Memleketteyim hâlâ.. İstanbul'a dönüş için anca ayın 11'ine uçak bileti bulabildim..
Sabah 8.30 gibi uyanıyor, kahvaltı yapıyor, evin bahçesindeki ağaçların altında saatlerce oturuyor, tüm gün çay-kahve içiyor, yemek yiyorum.. Mide ağrılarım daha da arttı..
Burada zaman geç geçiyor.. Birkaç kez çarşıya gittim.. Güzel yerler var ama gelişmesi ve zihin değişikliği için daha yıllar lazım..
Çocukluğumdan, okuldan tanıdığım birkaç insanla karşılaştım.. Hiçbir samimiyet kalmamış aramızda.. "Nasılsın, ne yapıyorsun?" sohbetinden başka, tatmin edici ve maziyi hatırlatıcı sohbet gelişmiyor bir türlü.. Herkes kendi hayatıyla meşgûl ve yeni birine açacakları yer yok gibi..
Yeğenim ile oynuyoruz çoğu zaman.. Ona da ilgi gösterince tüm gün yakandan ayrılmıyor.. Haliyle ben de bunalıyorum bu kadar ilgiye.. "Yok" kelimesinden anlamıyor ve istediği olmayınca büyük olaylar çıkarıyor.. Ne yazık ki annesi ve babası ipin ucunu kaçırmış durumdalar..
Önceki senelerde her gün mezarlığa gider, babamı ziyaret eder, Yasin okurdum.. Bu sene, üç-dört günde bir anca gidiyorum..
Hava güzel.. Terletmiyor.. Bunaltmıyor.. Çoğu akşam soba yakıyoruz.. Kuzinesine patates atıyoruz, semaverde çay yapıyoruz.. Akşamları illaki mont giyiliyor.. Güneş çıkınca çok yakıcı oluyor ama kuru hava olunca terletmiyor.. Gece yatakta üzerine yorgan alıyorsun.. Oksijen fazlalığı sebebiyle olsa gerek, az uyku ile bile uykunu alıyor ve dinç uyanıyorsun..
Annem, iki ablam, yeğenim ve eniştem burada ve hatta evin yanında iki amcamın, bir halamın evleri var ve onlarda da insanlar var ama doğrusu ben yalnızlık çekiyorum.. Şuana kadar olumsuz bir şey olmadı ama nasıl desem, aradığını bulamamış olmanın yalnızlığı var.. Sanırım ben burayı erken bırakıp gittiğim için hâlâ insanları o bıraktığım gibi bulmayı umuyorum.. Ee öyle olmayınca da eksiklik ve yalnızlık hissi peşimi bırakmıyor..
Haa bir de dürüst olmak gerekirse, pek gezmedim ama gezdiğim yerlerde de "Acaba burada olsa beğenir miydi..?" diye düşünüp, tanıdığım ve sevdiğim insanların karakterine göre gittiğim yerleri nasıl değerlendireceklerini düşünüyorum.. Misal geçen gün, adına "kımı" dediğimiz şeyden toplamak için tarlalara gittik.. Yemyeşil tarlaların içinde ve bazı ekili olmayan alanlarda rengarenk çiçekler vardı.. Çiçeklere meraklı birinin, o tarlalarda nasıl mutlu olacağını düşündüm.. Bunun gibi Ardahan Kalesi'nin bulunduğu tepedeki kayaların eski tarihli olması, farklı renklere bürünmesi sebebiyle kayalara meraklı birinin ilgisini çekip çekmeyeceğini düşündüm.. Hatta kaşar peyniri yerken bile düşündüğüm insanlar oldu.. Bavuluma koyup getirmek istediğim ve benim yalnızlığıma çare olmasını hâyâl ettiğim insanlar oldu..
Gün uzun sürünce, zaman bol olunca, fazla terleme derdi olmayınca, insan düşüncelere ve hâyâllere dalıyor burada.. Ergenlik döneminden kalma eziklikten olsa gerek, birinin elinden tutup, o kişiyi buraya getirmek ve "Bakın, artık beni bile seven biri var" demek için sokak sokak, ev ev dolaşmanın hâyâllerini kuruyorum.. Bir gün belki nasip olur, kim bilir..
Akrabalar arasındaki dedikodu, çekememezlik gibi konularda ise zerre değişiklik yok.. Herkes herkesin arkasından atıp tutuyor, kimse kimsenin maddi ve manevi olarak iyi olmasını istemiyor.. Herkes, diğer kişinin yalancı olduğunu düşünüyor.. Ee yalan ve dedikodu bu kadar bol olunca, kimse kimseye güvenemiyor..
Son olarak..
Tıpkı buradan ayrıldığım zamanlardaki gibi hiç kısa kollu giysi giyinip de çarşıya çıkamadım.. Sanırım bu durumu, memlekette hiç değiştiremeyeceğim.. Buna cesaret edemiyorum.. Bırakın cesaret etmeyi, aklımın ucuna bile getirince, sanki bir suç işlemişim gibi hemen düşüncelerime ket vuruyorum.. Kısa kollu giysiler, sanki memleketimde yasak bana..
Günler anlattığım gibi akıp gidiyor işte.. Benim ahvâlim böyle..