Yemekte Kıl..

 "İstenmeyen ot, insanın burnunun dibinde bitermiş" derler ya, ben niye kıldan tiksiniyorum diye, ne zaman ve nerede yemek yesem, kimsenin tabağında çıkmayan kıl bende çıkar.. Bu hiç şaşmaz.. 

Eğer siz de kıldan tiksiniyorsanız, benimle iken bu konuyu düşünüp de tedirgin olmanıza, "tabağımda kıl var mı?" diye dikkatle bakınmanıza gerek yok.. Dünyanın en lüks lokantası bile olsa, kıl çıkacaksa, kesin bende çıkacaktır... Siz afiyetle yemeğinizi yiyebilirsiniz..


Garip Bir His..

Akşam oldu neredeyse.. Moral bozucu hiçbir sebep yok ama uyandığımdan beri ağlama isteği var içimde.. Niye böyle, bilmiyorum.. Sanki biri dokunsa, hıçkıra hıçkıra ağlayacakmıșım gibi geliyor..

Niye böyle oldu ki..? 



Çok Mu Zorluyoruz Kendimizi..?

Ne gereği var, hayatı bu kadar dert etmeye,

her şeyi sorun etmeye,

yaşayacağımız üç-beș nefes değil mi sadece..? 

Pes..

 Peşinde koşmaktan yoruldum..

Artık pes ediyorum.. 



Hâyâlin Uğramaz Mı Bana..?

Sen uzakta başka hâyâller kurarken, ben Şehr-i İstanbul'da geziyor ve seni düşünüyorum..



Yabancı..

O gözler senin mi..? 

Sen mi kurdun o cümleleri..? 


Bu kadar mı korkuyorsun bakmaya..? 

Bu kadar mı yabancıyım artık sana..? 


Yarım Kalan Yazı..

Ah bir bilsen, ne çok korkuyordum senden.. Ödüm kopuyordu, ben bir şey söylerim de yüzün asılır diye.. Dünya kadar derdin varken, bir dert de ben olurum diye dört dönüyordum etrafında..

Liseye giden yeni yetme velettik ikimiz de.. Dünya bizim etrafımızda dönüyordu sanki.. Ben çirkin ama ağzı laf yapan ergendim, sen okulun ve mahallenin en güzel kızıydın.. Zaten o güzelliğin sebebiyle başın beladan hiç kurtulmuyordu.. Daha o yaşta evine gelen görücüler, seni hemen evlendirmek isteyen abiler, ailenin hemen her konuda şiddetli baskıları ve sürekli gözetim altında tutulman... Daha neler neler.. "Güzellik her kapıyı açar" derler ama küçük şehrimizde senin tüm kapılarını kapatmıștı.. 

Ne zor görüşüyor, iletişim kurmak için ne kadar çok uğraşıyorduk, hatırlar mısın.. ? O zamanlar cep telefonu ne arar.. ? Lisenin arka sokağında, iki-üç günde bir 5 dakika görüşebiliyorsak, o günü kazanç sayıyorduk.. Teneffüslerde sen arkadaşlarınla, ben arkadaşlarımla gezerken, uzaktan uzağa bakışıyor, kaçamak tebessümlerle sevgimizi hissettiriyorduk.. Liseler arası futbol müsabakalarında, senin izlediğini bildiğim için herkesten fazla koşuyor, gol atınca ilk sana bakıyordum.. Sevincim de, sevincimi paylaştığım ilk kişi de sendin sadece.. Sevgimiz duyulur da ailenin kulağına gider diye, en samimi arkadaşlarımızdan başka kimseye söyleyemiyorduk.. Mektuplar vardı bizi birbirimize bağlayan.. Hemen her gün,  arkadaşlar vesilesiyle birbirimize gönderdiğimiz en az 3 mektubumuz olurdu.. Bazen dörtlük yazardım sana, bazen ikimizin başrol olduğu minik hikâyeler.. Şimdi düşünüyorum da sanırım cümle uydurma sevgim, sana yazdığım mektuplardan miras kaldı.. 

...Sonra uzaktan ama masum sevgimizin duyulması ve istemediğimiz olaylar silsilesi.. Sen de ben de yaşımızın kaldıramadığı olaylar sebebiyle çok üzüldük.. Her neyse geçti gitti bir şekilde.. 

Her yaz olduğu gibi yine memlekete gittim..  Rahmetli babamın, "Öldüğümde beni memlekete götürün" vasiyeti üzerine, bir şekilde bağlanmıș olduk memlekete.. Hatıralarım sebebiyle oraları çok sevdiğimi söyleyemem ama hayatta en çok sevdiğim adamın toprağını ziyaret etmeden de duramam..

..Yani yine memleketteyim işte.. Çarşıda yürüyordum.. Karşı kaldırımda gördüm seni.. Elinden tuttuğun çocuğunla hızlı hızlı yürüyordun.. Sen hâlâ sen gibiydin; ben, ben olmaktan çoktan vazgeçmiştim.. 

Seni görünce... Amann neyse.. ! Yarım kalsın bazı şeyler, bizim gibi..



Telefondaki Yalnızlık..

Saat 17.29.. Neredeyse akşam oldu.. 

Telefonumun şarjı yüzde 90..

Diyeceklerim bu kadar.. 


Niye Böyle Oldu..?

Niye böyle oldu..?

Cidden anlamıyorum, niye böyle oldu..? 

Ne yaptım ben, Allah aşkına söyleyin, ne yaptım da böyle oldu..?

Öyle detaylı yazamıyorum ama bu kadar çok istediğim şeylerin benden bu kadar çok uzak olmasına anlam veremiyorum.. Niye böyle oldu acaba, niye..? 


Nereye Gidiyorsun..?

Yüzünde sürekli gülümsemeyle, kalbindeki hüzün ve merhametinle nereye gidiyorsun ey kadın..?

Sen ki, evcilik oynaman gereken bir yaşta evlilik hayatı yaşarken buldun kendini.. Sen ki, dünyaya eşsiz çocuklar getirdin.. Yalnız kaldın, sustun.. Şiddet gördün, sustun.. Hâyâllerinden farklı bir hayat yaşadın, sustun..

Umuda sarıldın en zor ânlarda.. Kendince yeni bir hayat inşaa ettin.. Kalemler dostun oldu, ruhunu yansıttın kâğıda.. Yazdıkça kendini buldun.. Yazdıkça sen oldun.. Sen, sen olmaya başladıkça çoğaldın, yediveren çiçek oldun..

Ne istedin ki bu hayattan..? Biraz umut, biraz heyecan.. Ne kadar basit isteklerdi oysa.. Ama kader bu ya, gittin ruhu ölmüş adamı buldun : Heyecansız, sevgisiz, güvensiz.. Sen sarılmak istedin, o korktu.. Sen ruhunu açtın, o kaçtı.. Baktın olmuyor, valizini hazırlarken buldun kendini.. Heyecanlanmayı çok gördün kendine.. Bundan önce içinde sakladığın ne varsa, gün yüzüne çıkamadı bir türlü.. Kendini hep tuttun, yakıştıramadın birçok şeyi..

Çocukluk yaşamadığın için olsa gerek, ruhun hep çocuk masumiyetinde kaldı.. Bedenin ve tavırların ise hep olgun insan modundaydı.. Çok gördün bazı şeyleri kendine, çok.. Heyecanını hep kursağında bıraktın.. 

Şimdi nereye gidiyorsun ey kadın..?  Bu hâyâl aleminde neyi bulamadın..? Hangi umudu tükettin içinde..? Hangi ruhsuza meyil verdin..?

Bilmediğin ne çok şey var oysa.. O adam, o adam değil.. O söylenilenler gerçek değil.. O ev, ev değil.. O cümleler cümle değil.. O anlatılanlar gerçek değil.. Hakikatten kaçan bir adamın, hâyâl aleminde kaybolup gittin belki de.. Adam yalnız, adam güvensiz, adam gerçeklerden kopuk, adam kimsesiz, adam bir duvara hapsetmiș kendini hâyâl satıyor insanlara.. Ne öyle bir adam var aslında, ne öyle bir hayat var.. Senin gibi çocukluğunu yaşamamış, ömrü boyunca hâyâl kurmuş bir adam musallat oldu sana.. Ama yine de gitme.. Sarıl kaleme ve yeni hâyâller kur herkese.. Hâyâllerinle donatılmıș kalemi ve kağıdı incitme..