Sanırım en büyük hatayı, maziye takılıp kalmakla yapıyoruz.. Bu sebeple günü yaşayamıyor, bu sebeple geleceğe adım atamıyoruz..
Hayatın Gerçeği..
Mutluyken, gülüp eğleniyorken, espriler yapıyorken, para harcıyorken etrafında insan çok oluyor..
Hele bir dertlerini anlat, depresif ol, asık suratla cümle kur da gör; kimse kalmıyor etrafında.. Onlarca kez sırtında taşıdığın insanlar bile kayboluyor bir anda..
Eee hayat kısa.. Kimse kimsenin mutsuzluğunu veya kahrını çekemiyor artık.. Pozitif olduğun ölçüde varsın insanların hayatında..
Değişimin İçindeki Değişmeyenler..
Öyle Bakma Bana..
Üșüme..
Güzel Bir Günde Haddi Hatırlatılan Sakat İnsan..
9 Kasım..
Yeğenimin isteme/sözlenme merasimi vardı.. Allah'ın emri anıldı, "hayırlı olsun" dendi.. Yüzükler takıldı.. Kurdeleyi kesme görevi, müstakbel gelinin dayısı olarak bana verildi..
Bir denedim, iki denedim, üç denedim ama kesemedim.. Sonra vazgeçtim ve birinin kesmesini rica ettim..
O dakikadan itibaren "mutlu gün" benim için sakat olduğum hakikatini hatırlatan güne dönüştü.. Öyle ya, ben ince kurdeleyi bile kesmekten aciz, sakat bir insandım.. Neden sakat, zavallı ve herkesin acıdığı biri olduğumu unuttum ki..!
Bazen sakat olduğumu unutup kendimi normal insan gibi görmeye başlayınca, hayat anında darbesini vurup gerçekleri hatırlatıyor bana.. Bu akşam da öyle bir akşamdı işte..
Amann.. Ne Değişecek Ki..?
Son dönemde hemen her şeye "amannn ne değişecek ki..?" gözüyle bakıyorum.. Öyle bir boşvermișlik hakim..
- Şuraya gidelim..
+ Amann.. Gitsek ne olacak ki..?
- Şunu yiyelim..
+ Amann.. Yesek ne değişecek ki..?
- Şunu alalım..
+ Amann.. Alsak ne değişecek ki..?
Hayatın olumsuzluğunu kabulleniş ve kendimi yeniliğe kapatma evresindeyim galiba..
Âșk Bakışı..
Bugün işyerinde bir arkadaş aile fotoğraflarını gösteriyordu.. Çocuklarının, eşinin, anne babasının, kardeşlerinin fotoğrafları.. Yaklaşık 15-20 fotoğraftı..
Bir fotoğrafta, arkadaş bir düğünde oynarken, eşinin ona bakışı çekilmişti.. Özellikle poz verilmemiş, doğal bir fotoğraftı..
Fotoğrafla ilgili şeyleri öyle çok betimleyip, duygusal cümleler kuracak değilim ama inanın bana bu öyle bir fotoğraftı ki, karısı öyle aşk dolu bakmıştı ki, tüm hayatım boyunca o bakışın çeyreği kadar dahi sevgiyle bakanım olmadı.. Kıskançlık yapmıyorum, hatta inanın bana, onların adına çok mutlu bile oldum... Ancak o bakışı bir görseydiniz, kadının aşkının fotoğrafa nasıl yansıdığını anlayabilirdiniz.. "5 saniyelik bile olsa, öyle bir bakış için bu dünyanın kahrı çekilir" diyeyim, varın gerisini siz anlayın..
Ömrüm, birkaç saniyelik bile olsa böyle sevgi dolu bir bakışı aramakla geçti.. Ben ömrüm boyunca o bakışı bulamadım vallahi.. Bulabilene bu hayat bayram olsun..
Saç Ekimi..
Bazı şeyleri çok basite alıyoruz biz.. Bir konuya, ya çok fazla değer veriyoruz ya da hiç önemsemiyoruz.. Konulara hakkettiği değeri veremiyoruz bir türlü..
Birkaç gün önce saç ekimi yaptırdım.. Öncesinde ne araştırma yaptım ne de soruşturdum.. Ben zannettim ki, gideceğim, iki-üç saat uzanacağım, olan yerden saç kökü alacak, olmayan yere ekecek, sonrasında çıkıp hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim.. Nerdee..!
Daha ilk başta kan testleri yapıp, ameliyat önlüğünü giyindirdiklerinde durumun vahanetini anladım.. Lokal anestezi için iğne ile kafamın her yerine enjekte edilen sıvının ne kadar yaktığını ve acıttığını bilsem, bu işe girişir miydim, şüpheliyim doğrusu..
Sekiz saatten fazla süren bir operasyon.. Uygun yerlerden uygun sayıda greft alınması, o alınan greftler için kafada kazı yapılması ve greftlerin ekilmesi işlemi.. Yaklaşık 8 saat uzanıyorsun ve kafanda ince bir işçilik yapılıyor.. O ara serum bağlanıyor.. Enjekte edilen sıvılarla birlikte kafandan kan akıyor.. Buna benzer bir sürü detay var..
Saç ekimi zannettiğimiz şey aslında doku nakli olan bir ameliyat işlemi.. İşlem sonrası çeşitli ilaçlar; antibiyotikler, ağrı kesiciler, ödem attırıcılar.. Sonrasında 6 aylık bakım setleri; özel şampuanlar, vitaminler... Yaklaşık 1 yılı bulacak özel ilgi alanı.. En fenası ise uykusuz birkaç gece.. Zira kafanın bir yere değmemesi lazım ve kafanı sabit tutarak dik uyuman gerekiyor.. Bu uyku durumu bile insanı pişman eden bir husus.. Uykusuzluk gerginliğe ve strese sebep oluyor.. "Ne için bu eziyet..?" diye soruyorsun kendi kendine.. Sonuçta sağlık için değil de, keyif için yaptırdığın bir şey.. Keyif sürmek için bu eziyete gerek var mıydı, sürekli onu düşünüyor, günlerce eve hapsolmuş, sıkıntılı ve maddi külfeti fazla olan böyle bir işe kalkıştığın için kendine kızıyorsun..
... Yani cahilliğimizden olsa gerek, bazı şeyleri çok basite alıyoruz.. Bilmiyor, araştırmıyor, incelemiyor, olayın ciddiyetini kavrayamadan atlıyoruz üstüne.. Hoş, bilsek yapar mıyız, o da şüpheli.. Belki de bilmemek en iyisi..
Her neyse.. O kadar ihtiyaç sahibi varken, bencillik yapıp kendi keyfimi düşündüğüm için affet Allah'ım.. Bu kadar parayla birkaç ihtiyaç sahibi aileyi mutlu etmek varken, kendimi düşündüğüm için affet Allah'ım.. Verdiğin sağlığın ne kadar kıymetli olduğunu bilmediğim ve şükürsüz geçirdiğim günler için affet Allah'ım.. Verdiğin her nefes ve her nimet için şükürler olsun Allah'ım..
...............
* Her sıkıntılı ve önemli günde olduğu gibi bu sıkıntılı günlerde de sürekli arayan, soran, araştıran, kahrımı çeken, destek veren, elinden geldiği kadar yardımcı olmak için didinen ve bir kez daha ne kadar iyi yürekli bir insan olduğunu hissettiren sevgili Duygu'ya teşekkür ederim.. (Yıllar sonra bu yazıya denk geldiğimde, onun ismini anmamıș olsaydım, şu birkaç gün içinde verdiği desteğe haksızlık etmiş olurdum.. Bu sebeple kişisel tarihime dipnot düşmek istedim.. Bin yaşa sen e mi..! )
Var Mıyım, Yok Mu..?
Bir karar versen keşke.. Benim gibi biri, gerçekten var mı, yok mu..? Varmış gibi davranıp yok sayman, bu kadar önemsizleștirmen, seni her gün görmeme rağmen beni hiç görmemiş gibi davranman hayatımı alt üst ediyor.. Bir karar versen keşke.. Ya gitsen ya da hepten kalsan benimle.. Zira hayat böyle çekilmiyor.. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyorum.. Kendimi iyice değersiz hissettiriyorsun..
Hoş.. Bu cümleleri kurdurduğuna göre zaten değersiz biri olmuş oluyorum ya, neyse..
Yapmam Deme, Gün Gelir Değişir, Saç da Ektirirsin..
Değişiyor insan.. Zamanın akışıyla değişen her şey gibi insan da değişiyor.. Fiziksel değişimin yanı sıra ruhsal olarak da değişiyor.. Dün farklı düşünürken, bugün farklı düşünebiliyoruz.. Muhtemelen bugün düşündüğümüz ve hissettiğimiz şeyler hakkında yarın farklı düşüneceğiz.. "Değişmeyen tek şey değişimdir" cümlesi, insan için en doğru şey olsa gerek.. Madem hemen her konuda değişim bu kadar kaçınılmaz bir olgu, o zaman bir şeye körü körüne bağlanmak da mantıksız.. Bunun gibi bir kişiyi veya bir şeyi sonsuz sevmek ve/veya sonsuz nefret etmek de gereksiz.. Hayatta her ân, her şeyin olabileceğini bilip ona göre adım attığımız gibi, her düşüncemizin de farklılaşabileceğini düşünüp ona göre mutedil davranmak daha doğru..
Neden anlattığım bu kadar şeyi..? Çünkü iki sene önce "Ne gerek var, ne saçmalık..!" dediğim şeyi yapmaya niyetlendim.. Yıllardır aile bireyleri ve işyeri arkadaşlarım, "Saçın çok seyrek, iyiden iyiye kel oluyorsun, hazır gençken ve fiyatlar uygunken saç ektir" diyorlardı.. Ben ise "Ahım gitti vahım kaldı.. Surat desen bakılacak gibi değil.. Her yerim yamuk-yumuk.. Saçım da olmayıversin.. Saçım olsa da olmasa da kimsenin beğeneceği yok.." deyip saç ekimine karşı çıkıyordum.. Hatta çoğu zaman bana saç ekimini teklif edenlere "Daha neler..! Hayatta yaptırmam.." demişliğim çok vardır..
Sen, bir konu için "asla" deyiver de gör; hayat ne yapar eder sana tükürdüğünü yalatır.. "Yapmam" dediğin şeyi yapar, "gitmem" değin yere gidersin.. Ben de "hayatta yaptırmam" dediğim saç ekimi için yarın operasyon geçireceğim.. Gerçi detaylarını pek bildiğim konu değilmiş meğer.. Bilsem yaptırır mıydım, şüpheliyim doğrusu.. Ben "Bir yere uzanacağım, birkaç bin adet kök alıp kafama ekecekler ve birkaç saat sonra hayatıma devam edeceğim" sanırken, epeyce teferruatı olan, kan tahlillerinden başlayarak lokal anestesi ile devam eden, yaklaşık 8 saat süren, ağrısının sızısının bol olduğu, 1 hafta banyo yapamayacağım, 1 gün dik uyumam gereken, 8 ay kadar devam edecek bir süreç olduğunu; "saç ekimi"nin aslında cerrahi bir operasyon olduğunu öğrendim.. Hayatımdaki her yeni şey için "ne gerek vardı ya..?" deyip kendime kızdığım gibi, şuan saç ekimi konusunda da kendime kızıyorum.. Bakalım sonuç ne olacak.. Yarın ola, hayrola..
Demem o ki, sahiden bir şeye bağnazca bağlanmak mantıksız.. Daha yumuşak bir karakterde, daha pozitif düşünceler içinde olmak gerekiyor.. Akıntıya karşı gelemiyorsun her zaman.. Hayat sadece "siyah" ve "beyaz"dan ibaret değil.. Gün geliyor farklı düşüncelerin, farklı beğenilerin, farklı hislerin, farklı renklerin içinde buluyoruz kendimizi..
O sebeple iyi bilmek gerekiyor ki ;
İnsan fani.. Düşünceler fani.. Beğeniler fani..
Tek gerçek var hayatta : Hûve'l bâki..
........
Ertesi gün dipnot :
Hastaneyi su bastığı için saç ekimi iptal edildi..
Öyle Bakma, İncinir Ruhum..
Dengi Dengine..
Bugün, daha önce instgramdan tanıştığım ve ortak bir derdi paylaştığım biri şöyle dedi :
"Peki, ona da haksızlık değil mi? Bir ömür boyu seninle olacak diye, herkese açıklama yapmak zorunda kalacak, hep seni savunma ihtiyacı hissedecek? Bir erkeğin kollarında huzur bulayım derken, ömür boyu sana dadılık ederken bulacak kendini? Ona yazık değil mi? Sence bu ona haksızlık değil mi? Davul bile dengi dengine be adam! Biliyorum, yaşadım, bunu kalbimiz bir türlü kabul etmiyor, umut etmek istiyoruz ama sahiden bu kötü dünyada, davul bile dengi dengine... "
"Ah Keşke"n Olacağım..
Yâr, "gitme" demedim mi..? "Gidersen sen orada eksik olursun, ben burada yarım kalırım" demedim mi..? "Sensiz türkülerin, güzel filmlerin, güneşli havanın, yağmurdan sonraki toprak kokusunun, gülsuyu kokan duaların, yeni doğmuş bebeğin kokusunun, deniz kenarında yapılan kahvaltıların, tomurcuklu çayın, yazılan satırların, uydurulan cümlelerin bir anlamı olmaz" demedim mi..?
Ne oldu şimdi..? Sen, bensiz hayatta tutunma çabası içindesin, ben zaten hepten bir başına kalıverdim..
Sen de biliyorsun, içindeki o boşluk hissi hiç geçmeyecek.. Kısa süreli mutluluklar yaşayacak, bazı olaylardan tatmin olacaksın ama esas itibariyle ömrünün sonuna kadar hep bir boşluk içinde yaşayacaksın.. Sen de biliyorsun, ilacın benim, o hırçın ruhunun ve sonsuz düşüncelerinin limanı benim.. Sen de biliyorsun, senin için huzurun kaynağı benim.. Buna rağmen "ailem" dedin, "çevrem" dedin, "mevkiim" dedin ve gittin.. "Gitme" demedim mi sana..? Yâr, ben sana "gitme" demedim mi..?
...
Bir gün vazgeçeceğim senden, bunu bil.. Yine aklımda, gönlümde, kalbimde, ruhumda, cümlelerimde sen olacaksın ama iyi bil ki vazgeçeceğim senden.. Seni ruhuma gömecek ve kalbim yerine mantığımı dinleyerek hayata farklı adımlar atacağım.. Sen de kendi hayatına dalacaksın; belki hiç aklına getirmeyeceksin beni.. Mutlu olduğun günlerde umursamazca yaşayacak, mutsuz olduğun günlerde "ah keşke" diyerek beni hatırlayacaksın.. Benimle bir ömür geçirmenin nasıl olacağına dair içinde hep bir merak olacak.. Üzülünce ben olacağım hâyâlinde, mutlu olunca sıradan bir insandan farkım olmayacak senin için..
...
Yâr, çok doldum bilesin.. Kendimi ifade edemeyecek kadar, bir cümle bile uyduramayacak kadar çok doldum.. Ruhum doldu taşıyor artık.. Ben, bana sığamıyorum sanki.. Ne verdiğim değeri görebiliyorum senden, ne uzaklardan kokunu hissedebiliyorum.. Varken, varlığına hasret kaldım.. Yanımdayken bile sana hasret oldum..
Şimdi sen uzaklarda...
Ben hâyâllerde...
Hâyâli bir sevgiliye...
Yarım kalan cümlelerle...
Yâr, ne demek istediğimi anladın işte..
En İyisi Ev..
Sevilmeye Muhtacım..
Kahkaha..
Tatil..
Yemekte Kıl..
"İstenmeyen ot, insanın burnunun dibinde bitermiş" derler ya, ben niye kıldan tiksiniyorum diye, ne zaman ve nerede yemek yesem, kimsenin tabağında çıkmayan kıl bende çıkar.. Bu hiç şaşmaz..
Eğer siz de kıldan tiksiniyorsanız, benimle iken bu konuyu düşünüp de tedirgin olmanıza, "tabağımda kıl var mı?" diye dikkatle bakınmanıza gerek yok.. Dünyanın en lüks lokantası bile olsa, kıl çıkacaksa, kesin bende çıkacaktır... Siz afiyetle yemeğinizi yiyebilirsiniz..
Garip Bir His..
Çok Mu Zorluyoruz Kendimizi..?
Yabancı..
Yarım Kalan Yazı..
Ah bir bilsen, ne çok korkuyordum senden.. Ödüm kopuyordu, ben bir şey söylerim de yüzün asılır diye.. Dünya kadar derdin varken, bir dert de ben olurum diye dört dönüyordum etrafında..
Liseye giden yeni yetme velettik ikimiz de.. Dünya bizim etrafımızda dönüyordu sanki.. Ben çirkin ama ağzı laf yapan ergendim, sen okulun ve mahallenin en güzel kızıydın.. Zaten o güzelliğin sebebiyle başın beladan hiç kurtulmuyordu.. Daha o yaşta evine gelen görücüler, seni hemen evlendirmek isteyen abiler, ailenin hemen her konuda şiddetli baskıları ve sürekli gözetim altında tutulman... Daha neler neler.. "Güzellik her kapıyı açar" derler ama küçük şehrimizde senin tüm kapılarını kapatmıștı..
Ne zor görüşüyor, iletişim kurmak için ne kadar çok uğraşıyorduk, hatırlar mısın.. ? O zamanlar cep telefonu ne arar.. ? Lisenin arka sokağında, iki-üç günde bir 5 dakika görüşebiliyorsak, o günü kazanç sayıyorduk.. Teneffüslerde sen arkadaşlarınla, ben arkadaşlarımla gezerken, uzaktan uzağa bakışıyor, kaçamak tebessümlerle sevgimizi hissettiriyorduk.. Liseler arası futbol müsabakalarında, senin izlediğini bildiğim için herkesten fazla koşuyor, gol atınca ilk sana bakıyordum.. Sevincim de, sevincimi paylaştığım ilk kişi de sendin sadece.. Sevgimiz duyulur da ailenin kulağına gider diye, en samimi arkadaşlarımızdan başka kimseye söyleyemiyorduk.. Mektuplar vardı bizi birbirimize bağlayan.. Hemen her gün, arkadaşlar vesilesiyle birbirimize gönderdiğimiz en az 3 mektubumuz olurdu.. Bazen dörtlük yazardım sana, bazen ikimizin başrol olduğu minik hikâyeler.. Şimdi düşünüyorum da sanırım cümle uydurma sevgim, sana yazdığım mektuplardan miras kaldı..
...Sonra uzaktan ama masum sevgimizin duyulması ve istemediğimiz olaylar silsilesi.. Sen de ben de yaşımızın kaldıramadığı olaylar sebebiyle çok üzüldük.. Her neyse geçti gitti bir şekilde..
Her yaz olduğu gibi yine memlekete gittim.. Rahmetli babamın, "Öldüğümde beni memlekete götürün" vasiyeti üzerine, bir şekilde bağlanmıș olduk memlekete.. Hatıralarım sebebiyle oraları çok sevdiğimi söyleyemem ama hayatta en çok sevdiğim adamın toprağını ziyaret etmeden de duramam..
..Yani yine memleketteyim işte.. Çarşıda yürüyordum.. Karşı kaldırımda gördüm seni.. Elinden tuttuğun çocuğunla hızlı hızlı yürüyordun.. Sen hâlâ sen gibiydin; ben, ben olmaktan çoktan vazgeçmiştim..
Seni görünce... Amann neyse.. ! Yarım kalsın bazı şeyler, bizim gibi..
Niye Böyle Oldu..?
Nereye Gidiyorsun..?
Yüzünde sürekli gülümsemeyle, kalbindeki hüzün ve merhametinle nereye gidiyorsun ey kadın..?
Sen ki, evcilik oynaman gereken bir yaşta evlilik hayatı yaşarken buldun kendini.. Sen ki, dünyaya eşsiz çocuklar getirdin.. Yalnız kaldın, sustun.. Şiddet gördün, sustun.. Hâyâllerinden farklı bir hayat yaşadın, sustun..
Umuda sarıldın en zor ânlarda.. Kendince yeni bir hayat inşaa ettin.. Kalemler dostun oldu, ruhunu yansıttın kâğıda.. Yazdıkça kendini buldun.. Yazdıkça sen oldun.. Sen, sen olmaya başladıkça çoğaldın, yediveren çiçek oldun..
Ne istedin ki bu hayattan..? Biraz umut, biraz heyecan.. Ne kadar basit isteklerdi oysa.. Ama kader bu ya, gittin ruhu ölmüş adamı buldun : Heyecansız, sevgisiz, güvensiz.. Sen sarılmak istedin, o korktu.. Sen ruhunu açtın, o kaçtı.. Baktın olmuyor, valizini hazırlarken buldun kendini.. Heyecanlanmayı çok gördün kendine.. Bundan önce içinde sakladığın ne varsa, gün yüzüne çıkamadı bir türlü.. Kendini hep tuttun, yakıştıramadın birçok şeyi..
Çocukluk yaşamadığın için olsa gerek, ruhun hep çocuk masumiyetinde kaldı.. Bedenin ve tavırların ise hep olgun insan modundaydı.. Çok gördün bazı şeyleri kendine, çok.. Heyecanını hep kursağında bıraktın..
Şimdi nereye gidiyorsun ey kadın..? Bu hâyâl aleminde neyi bulamadın..? Hangi umudu tükettin içinde..? Hangi ruhsuza meyil verdin..?
Bilmediğin ne çok şey var oysa.. O adam, o adam değil.. O söylenilenler gerçek değil.. O ev, ev değil.. O cümleler cümle değil.. O anlatılanlar gerçek değil.. Hakikatten kaçan bir adamın, hâyâl aleminde kaybolup gittin belki de.. Adam yalnız, adam güvensiz, adam gerçeklerden kopuk, adam kimsesiz, adam bir duvara hapsetmiș kendini hâyâl satıyor insanlara.. Ne öyle bir adam var aslında, ne öyle bir hayat var.. Senin gibi çocukluğunu yaşamamış, ömrü boyunca hâyâl kurmuş bir adam musallat oldu sana.. Ama yine de gitme.. Sarıl kaleme ve yeni hâyâller kur herkese.. Hâyâllerinle donatılmıș kalemi ve kağıdı incitme..
Deniz Hâyâlinden, Güzel Anıların Kadınına Yolculuk..
Benim ne işim var memlekette, bilmiyorum.. Şimdi deniz kenarında oturmuş, bir şeyler içiyor, uyuyor, denize giriyor, arada güzel bikinili kızlara bakıyor olabilirdim.. Oysa şimdi ağustos olmamıza rağmen soğukta battaniyeye sarılmış, deniz hâyâli kuruyorum..
Bir kadın vardı eskiden.. Denize gitmek istediğimi söylemiştim.. O da benim isteğimi ailesine söylemiş, ailesi bana bir apart ayarlamıştı.. O kadınla birlikte gitmiştik o bölgeye.. Önce ailesinin yanına uğramış, o güzel ailenin kızartması bol yemeklerini yemiştik.. Sonra beni, yazlıklarına yakın olan aparta götürmüş, yerleştirmişlerdi.. Kaldığım 2-3 gün boyunca denize beraber gitmiş, beraber gezmiş, beraber vakit geçirmiştik.. Sağolsun kendisi de, ailesi de beni memnun etmek için uğraşıyorlardı.. Sanırım misafir gözüyle bakıyorlardı bana.. Her yere yanımda geliyor, sahilde bikinili kızları seyretmeme ses çıkarmıyor, denize gidip birileriyle tanışıp 1 saatten fazla denizde kalmama rağmen sahilde beni bekliyordu.. O zamanlar elinde imkân olsa, beni memnun etmek için cebime girecek, nereye gitsem gelecekti.. Ona ayıp olmasın diye yanımdan geçen güzel ve bikinili kızlara detaylı bakamıyordum ama gizli de olsa bakıp bıyık bükebiliyordum..
İyi kadındı, iyi.. Bazen yolunu şaşırdığı oluyor, beni kızdıracak bir şey yapıyor, benden laf yedikten sonra kendini toparlıyor, laf işittiği bir konuda artık asla aynı hatayı yapmıyordu.. Ağzımdan laf almasını da çok iyi biliyordu.. Benim hırçın ve dediğim dedik karakterimi yumuşatabiliyordu.. Bir kız arkadaşım vardı, benim bilgim yokken o kız arkadaşım buna ters laflar bile söylemiş, bu garibim de bu kötü olayı bana hiç yansıtmamıștı.. İyi kadındı, iyi..
Aradan geçen aylardan sonra ne oldu bilmem, beni fazla sahiplenmeye başladı.. Hiç olmadık yerde çok yanlış anlaşılacak sözler söyledi.. Tabii benden fırça yedi.. Normalde sessiz kalır, alttan alırdı ama bu defa alttan almadı.. Araya bir soğukluk girdi.. Haftalar, belki aylar sonra el uzattım, uzattığım eli bile tutmak yerine bana iğneleyici laflar söylemeyi seçti.. Ve böylece hayatımdan çıkıp gitti.. Gitti ama her zaman "güzel anıların kadını" olarak hayatımda yer etti.. Şimdi nerededir, ne yapıyordur, hayatını kime adamıştır, tüm sıkıntılara rağmen hayata meydan okumaya devam ediyor mudur, bilmiyorum.. Bazen umursamıyor, bazen uykusuz gecelerde hatıraları düşünüp onu yâd ediyorum..
Demem o ki, şimdi memleketteyim ve bana tatil yeri ayarlayıp, neredeyse her yere cebimde gelen o kadının ayarladığı gibi ucuz bir apartta, tüm gün deniz kenarında oturmanın hâyâlini kuruyorum.. Ama o kadın yok artık.. Hiç kimse kalıcı olmuyor hayatta.. En sevdiklerimizle bile yolumuz ayrı düşüyor zamanla.. Ya bir sinir anı, ya söylenen ters bir söz, ya alttan alamama sorunu, ya uzatılan eli itebilme cesareti sebebiyle, çok iyi tanıdığımız insanlarla bile ayrı düşebiliyoruz.. En kötüsü ise, o insanların kibri sebebiyle geri adım atamaması, kendini dünyanın merkezi sanma içgüdüsü.. Bunları biliyorum, çünkü ben de böyleyim.. Ama en azından ben, ne ve kim olduğumu biliyorum.. İnsanların çoğu ne olduğundan bile bihaberler ne yazık ki..
Yani hayatta herkesin bir görevi var.. Gelir ve giderler.. Kimisi "söz dinleyen" olarak başlar, bir bakarsın raydan çıkmış, kendini "hükümdar" olarak görür, kimisi yolunu hiç şaşırmaz, iletişime nasıl başlamışsa öyle devam eder.. Elbetteki kızgınlıklar olur, küslükler devam eder, gerekirse ters söz söylenir ama bunlar birbirini bilen insanlar için gelir geçer şeylerdir.. Raydan çıktıktan sonra yeniden raya giremeyen, uzatılan eli ters çeviren, alttan almasını bilmeyen, kendini "hükümdar" olarak görmeye başlayan insanlar için yapılacak bir şey yoktur.. Ya özlerine dönüp "söz dinleyen" ve "güzel anıların kadını" olarak kalmaya devam edecekler ya da "hükümdar" olduğu ülkede kendi hükümlerini sürecekler..
Heyyy gidi heyy.. Soğuk havada deniz hâyâli kurarken, konu nereden nereye geldi.. Sakin ve huzurlu deniz hâyâli, yerini yazdıkça kızdığım hatıralara kadar getirdi.. Ben sahiden beş para etmez bir herifim ya.. Durduk yere sinirlenecek bir şey buluyorum kendime.. Kimsenin kimseye katlanamadığı bu hayatta, benim gibi birine katlanmayı başaran insanlara plaket verilmeli bence.. Gerçi öyle biri kalmadığı için plaket verecek kimse de kalmadı haliyle.. Sevdiğini söyleyen kadın bile "benden sana hayır yok" deyip, beni tek başıma memleketin en ücra köşesine göndermişken, "güzel anıların kadını"nın farklı bir insan gibi davranmasına şaşmamalı.. Ben neyim ki, insanların "canım"ı olabileyim.. Hiçten gelen, hiçe giden bir bedbaht işte..
Kiminle Hâyâl Kuruyorsan Ona Aitsin..
Tuhaf bir geceydi.. Zaman ilerliyor, akreple yelkovan birbiriyle yarışırcasına hep bir sonraki rakamı gösteriyordu.. Sohbet sohbeti açmış, konudan konuya geçiyordu adamla kadın.. Bazen ișlerinden, bazen çocukluklarından, bazen yemeklerden, bazen gezip gördükleri yerlerden bahsediyor, ikisi de sık sık espri yapıyordu.. Birini sürekli gülümsetmeye çalışmak, insanın o kişiden etkilendiğini gösteriyor sanırım..
Sessizlik iyice her tarafı kaplamıș, karanlık tamamen hakimiyet kurmuş, akrep ikinin, yelkovan dokuzun üzerinde kendine yer bulmuşken, "Eğer gerçekten böyle biriysen, sen benim erkeğim ol yaaa" dedi kadın..
Adam önce bir garipsedi.. Doğrusu beklemiyordu böyle bir cümleyi.. İçten içe beğenilmenin hazzını yaşadı.. Aslında kendisinin değil de, sanal alemde uydurduğu cümlelerin beğenildiğini biliyordu ama yine de böyle bir cümleyi okumanın hazzını yaşıyordu.. Yüzünde olduğu gibi ruhunda da tebessüm oluşmuştu.. Biraz düşündü ve...
"Olmaya başladım bile.. Sen farkında değil misin..? Gecenin bir yarısı benimle hâyâl kuruyorsun.. Unutma, kadın, anca erkeğiyle hâyâl kurar.." dedi adam..
İnsan Hayatı Yapboz Tahtası..
Ben çok uyurdum eskiden.. O zamanlar huzurlu bir heriftim.. Artık nasıl olmuşsa olmuş, bir kadın gönlünü kaptırmıştı bana.. Benim, kendimin bile gıcık olduğum hallerimi hoş görüyor, sabırla ve güler yüzle beni iyileştirmeye, daha doğru bir ifade ile beni adam etmeye çalışıyordu.. Çok uyurdum dedim ya, hani gecenin bir vakti uyanırsın, her yer sessizdir, gece lambasının renkli ışığından başka bir ışık yoktur ya, işte gecenin bir vakti uyandığımda onu yanımda görmenin mutluluğu ve verdiği özgüveni anlatamam.. Şimdi o kadın nerededir bilmiyorum tabii.. Beni adam edemeyeceğini, benden bir cacık olmayacağını anlamış olsa gerek ki, küçük bir sinir anında terk etti beni.. Ben "gitme" diyemedim, o inadından vazgeçip de geri gelemedi.. Muhtemelen şimdi dünyaya güzellik katmaya devam ediyordur.. Huzursuz, uyuyamayan insanların, huzurlu bir şekilde uyumasına vesile oluyordur.. Bilmiyorum.. Demem o ki, uyumak güzel de, kim olursa olsun gidişler hep zordur.. İnsan hayatı, bir yapboz tahtası.. Herkesin kendine özel bir yeri var.. O kişi eksik olunca, yapboz tahtası bitmez, o kişinin yeri hep eksik kalır.. Bu sebeple her gidiş zordur ; yeri doldurulmaz bir iz bırakır..
Memleket..
Çadırsız Çadır Tatili..
Nazik Olma Öküz Ol..
Herhangi Bir Kadından Çok Şey İstemek..
Sevişmek istiyorum..
Sadece sevişmek değil, yumuşak ve pürüzsüz bir kadın tenine dokunmak, o kadının göğüslerinin ve göbeğinin üzerinde uyumak istiyorum.. Öyle özel bir kadının da hâyâlini kurmuyorum üstelik.. Kimin olduğuna özen göstermiyor, bu konuda kalbimi de dinlemiyorum.. Herhangi bir kadın olması yeter benim için.. Sadece çırılçıplak teninin üzerine uzanmama, arada öpmeme izin versin, şefkatle gözlerime baksın, tüm vücuduma dokunmaktan çekinmesin ve benden tiksinmesin yeter.. Acıyan gözlerle değil de şefkatli ve arada șehvetli gözlerle baksın, hiç değilse yanında ben varken, beni dünyadaki en özel insan olarak hissettirsin istiyorum.. Hiç değilse yatakta, her şeyin ve herkesin önüne koysun beni.. Ne kadar kötü seviştiğimi değil de onu ne kadar tatmin ettiğimi hissettirsin.. Hiç değilse yatakta, "senden başkası umrumda değil" diyebilsin..
Sevişmek istiyorum.. Sadece bedenimle değil, ruhumla da sevişmek istiyorum.. Öyle özel bir kadın olması da umrumda değil artık, herhangi bir kadın tarafından varlığıma ve bedenime değer verilsin istiyorum..
Türkü..
Hâyâller Biter, Yeni Hayat Başlar..
Zaten son dönemde belliydi kurduğu cümlelerden, bakışlarından, davranışlarından.. Akıllandığını, davulun bile dengi dengine çalması gerektiğini kavradığını, benden tamamen vazgeçtiğini, yeni bir hayata yelken açtığını gözleri söylüyordu bana.. Çok geçmedi, nihayet bir soru sonrası itiraf da geldi :
"Belli ki benden sana hayır yok.."
...
Her zaman ondan daha cesurdum ama son dönemde benim düşüncelerim daha da ciddileşmiști oysa.. Hele ki bu sene.. Bu sene cesaret hapı içmiş gibiydim sanki.. Memlekete götürecek, babamla tanıştıracaktım.. Babamla tanışmasının hâyâlini kurabiliyordum.. Memlekete gitmeyi teklif bile ettim.. Şimdi ise tek başıma gitmek için bilet aldım..
Bir cümle ile bitti o kadar sene..
Yeni hayata bismillah deme zamanı geldi çattı artık.. Bir yaştan sonra zor geliyor her yenilik.. Ki yeniliğe ne kadar açığım, orası da muamma..
Her neyse.. Buna da elhamdülillah..
Ve haydi bismillah..
Parkta Kucaktaki Ayaklar..
Evdeydim..
"Buluşalım mı?" diye mesaj atmıştın.. "Olur.." demiştim.. Sen buluşmak isteyince, bir şeye moralin bozuk, kafayı toplayamıyorsun da kafa dağıtmak için benimle buluşmak istiyorsun sanmıştım.. Öyle düşünerek beklemiștim seni..
Yaklaşık 40 dakikalık yoldan arabanla gelip, beni evin kapısından almıştın..
...
Biliyor musun, ben en çok senin arabana binerken utanıyor, en büyük eksikliği senin arabanda hissediyordum.. Sanki senin değil de, benim seni arabamla almam gerekiyormuş gibi.. Sanki yanında sığıntıymıșım gibi.. Erkeklik özgüvenimi arabana biner binmez kaybediyormușum gibi.. Ama affet, ne yapayım, Mevla nasip etmedi işte..
...
Arabana bindikten sonra normalde "Nereye gidelim?" diyen sen, "Sizin parka gidelim mi?" deyip, daha önce defalarca gittiğimiz, evin yakınındaki geniş ve güzel parka gitmiştik.. Sonra arabanı uygun bir yere park etmiştin..
...
Arabayı park etmekle ilgili sıkıntıların var senin.. Acemilikten mi, yoksa ruhunun daralmasına gelemediğinden mi bilmiyorum, park ettiğin yerin geniş olmasını, önünde arkasında araba olmamasını istiyorsun.. Hee bir de trafikte iken daha asabi ve inatçı oluyor, diğer sürücülere çok laf söylüyor, sakin kalamıyorsun..
...
Arabayı park ettikten sonra bana sarılmıştın.. Bir de minik bir buse kondurmuștun dudaklarıma.. O zaman anlamıştım moralinin bu defa bozuk olmadığını ve sadece benim için geldiğini..
Bana kalsa, arabanın içinde uzun uzun öperdim seni ama sen "Hadi inelim" deyince, arabadan indik.. Neden bilmem çantanı hep arka koltuğa koyuyorsun.. Yanındaki koltuk boş olsa da arka koltuğa koymayı âdet edinmişsin..
Arabadan inince hemen arka kapıyı açmış, çantanı almıștın.. Ben o ara sana bakıyordum.. Sonra bagaj kapısını açtın.. Arada gülümseyerek bana baktın.. Yanına geldim, bagajın içine baktım.. İki katlanır sandalye ve piknik sepeti görmüştüm..
Daha önce de böyle şeyler yapmıştın ama bu defa ben hiç beklemiyordum.. Yüzüne sevgi dolu ve gülümseyerek baktım.. Sonra sandalyeleri ben aldım, piknik sepetini sen..
Yaklaşık 5 dakika yürüdükten sonra kendimize en uygun yeri bulmuştuk.. Hava sıcaktı ama hafif bir esinti vardı.. Aydınlatılmıș parkta, yemyeşil çimlerin üzerine sandalyeleri açmıștık.. Sen piknik sepetinden önce bardakları çıkarmıștın.. Sonra termosu.. Sonra plastik bir kutu çıkarırken, içinde tatlı olduğunu anlamıștım.. Yüzümde iyice güller açmıştı tatlıyı görünce.. Sonra bana özel olarak şeker ve çay kaşığı çıktı.. Beni düşünerek, sepete şeker ve çay kaşığı koyduğun için mutlu olmuştum..
...
Hatırlar mısın ilk buluştuğumuz zamanları..? Bana her kahvaltı hazırladığında, çayın yanına şeker koymazdın.. Kendin şekersiz içiyorsun diye, bana şeker vermeyi hep unuturdun... Ben sessizce ve uzun uzun çaya bakar, "ahhh ahhhh" gibi bir şeyler söyler, sen anca o zaman şeker vermeyi unuttuğunu anlar, koşar adım şeker ve kaşık getirir, ben arada tebessüm ederdim.. O anlarda nedense bir mahcubiyet olurdu sende.. Ama ekmek konusunda öyle değildin.. Benim bir lokmada yiyeceğim mini minnacık ekmekle, tüm kahvaltıyı bitirmemi isterdin.. Ben, "Biraz daha ekmek lütfen yaaa.." diye diye senden ekmek almaya çabalardım.. Sen de beni kıramaz, istemeye istemeye ekmek verirdin.. Aradan geçen aylardan sonra artık ekmek konusunda inadından vazgeçip bana bol bol ekmek vermeye başlamış, hatta sen de ekmek yer olmuştun..
...
Sepetten son olarak çekirdek çıkarmıştın.. Sonra çayımı doldurup, içine şeker atıp karıştırmıştın.. Çikolatalı/kakaolu tatlıya çatalı daldırıp, ilk bana yedirmiştin.. Ben içimde olan tüm sevgi kaynağını yüzüme yansıtmış, sana hayranlıkla bakıyor, tatlının ve çayın keyfini çıkarıyordum..
Yeşil çimde huzur bulmak istemiş olacaksın ki, ayakkabılarını çıkarmış, oturduğun yerden çimlere basıyordun.. Hafif rüzgâr olduğu için üşüyeceğini düşünerek, ayaklarını kucağıma uzatmanı istemiştim.. Az ileride oturan insanları gösterip, "Olmaz ayıp olur." demiştin.. "Uzat ya, niye ayıp olsun.. Daha neler.." diyerek, zorla ayaklarından tutup kucağıma almış, üşümesin diye ayaklarını okșamıș, avuçlarımın arasına almıştım..
Orada, o gece, en güzel buluşmalarımızdan birini yaşamış, havanın biraz daha serinlemesi ve saatin geç olması sebebiyle evlere gitmek için ayaklanmıștık..
O akşam ne güzeldi.. O park ne güzeldi.. O çay, o tatlı, o çekirdek, o benim için özel gelen çay şekeri ve kaşığı ne güzeldi..
Kaç yıl geçti..? Kim bilir, o güzel akşamın üstünden kaç asır geçti..? Heyy gidi hey..
Bugün iş çıkışı o parka gittim de, kucağımdaki o minik ayakların geldi aklıma.. Hadi bir kez daha uzatsana kucağıma.. Kucağımda ayaklarının eksikliği var..
Cümleler Yarım..
Yağmur yağmıyor Şehr-i İstanbul'a..
Hava sıcak..
Terleyebileceğim kadar terliyorum dışarıda..
Yüzümde ter damlaları, avuçlarım ıpıslak..
Zihnimi toparlayamıyorum bir türlü..
Kâh işleri düşünüyorum, kâh başka şeyleri..
Bazen düşüncem cümle hâlini almadan, başka bir düşünceye dönüşüyor..
Düşünceler arasında gidip geliyorum..
İşte deniz kenarındayım, sahilde oturmuş karpuz yiyorum..
İşte șimdi büyük göğüslü kadın fotoğraf göndermiş, kendimi tutamıyor, göğüslerini emiyorum..
Birden ișyerinde beliriyor, işleri yapıyorum..
Aniden memlekete gidiyor, soğukta mışıl mışıl uyuyorum..
Yağmur yağmıyor bir türlü Şehr-i İstanbul'a..
Hava bir türlü serinlemiyor..
Koşar adım yürüyen insanlar hiç terlemezken,
ben onların yerine terlemenin sıkıntısını yaşıyorum..
Kitap okuyamıyorum..
Satranç oynayamıyorum..
İbadet yapamıyorum..
İhtiyaç sahibi hiç kimseye fayda sağlayamıyorum..
Konudan konuya, daldan dala atlıyor düşüncelerim,
adam akıllı bir cümle uyduramıyorum..
Hamburger, patates kızartması, tavuk yedim akşam yemeği niyetine..
Ve bol asitli bir kola içtim..
Muhtemelen yarın yine kilomdan șikâyet edeceğim..
Ama yine dayanamayıp yemek yiyeceğim..
Güya evde sadece yoğurt yiyecektim,
bugün hamburger, dün iskender kebap yedim..
İki evim var, maaşım var; yemeğe ve alışverişe yetmiyor paralar..
Helâl kazancın bile bereketini kaçırdım müsriflik yapa yapa..
Şükretmeyi de unuttum, insanlığı da..
Marmaris çok mu uzak..?
Veya Ege'de şirin bir sahil kasabası..?
Deniz çekiyor ruhumu..
Denize bakan bir evin balkonunda geçireceğim bir ömrün hâyâlini kuruyorum..
Ben bebekken de, çocukken de yaşlıydım..
Şimdi iyice emekli oldu ruhum..
Bazen testesteron hormonu sarıyor beynimi..
Kadının memelerini emdiğimi düşünüyorum..
Sonra sekste bile berbat olduğumu hatırlayıp, fanteziyi bile yarım bırakıyorum..
Erken boşalma, erken düşünceler, yarım cümleler..
Hayatımdaki her şey böyle eksik işte..
İki kelimeyi yan yana getirip de, anlamlı bir cümle uydurmayı başaramadım bir türlü..
Cümleler yarım, sözler yarım, hâyâller yarım...
Herkes çok genç..
Yirmili yaşlarda çevremdeki herkes..
Düşünceleri de, hayata bakışları da henüz çok ham..
Daha doğru dürüst darbe yememiş, hayatın çıkar üstüne kurulu olduğunu kavrayamamıșlar..
Onlara kalsa çok güçlüler..
Onlara kalsa dünyayı değiştirecekler..
Onlar şarkı söylüyor, ben uzun hava..
Onlar arabayla uçuyor, ben anca yaya..
Erken doğduk, çok erken..
Ya da geç bilinçlendik, çok geç..
Bu akılla, şimdi onbeș yașında olmamız gerekiyordu bizim..
Belki hayatı bu denli kaçırmazdık..
Şu üç artı bir evde, bu kadar yarım kalmazdık..
Demem o ki, yağmur yağmıyor Şehr-i İstanbul'a..
Hava sıcak..
Bu sebeple olsa gerek, cümleler yarım yamalak..
Belli ki, bu gece, anlamlı bir cümle çıkmayacak..
Diş..
Dișler, insanın hayatını ne kadar çok etkiliyormuş meğer..
3 aydır ön taraftaki 4 dişimden yoksunum ve bu durum hayatımı yüzde 70 oranında etkiliyor dersem yanlış demiş olmam.. Sahiden büyük sıkıntı imiş diş olmaması.. Kendimi bildim bileli dişlerimle ilgili sıkıntı vardır ama özellikle ortadaki dişlerin olmaması, hem yemek alışkanlığını, hem gülümsemeyi, hem de sosyal hayatı çok etkiliyormuş meğer.. Gülümsemekten çekiniyor insan.. Haliyle iletişim kurmak daha da zorlaşıyor... En basitinden, ısıra ısıra ekmek arası bir şeyler yemeği özledim yahu..
Tez zamanda, Ya Șafiî, Ya Șafiî, Ya Șafiî..
Başarı İçin Kes Kurtul..
Dikkat ediyorum, libidosu düşük olan, aklı fikri pipisinde olmayan erkekler, bu dünyaya çok faydalı işler yapıyorlar.. Çevresine ve insanlığa bir şeyler katmak için çabalıyorlar..
Benim de içinde olduğum, diğerlerinin durumu ise.... Ne dünyaya, ne çevresine ne de kendilerine bir hayırları var.. Uzak durulması gereken, dünya ve insanlık için asalak olanlar da tam onlar..
Emekli Ruhum..
Sabah, emekli ruhumla uyandım.. İçimde ne bir azgınlık vardı, ne telaş, ne mazi, ne diğer sıkıntılar.. Sakin bir ruh sadece..
Hani deniz kenarında bir evdesindir.. Sabah saat altı, yedi gibi uyanırsın.. Hava hafif serindir, güneş henüz gücünü göstermemiștir.. Etrafta in cin top oynuyordur.. Peynirini, zeytinini, yumurtanı, çayını hazır eder de balkonda kahvaltı yaparsın ya; işte öyle bir günün hâyâline uyandım..
Sadece bedenim değil, ruhum da deniz özlemi çekiyor.. Yazlıkçı mantığı ile uyuyup, uyanmak, denize girmek, günü boş boş geçirmek, biraz gezinmek, balkonda zaman geçirmek istiyor..
Ne gerek vardı, yanlış yerde yanlış anlaşılacak mesajlar atmaya..? Kızgınlığı da hak ettiler, fırça yemeği de.. Sonra sular duruldu, kızgınlık bitti, aradan epeyce zaman geçtikten sonra ortam yumuşasın diye mesaj atıldı.. Ancak bu defa diğer taraf tersledi, uzatılan el itildi, mazideki her şey bitirildi..
Şimdi emekli ruhuyla, hiçbir şeyi dert etmeden, bir yazlıkta uyanmak istiyorum.. O yok, bu yok, şu yok... Hiçbir şeyi düşünmeden, askılı bir atlet ve geniş bir baksır ile balkonda zaman geçirmenin hâyâlini kuruyorum.. Mazide sıkıntı mı çekmişim, biriyle kavga mı etmişim, sevdiğim kadın bensiz başka bir hayata mı adım atmış, hiç sevilmemiş miyim, maddi sıkıntı mı çekmişim, ailem veya sülalemde sorun mu varmış, arkadaşım dediklerim uzaklaşmış mı, bir kız çocuğunun ve ayrıca bir arabanın hâyâlini kurarken o hâyâller kursağımda mı kalmış; ne önemi var bu sıkıntıların..? Ben, bugün, deniz kenarında bir yazlıktayım, balkondayım, umursamadan bir ömür geçirip, son nefesi vereceğim zamanı bekliyorum..
İşte gündemim bu..
İşte hayat bu..
Mazi, Bir Vardı, Bir Yoktu..
Hâyâller Biterken..
Burnum mu kapandı da artık kokunu alamaz oldum..?
Gözlerim mi bozuldu da seni her ânımda yanımda göremez oldum..?
Sen yokken bile vardın bende.. Sadece gözümün önünde değil, ruhumda, bedenimde.. Her ânımda, her saniyemde...
Peki şimdi ne oldu..?
Yokken var olan sen, yokluğa mı karıştın..? Artık bir başkasının rüyalarına giriyor, bir başkasını mı heyecanlandırıyorsun..? Sen de mi, hâyâlimde olduğunu, esasında var olmayan biri olduğunu anladın..? Sen de mi gerçek hayatın gerçekliğinde kayboldun..?
Gözlerimi kapatınca neden görmüyorum seni..? Teninin kokusunu neden alamıyorum..? Neden her gittiğim yerde sen varmışsın gibi davranamıyorum..? Neden her geçen gün, varlığının yokluğa dönüşmesine tanık oluyorum..?
Çok Bile..
Karpuz..
İyi ama bu karpuzlar niye bu kadar büyük..? Herkes 4 ila 6 kişilik evlerde yaşamıyor sonuçta.. Tek başınayım.. Canım karpuz çekince, en küçüğü 8-10 kilo olan karpuzu alınca bitiremem ki.. Bana 1 veya en fazla 2 kiloluk karpuz lazım.. Ama yok.. Ee canı karpuz çeken biri olarak, karpuz yemeyeyim mi yahu..?
Anlatmak İstiyorum Ama...
Alacağım Olsun..
Büyük Konuşup, Büyük Hâyâller Kuran İnsanlar, Şimdi Duvarlarla Konuşuyorlar..
Genel olarak büyük konuşuyor, büyük hâyâller kuruyoruz.. Bu sebeple daha çok seviniyor veya üzülüyoruz.. Oysa mutedil düşünmeli, her ân her şeyin olabileceğini bilerek adım atmalıyız.. Mantık bize bunu emreder ama mantığını dinleyen kim..? Biz kalbinin esiri olmuş insanlarız ne yazık ki..
Bir düşünsenize mesela, yıllar önce, "asla vazgeçmem" dediğimiz nelerden vazgeçtik; "yapmam" dediğimiz neleri yapmaya başladık..?
Misal yıllar önce "İnsanlar nasıl kitap okumaz ya..!" deyip kitap okumak için zaman bulamayan veya kitap okumayı sevmeyen insanlara şaşırıyor ve hatta onları küçümsüyordum.. Şimdi ne oldu peki..? Yıllardır elime kitap almadım..
"Ben asla evime televizyon almam" diyordum mesela.. Şimdi televizyondan ayrılıp uyumaya giderken bile eksiklik hissediyorum..
Bir düşünün, "asla uzak duramam" dediğimiz nelerden/kimlerden vazgeçtik..
Hani nerede, her şeyimizi anlattığımız, hiçbir gizlimizin olmadığı, ömür boyu yanımızda olacağını düşündüğümüz o insan(lar)..?
Hani nerede, "sevdiğim" dediğimiz, ömrüne ömrümüzü adadığımız o kadın(lar)..?
Hani nerede, "ya sen, ya hiç kimse" diyerek bizi göklere çıkaran(lar)..?
"Olmaz" deme, her şey olur..
"Gitmez" deme, herkes gider..
Bir gün gelir, "kurtuldum" derken, yeniden duvarlarla sohbet ederken bulursun kendini..
Çünkü kendimize ve bize güzel cümleler kuranlara çok güvendik.. Kibre kapıldık, bencilleștik... Büyük konuştuk, büyük hâyâller kurduk.. Gün geldi, kendi nefsimizin ihanetine uğradık.. Olur olmaz yerlerde, kendimizle konuşur, duvarlara dert anlatır olduk.. Hakettik mi..? Hem de sonuna kadar hakettik..
Bayram..
Sahiden Abartmıyor Musunuz..?
Biz erkekler, "biraz uzun tişört alalım, gömleği pantolonun üzerinden salalım da pipimizin kabarıklığı belli olmasın" derken, sağımızdan solumuzdan sütyen ve külotla geçen kadınları görüyoruz..
Sevgili kadınlar, sahiden biraz abartmadınız mı..? Yani elbette ki hür bireylersiniz ama hürriyetinizi çıplak dolaşarak kanıtlamak zorunda değilsiniz ki.. Cidden artık sütyen ve şort adı altında külotla sokağa çıkmaya başladınız.. Bu yaptığınıza anlam veremez oluyoruz.. Bence yazık ediyorsunuz kendinize ama "sizin bedeniniz, sizin kararınız" tabii..
Para Gelir, Huzur Gider, Evlilik Biter..
Bir evlilik daha para sebebiyle bitme noktasına geldi..
Allah aşkına, peygamber aşkına, sevdiğiniz ve değer verdiğiniz ne varsa onun aşkına, evliliklerde "senin paran, benim param", "senin ailen, benim ailem" ikilemine düşmeyin.. Hangi konuda olursa olsun, "biz" kelimesi yerini "sen" ve "ben" kelimelerine bırakırsa, orada ayrışma başlıyor, birliktelik yerini nifak tohumlarının gücüne bırakıyor..
Tüküreyim 'senin parana', tüküreyim 'benim parama' , tüküreyim mutluluğu ve huzuru parada bulacağını sanıp, ayrılmayı marifet sayanlara..
Elâleme hava atmak için evlenip, elâlemin dedikodu malzemesi olmaya doymadınız bir türlü..
Yazık değil mi kaybolan yıllara,
yazık değil mi ulaşılamayan huzura..
Yazık değil mi kararan ve gençliği solan yıllara..
Yazık değil mi..!
Erkeğin Sessizliği, Kadının Sohbet Tutkusu..
Dünya durdukça başımda durasıca anacığım benden șikâyetçi.. "Sadece haftasonu beraber kahvaltı yapıyoruz ; onda da sohbet etmiyorsun, 5 dakikaya yiyip kalkıyorsun.. Ben de bekliyorum ki, haftasonu olsun da oğlumla kahvaltı yapayım."
"Aynı evde olan insanların sohbeti ne olacak ki anne..? Zaten her şeyi biliyoruz, konuşuyoruz.. Uzakta olacağız, sonra yan yana geleceğiz ki değişiklikleri anlatalım.."
"Olsun, yine de anlat.. İşini anlat, arkadaşlarını anlat..."
"Anlatacak bir şey yok ki.." deyip kalktım masadan..
"Ahaaa işte.. Koş koş, 5 dakikaya ye, televizyona koş.." diye kızdı..
Demek ki, yaşı kaç olursa olsun, kadınlar hep aynı şeyden șikâyet ediyorlar.. Ama sahiden anlatacak bir şey yok. . Kadınlar daha detaycı, meraklı ve dikkatli olduğu için sohbeti başlatan da, yöneten de, yönlendiren de kadınlar olmalı bence..
Kimsin Kadın, Kimsin Sen..?
Kimsin sen be kadın..? Acaba gerçekten kimsin sen..?
Haftalardır hemen her sabah ve her akşam ters istikamette karşılaşıyoruz.. Bazen trene biniyorum, trende denk geliyorsun.. Biraz açık ve spor giyimin, kendinden emin yürüyüşün, hafif beyazlamış kıvırcık saçların, yuvarlak güneş gözlüğün, çıtı pıtı zayıflığın, kısa boyun, minyon tipin... Nedense çok zarif biri olduğunu hissediyorum.. Kimsin kadın, kimsin sen..? Nasıl oluyor da seni her gördüğümde bu denli heyecanlanıyorum..?
Biliyor musun, bana engelli olduğumu hissettiriyorsun.. Eşsiz güzelliğin sebebiyle kendimi yanına yakıştıramıyor, kendime "o kadın sana bakar mı ya..!" diyerek özgüvenimi bitirmeme sebep oluyorsun.. Sabah ve akşamları seni gördüğüm 30 saniye sebebiyle güne hüzünlü başlamamı, günü hüzünlü bitirmemi sağlıyorsun..
Şuan benim için hâyâllerimin kadınısın.. Keşke seninle tanışabilsem de, senin de aslında sıradan bir kadın olduğunu anlayabilsem.. Bir yandan da tanışmak istemiyorum doğrusu.. Seni gördükçe heyecanlanmak hoşuma gidiyor.. Heyecanlanma hissi bitsin istemiyorum.. Yıllardır tek bir kadına karşı heyecanlandım ben.. Şimdi seni görünce, nasıl bu kadar heyecanlanabiliyorum..? Bendeki bu duygu değişiminin sebebi ne..?
Kimsin kadın, kimsin sen..? Nasıl birisin ki, bu yazıda yer bulabildin kendine..?
Sıkıldım Erkek Olmaktan..
Bu andropoz mudur, nedir; ne zaman giriliyor o döneme..?
75 yaşına geldim, artık aklımın fikrimin bir yerimde olmasını istemiyorum ben ya..
Durduk yere tuhaf isteklere (!) sahip olmak istemiyorum.. Testesteron hormonlarım tarafından değil de, kalbim ve beynim tarafından yönetilmek istiyorum..
Sanki beklentilerimin çokluğu sebebiyle hayattan zevk alamıyor ve daha hüzünlü biri oluyormuşum gibi.. Sanki bu hislerim olmasa, hayatı tam anlamıyla yaşayabilecekmișim gibi.. Sanki normal bir insan olmamın önündeki tek engel, bu hislerimin varolmasıymıș gibi...
Erkeklik nasıl bir hismiş anladım, insanlık nasıl bir şey, artık onu öğrenmek istiyorum..
Bu andropoz denilen dönem, ne zaman gelecek de normal bir insan gibi yaşamaya başlayacağım ben..? Çok sıkıldım erkek olmaktan..
Sevgi Haykırıștır..
İnsan neden sevdiğini haykıramaz..? Cidden soruyorum.. Çünkü aklım ermiyor.. Birini seviyorsanız, ona ve herkese haykırmanızın önüne geçen ne..? Sevince, dağ-taș-uçan kuș duysun istenilmez mi..?
Sevgi varsa, sevgi engel tanımaz.. Gizliyi, saklıyı kabul etmez.. Sessizliğe ve saklanmaya gelmez..
Sevgi haykırıștır, aleniyettir, herkese kanıttır, hep ileride olmaktır, kaçmamaktır, geri durmamaktır, asla susmamaktır, herkese ve her şeye karşı sevdiğini savunmaktır..
Haykırın yahu.. Haykırın..!
Yaz Geldi Yine..
Tatil Biter, Unutulacak Kararlar Alınır..
Hayatta her şey geçip gidiyor.. Her şey bir gün bitiyor.. Tatil ne ki..? Tatil de bitecekti elbet.. Yedi gün oldu.. Hatta sekiz.. Tilkinin kürkçü dükkânına dönme vakti geldi.. Önce Konya'ya, oradan hızlı tren ile Șehr-i İstanbul'a gitmek üzere yola koyuldum.. Kulağımda kulaklık, telefonuma kayıtlı en sevdiğim şarkılar / türküler eşliğinde yolculuk yapıyor, bol bol hâyâl kuruyor, yeni kararlar alıyorum..
Hâyâl kurmak, yeni kararlar almak benim işim zaten... Ömrüm böyle geçti.. Bir olay sonrasında kararlar aldım; "Bu benim için milat olacak" dedim.. Milat üstüne milat oldu.. Her kararımı yalayıp yuttum.. Her tükürdüğümün tadına baktım.. Ömrüm, uygulaması olmayan kararlar ile geçti.. Yine bir otobüs yolculuğunda, yine türküler dinliyor, yine kararlar alıyorum.. Ben bile inanmıyorum artık kendime..
Hani herkes eşiyle dostuyla eğlenirken, ben yapayalnız günler geçirdim ya, bundan sonra böyle olmayacak diyorum.. Kimseyi beklemeyeceğim, kıymet bilmeyenlere değer vermeyeceğim diyorum.. Kuralmıș, edepmiș, utanmakmıș, vicdanmıș umursamayacağım diyorum.. Bir daha böyle yalnız kalmamak için ne lazımsa onu yapacağım diyorum.. Gerekirse bir hayat kadını ile giderim diyorum.. Çünkü bu kadar yalnız kalmayı haketmiyorum diyorum.. Ömrüm bitti, benim hayatım beklemekle geçti diyorum.. Diyorum da diyorum.. Milat işte.. Miladi kararlar alıyorum.. Muhtemelen yine hepsini unutacak, yakın zamanda yine aynı şeyleri yaşayacağım.. Bu sebeple içimde bitmez tükenmez karanlıklar oluşturacağım.. 50 yaşına geliyor olmamın hüzüyle... Neyse işte anladınız siz..
Bundan sonra önüme çıkan ilk insanla.. Offf sus <Çocuk>, sus..! Yapacaksan yap, zırlama işte.. Sen de biliyorsun, seni tanıyanlar da, senden hiçbir zaman bir .ok olacağı yok.. Boş boş konuşma da etrafına mutluluk pozları dağıtmaya devam et..
Palavracı Tatilci..
Tatildeyim..
Yalan yok, denizi seviyorum.. Yüzmeyi çok iyi bildiğim söylenemez ama tüm gün deniz kenarında uzanmak, bir şeyler yiyip içmek, denize girmek hoşuma gidiyor.. Ee tabii beyaz bikinili kadınlara bakmanın da ayrı bir güzelliği var..
Manavgat'a bağlı Side'de bir tatil köyündeyim.. Erken rezervasyon ile herkesin kişi başı 11500 lira verdiği yere, yalnız gittiğim için 16500 lira verdim (Alkolsüz fiyat) .. Yemesi, içmesi, sosyal olanakları çok iyi.. Kaldığım oda bile epeyce büyük.. Yani değil tatil süresince, bir ömür boyu yaşanabilecek kadar büyük bir oda..
Otel yaklaşık 3bin kişilik.. Çoğunluğu turist.. Çok geniş bir alanda, denize sıfır olmasının yanında, kaydıraklar, havuzlar, gösteriler, șovlar ve daha neler neler.. Yani kolay kolay sıkılacak bir otel değil.. Hele hele çocukla gelinince, kimsenin sıkılacağını düşünmüyorum..
... Hee tabii sıkılan, kendini yalnız hisseden, özelikle akşamları garip kalan birini tanıyorum.. O kişiyi siz de tanıyorsunuz.. "Benim ne işim var..?" diyor.. "Niye kendimi böyle kimsesiz, zavallı konumuna sokuyorum..?" diye de ekliyor.. Gülüp söyleyen, eğlenen, gülen, seven, sevișen, oynayan, sohbet eden insanları gördükçe odasına saklanıyor..
O kişiyi biliyorum.. Sürekli "sana her şey müstehak" deyip, kendine kızıyor.. Telefon açıp soranlara da "çok eğleniyorum" palavraları uyduruyor..
Annemden İnciler..
Ben böyle bazen durduk yere, hem ses olsun, hem annemden ses çıksın diye, üst üste birkaç kere anneme seslenirim.. Bugün de öyle yaptım.. İlk kez duyduğum, çok hoşuma giden bir söz söyledi.. Yazmadan edemedim..
...
--- Annnneee..
++ Cannnn...
--- Annnneeeee...
++ Cannnnnnn...
--- Annnneeeeee..
++ Söyle sözün hasını, sil yüreğinin pasını..
--- Vayyyy.. Bu nerden çıktı..? İlk kez duydum..
++ Ne bileyim, eskilerden bir söz, şimdi aklıma geldi..
Hâyâlsiz..
Özgür Evcil..
Dışarıdan eve geliyor, üstümü-bașımı değiștirip, sere serpe kanepeye uzanarak televizyonu açıyorum ya; zihnimde anında Zülfü Livaneli'nin sesi beliriyor : "Ey özgürlük..."
Evden aldığım huzuru ve özgürlük hissini, şuana kadar hiçbir yerde ve hiçbir kimsede bulamadım..
Evcilim ben ya.. Ciddi ciddi evcilim.. Evcil oldukça da hürriyetim artıyor..
Kalemler Küstü, Cümleler Yarım Kaldı..
Uzun uzun yazı yazamaz oldum, farkında mısınız..? Yazmak da istiyorum aslında.. Olan biten ne varsa, detaylı bir şekilde paylaşmak istiyorum.. Yazdıkça orgazm olan, etkileşim aldıkça daha çok yazma isteği duyan biriyim ben.. Gelin görün ki yazamıyorum.. Tembellik de değil aslında.. Hevesim de kaybolmadı.. Sadece sebepsiz bir şekilde uzun yazı yazamaz oldum..
Şimdi yazarken düşündüm, uzun yazı yazmamamın sebebi instagram olabilir.. Bir feyk hesabım var.. Orada bir iki cümlelik paylaşımlar yapıyorum.. Yorum, beğeni gelince, burada yazamıyorum.. Sanırım instagramdaki etkileşim yetiyor orgazm olmama..
Kim bilir, belki de bunlar hep bahanedir.. Kendimden sıkılmışımdır ve artık anlatacak bir şeyler bulamıyorumdur.. Malum 2005 yılından beri, hep aynı şeyleri anlatıyorum.. Belki söyleyebilecek yeni bir şeyim yoktur.. Belki de etrafımda olanı biteni yazıya dökebilecek, o cümle uydurukçusu gücüm kalmamıştır..
Sebebi neyse ne, ben de zamana uydum işte.. Uzun yazılar yerini kısa cümlelere bıraktı.. Dert anlatan kalemim, artık bir şey anlatamaz oldu.. Kurduğum hâyâller, hakikatin karanlığında kayboldu.. Cümlelerin sonsuz denizindeki ruhum, bir salı akşamı kimsesiz bir şekilde boğuldu..
Utangaç Mırık..
Bilenler bilir, ortaokul, lise döneminde benim üst taraftaki tüm dișler çürüdü.. Alt çenedeki tüm dișler sağlamdı ama üst çenedeki dișler perişan haldeydi.. O yıllarda çok çektim dişlerimden.. Ama cidden çok çektim..
Rahmetli babam dişçiye götürmüştü.. Dişçi dediysem, öyle aklınıza doktor gelmesin.. Eskiden mahalle aralarında bulunan çıkıkçılar vardı ya, tam da öyle eli becerikli bir adam dișçi olarak hizmet veriyordu.. Adını bile unutmam rahmetlinin.. Beşli amca.. Mahalledeki herkes ona giderdi..
Neyse işte, babam beni Beşli amcaya götürdü.. Beşli amca dişlerime baktı, "Bu dișler ölmüş, düzelmez, hepsinin çekilip damak yapılması gerek." dedi.. "Damak" dediği de yaşlı insanların kullandığı takma diş...
Benim için sorun değildi aslında.. Zira büyük sıkıntılar çekiyordum.. Kurtulmak istiyordum.. Ayrıca dişlerimin görüntüsünden dolayı da çok utanıyordum.. Babamlar durumu, İstanbul'daki ablamlara anlattılar.. Neyse ki Nilgün ablam, "Gencecik çocuk bu yaşta takma diş mi kullanır? Olmaz öyle, İstanbul'a gelsin, burada baktıralım." dedi.. Neyse işte, yaklaşık 2 sene daha o dișlerle devam ettim.. Lise bitti, İstanbul'a geldim.. Nilgün ablam, patronunun ablası olan, adaşı Doktor Nilgün'ün muayenehanesine götürdü.. Doktor Nilgün, epeyce iş olduğunu, aylar süreceğini söyledi ama kaplama yapılabileceğini ifade etti.. Biz tedaviye bașladık, aylar boyunca Merter'deki ofise gittim geldim.. Aylar sonra nihayet üst çenedeki tüm dișlerin kaplaması yapıldı.. Ağrı sızı ve çirkin görüntü son buldu..
Heyy gidi hey.. 17 yaşındaydım.. O kaplamalardan sonra aradan 25 yıl geçti.. 25 yıl boyunca kaplamalardan hiç șikâyet etmedim.. Ta ki geçen güne kadar...
Geçen gün Cankurtaran Sosyal Tesisleri'nde iftarda idim.. Niyetim iftar yapmak, sonra Ayasofya'da teravih namazını kılmaktı.. Ezan okuldu, dualar edildi, "Bismillah" deyip orucu açtık.. Çorbadan birkaç kaşık aldım.. Sonra pideyi ısırırken, benim 25 yıllık kaplamalar düşüverdi.. O kadar moralim bozuldu, o kadar üzüldüm ki, anlatamam.. Ön taraftaki 4 diş düştü.. Yerine takıp iki kaşık daha çorba aldım ama yine düştü.. Baktım ki artık yemek yemeye imkân yok, kalktım.. Hatta kasada bulunan görevli kadın, neden erken kalktığımı sordu.. "Dişim düştü" derken, yeniden dişim düştü.. Kadın bir tiksindi sanki.. Yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu.. Fiks menü olduğu ve sipariş ettiğim için 650 liralık hesabı verdi.. Dişlerimin kırılması yetmezmiş gibi bir de 650 liralık çorba içmiş oldum..
Hesabı ödedim.. Aile grubuna yazdım durumu.. Dișçi aramalarını istedim.. Ben yine de Ayasofya'da akşam namazı kıldım.. Sonra çıkıp Bahçelievler'deki nöbetçi ağız ve diş sağlığı merkezine gittim.. Doktor, yapacak bir şey olmadığını, kaplamanın sağlam olduğunu kaplamanın altındaki esas dişlerimin kırıldığını, yapıştırma yapılamayacağını, tutmayacağını, randevu alıp yeniden gelmemi, uzman doktorun görerek neler yapılabileceğini söyleyeceğini söyledi.. Ben yine de yapıştırmasını istedim ama dediği gibi yapıştırma da işe yaramadı..
Ertesi gün Bağcılar'daki bir diş hastanesine gittim.. Filmler çekildi, kontrol edildi.. Tüm kaplamaların çok eski olduğu ve hepsine implant uygulanması gerektiği söylendi ama o kadar param olmadığı için şimdilik kırılan bölgeye çözüm bulunmasını istedim.. 2 implant, 4 kaplama diş için 1700 Euroda anlaştık.. 1 saat beklersek, arada bizi alacaklarını, kırılan 4 dişin kökünün çekilebileceğini söylediler.. Yalnız epeyce bir iltihap varmış, onların da temizlenmesi gerekiyormuş..
Neyse çok uzatmayayım.. 4 diş çektirdim, kistler temizlendi, kemik tozu dökülüp 2 implant takıldı, dikişler atıldı.. Şişme olmasın diye buz tedavisi uygulamam, sıcaktan uzak durmam tembihlendi.. Antibiyotik, ağrı kesici hap ve çok ağrı olursa diye ağrı kesici iğne reçete edildi..
Aradan 4 gün geçti.. 4 gün içinde 4 kilo verdim.. Dudaklardaki şiş ve ince sızı hâlâ devam ediyor.. Konuşmam ve görüntüm berbat ötesi berbat.. Bayram böyle geçecek.. Bayramdan sonra dikişler alınacak, ölçü alınıp sonrasında geçici kaplama takılacak.. Bu da 15-20 güne tekabül ediyor.. Yaklaşık 3-4 ay sonra da geçici kaplamalar sökülüp, kalıcı kaplamalar takılacak..
Doğuştan kemik yapısıyla ilgili sorunlar, önce kendini ellerde, sonra dişlerde gösterdi.. 25 sene sonra yeniden diş sorunu gün yüzüne çıktı.. İnșaallah bu da geçer tabii de, yine de bu yazıyı okuyanlar dua ederse sevinirim..
Bizim memlekette, ön dişleri olmayana "mırık / mırığ" derlerdi.. 42 yaşında bir mırık oldum ben.. Utandığımdan maske takıyorum sürekli.. Utangaç mırık..
Acaba..
Ramazan..
Bir Ramazan ayına daha kavuşturan Rabb'e şükürler olsun..
Duaların kabul olduğu, sağlığın, huzurun ve mutluluğun iyi insanlarla birlikte olduğu, hayrın arttığı, savaşların son bulduğu, açların doyduğu, çocukların güldüğü, muradı olanların muratlarına kavuștuğu, mazlumların galip olduğu, merhametin, vicdanın, empatinin, gönül zenginliğinin bol olduğu bir ay olsun inșaallah..
Kendime..
Aynı Yerde Kalakalmak..
İş çıkışı trene bindim.. Bakırköy'e gidip, bir tur attıktan sonra dönerim dedim.. İlk durak bizim işyerinin orası olduğu için yer bulma sorunu olmuyor, oturabiliyorsun.. Ben de geçtim bir yere oturdum.. Birkaç dakika sonra tren hareket etti..
İş çıkışı saati olduğu için ilk durakta binen insanlar sebebiyle oturacak yer kalmadı..
Tren, ikinci durağa (Küçükçekmece) geldiğinde, çok şık ve güzel bir kız bindi.. Daha doğrusu iki arkadaş bindiler.. Görür görmez kızlardan esmer, orta boylu, baştan aşağı siyah giyinen, zayıf olanı ilgimi çekti.. O da tam binerken bana baktı, göz göze geldik.. Dikkatlice ve etkilenerek baktığımı anlamış olacak ki, arkadaşıyla sohbet ettikçe arada bana bakıyordu.. Ben neredeyse hiçbir yere bakmadan, sadece ona kilitlenmiştim.. Arkadaşıyla sohbet edip gülümserken, arada kaçamak bakıyordu.. Bir değişik bakıyordu, bir hoş bakıyordu, hatta bazen dönüp de bakıyordu..
İki üç durak böyle devam etti.. Sonra ellerimi farketti.. O bakışlarındaki saniyelik değişikliği yıllardır çok iyi bildiğim için garipsemedim.. Zaten ellerimi farkettikten sonra da bir kez bile olsa göz teması kurmadı benimle.. Ben de umutsuz ve üzgün bir şekilde Bakırköy'de indim..
Eskiden, Kadıköy'de çalışırken de çok olurdu bu olay.. O kadar alışkın olduğum bir şey ki.. Aradan geçen onca yıldan sonra değişen hiçbir şey yokmuş meğer.. İnsanlıkta, vicdanlar da, ben de bir arpa boyu yol alamamışız..
Berât Gecesi..
Zümer 53..
Sarılmak Şifadır..
Açlık..
Yetmişli yaşlara yaklaşmış bir kadının, yirmili yaşlarda bir erkeğe gönlünü kaptırdığı, gönlüyle birlikte parasını da kaptırdığı bir program sebebiyle, instgramda herkesin kadınla dalga geçtiği yorumları okuduktan sonra...
.........................................
Yalnız insanlar.. Yalnız..
Sevgiye muhtaç bir ömür sürüyoruz.. Minik bir sevgi kırıntısı görünce de, önüne arkasına bakmıyor, mantığı devre dışı bırakıyoruz..
Açız biz.. Sevgiye çok açız..
Yeni Yeni Âdetler..
Eşinin/sevgilisinin saçını örüyen, ayakkabısını giydiren, yolda yürürken yere çömelip eşinin ayakkabı bağcığını bağlayan, eşine oje süren erkekler; ayağınızı denk alın o'lum.. !
Sizin yaptıklarınızın kahrını biz çekmek zorunda değiliz..
Edebinizle geçin bir köşeye, yarı öküz / yarı insan şeklinde oturun.. Başımıza yeni âdetler çıkarmayın..
Milli birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan şu günlerde, erkek cinsine ihanet etmeyin, erkekler arasında nifak tohumu ekmeyin..
Her Giysi, Bir Eksikliğim mi..?
Benim niye bu kadar kıyafetim var..? Dolaba sığmıyor, aradığımı bulamıyorum..
Benim niye bu kadar ayakkabım var..? Giyindiğim bir kaçı sadece..
Neyi, hangi eksikliğimi gideriyorum bu kadar çok eşyayla..?
Oysa gezmek istiyorum.. Yeni yerlere gitmek istiyorum.. Kendime yeni anılar katmak istiyorum..
Kalkamıyorum yahu, yerimden bir türlü kalkamıyorum..
42..
Ve 42..
Natamam bir hayat, inkıtaya uğramış mutluluklar, hiç var olmayacak hâyaller ile geçen bir ömür.. Bir türlü hiçbir kazanımdan yetinemeyen bir nefsim de var tabii ama kırkiki yılda genel olarak elde var sıfır..
...Yine de her ne verdiyse ve ne yaşattı ise, Allah'a sonsuz hamd-ü senâlar olsun..
Hoşgeldin yeni yaşım..
Üreme Kodları..
Derler ki, "İnsanın bilinçli bir varlık olmasının bir önemi yok.. Yaratılışı gereği bir şeyler öğrenmek, üremek ve kendinden sonraki nesillere güçlü duygular bırakmak üzerine kodlanmıştır.. Bazıları bilerek, bazıları bilmeden bu evrime hizmet eder."
Eğer sahiden bu doğru ise, yani varolmamızın tek sebebi üremekse, cidden bunu bir kez daha düşünün derim..
Sömestr tatili olunca, Beren hanım memleketten geldi...Kendisi artık altı buçuk yaşında koca bir kız.. Çok yaramaz da sayılmaz.. Elinde telefon, sürekli oyun oynuyor.. Bazen de bizimle oynamak, azmak-kudurmak istiyor.. Öyle fazla işkencesi de yok ama cidden uğraşılmıyor ya.. Alıştık bir kez rahata, bir çocukla oynamak, onu eğlendirmek cidden işkence.. Hele hele "hayır veya yok" denilince bağırıp çağırması, evde terör estirmesi var ki, aman Allah'ım, insan dayanamıyor.. Evet seviliyor, evet güzel zaman geçiriliyor ama genel olarak sürekli ilgilenmek ve hemen her konuda ödün vermek gerekiyor..
...Yani eğer gerçekten yaratılış sürecinde, bize kodlanan tek şey üremek ise, bunu bir kez daha düşünün derim.. Bir çocukla sıkılmadan, eğlenerek ve ona o sevgiyi hissettirerek zaman geçirebiliyorsanız, DNA kodlarınıza işlenmiş üreme eylemini en kısa sürede gerçekleştirin.. Yok eğer benim gibi tembel, bencil, sorumluluktan kaçan biriyseniz, hâyâle dalıp da uçkurunuzu çözmeyin.. Cidden zor bir durum, büyük bir sorumluluk..
Hani bazen içimi sonsuz baba olma isteği kaplıyor ya, meğer benim baba olma isteğim, uzaktan birkaç dakika sevmekle ilgili imiş.. Sorumluluk artınca, keyfim bozulunca, hiç öyle baba olma isteği kalmıyor bende.. Çocukları çok sevip, onları hayatının odağı haline getirebilen, her konuda birinci önceliğini çocuklardan yana kullanabilen bir erkek veya kadın bulursanız, cidden kaçırmayın onu.. Aksi takdirde evlilik de anne/baba olmak da işkenceye dönüşüyor..
Af..
Dua..
Son Yazı..
Yıllardır bekledim..
Arkadaş ve ailenin yanında görünmek için bekledim..
Göğsünü gere gere herkese anlatacağın biri olmak için bekledim..
Ailemle tanış, konuş, gel-git, ye-iç diye bekledim..
Tüm sıkıntıların bitsin, tüm sorunların hallolsun diye bekledim..
Gönlünde bir yer edineyim diye bekledim..
Sevilmek için bekledim..
Olmadı, başaramadım..
Eyvallah, artık kabulleniyorum..
İşte seni son kez yazıyorum..
(Yani... inşaallah)
"Artık yaşlandım, kalbim tekliyor, bu saatten sonra hiçbir şey olmaz benden" dediğim bir ânda çıktın karşıma.. Ne de güzel çıktın.. Öyle bir çıkıştı ki bu, duygudan duyguya savrulurken buldum kendimi..
Değersiz ruhuma kattığın tüm güzellikler için teşekkür ederim sana..
Eyvallah..