. Yani covid virüsünün bulaşma şekline laf edemem doğrusu.. 

İnşaallah herkesle birlikte ben de kolay atlatırım da bir anı olarak kalır..

...................

Hastalığı da sağlığı da veren Rabb'e şükürler olsun..



Senin Yüzünden..

Senin yüzünden, hep senin..

Benim şimdi, bazı şeyleri halledip, farklı şeylere odaklanmam ve bambaşka bir hayat yaşamam gerekirdi.. Oysa halledemediğim şeylerde esir kaldım, farklı şeylere odaklanamadım..

Yani senin yüzünden, hep senin..


 


Kusurlu Kusursuz..

Elimden kaydı ve yere düştü.. O rengarenk eski vazo, beş parçaya bölündü.. Deminden beri uğraşıyorum, en kaliteli yapıştırıcıyı kullandım ama bir türlü eskisi gibi olmuyor.. Çöpe atmaya da kıyamıyorum.. 

Yıllara meydan okumuş, rengarenk desenleri ile evin bir köşesinde dursa n'olur ki..? Hep sağlam ve pürüzsüz şeyleri saklama isteğimiz neden..? Varsın kırıldıktan sonra bir türlü eskisi gibi olmayan ruhumuz gibi yanımızda olsun bizim.. Kim bilir, belki de 'kusur'da bir güzellik ve sonsuz kusursuzluğu buluruz..