Yalandan ve Gizemden Başka Neyimiz Var..?

 "Birbirimize dürüst olacağız" deyip, ne güzel yalanlar söylüyoruz birbirimize..

"İlişkilerde gizlilik olmaz, dürüstlük esastır" deyip, her şeyimizi gizliyoruz.. 

Maskemiz var bizim, maskemiz.. Farklı insanız; farklı hayatımız, farklı düşüncelerimiz var.. Ama kendimize dair hiçbir şeyi paylaşmıyoruz karşımızdaki insanla.. Sadece duymaktan zevk alacağı şeyleri dile getiriyoruz.. Sanki farklı biriymişiz gibi bilgiler veriyoruz.. Oysa farklı bir adımız, farklı telefon numaramız, farklı sosyal medya hesabımız, farklı zevklerimiz var.. Hayatımız o kadar yalan ki, korkuyoruz telefonumuzu eline geçirir de bizi gerçekten tanırsa diye.. 

... Günün büyük bölümü çay içiyor, sohbet ediyor, geziyor ve hatta sevişiyoruz ama çevremizden biriyle tanıştırmaya cesaret edemiyoruz.. Çünkü biz, hiçbir zaman kendimiz olamadık.. Hiçbir zaman başkasını kendimizden çok sevemedik.. Sahtekâr yaşadık, yalanlarla yol aldık.. Tüm bunları yaptıktan sonra da sevgiden, mutluluktan, huzurdan bahsediyoruz.. 

... Bir gün pişman olacağız, evet.. Nedamet saracak her bir zerremizi.. O gün nefes bile alamayacağız.. O gün illaki gelecek ama bugün için sadece sahtekârız..




..

Hadi bakalım..

Bismillah..

 


Değişim Şart..

Bu hafta sonu, bana bir kez daha gösterdi ki, hayatıma çekidüzen vermem gerekiyor.. Yeni adımlar atmam, kendimi yeniliklere açmam şart oldu.. Oturduğum yerden kalkıp, sokağa çıkabilmem için yeni yeni bahaneler bulmalıyım..  Zira şuan yaşadığım hayattan ve hayata bakış açımdan memnun değilim.. Mucizelerin gelip beni bulmasını bekliyorum; oysa mucizeler iki gün boyunca evde uyuyan insanı bulmaz..

Değişim şart.. 

Şart..




Alıntı..


Türk filmi gibi..



Niye Böyle Oldu..?

Nasıl büyük bir vazgeçiştir böyle

hem de bakarken gözlerine..


 


Kadın Ne Düşünüyor..?

Yağmur yağıyor Şehr-i İstanbul'a.. Sokakları sel basmış.. Ötelerden, çok ötelerden vaveyla koparıyor bir kadın; evine su dolmuş.. 

Sokaklarda, sel sularıyla birlikte, insanlığım da sürükleniyor.. Can derdine düşmüşken insanlar, ben, bir kadının sütyeninin kopçasını açmaya uğraşıyorum.. Açamadığımı anlayınca kadın, erkeğinin onu soyundurma zevkinden mahrum kalarak, kendi sütyen kopçasını yine kendi açıyor.. 

Erkeği, insanlığı gibi, erkeklik hissini de kaybedeli çok oldu.. Birkaç saniyelik bir birleşmeden sonra kadının üzerine uzanmaktan başka bir şeye gücü yetmiyor artık.. Yine de kadın, çırılçıplak bedeninin üzerinde, erkeğin tenini hissederek, bacakları ve kollarıyla erkeği sarmalamaktan zevk alıyor.. Erkeğin bitkin bedeni, onlarca kiloluk ağırlığıyla kadının üzerinde olmasına ve kadının tüm zevklerinin yarım kalmasına rağmen kadın erkeğinin tüm bedenini sarıp sarmalamaktan başka bir de erkeğin saçlarını okşuyor..

Erkek, her konuda yetersiz olduğunun farkında.. Kadının sevgisinin de bir gün biteceğini, ileride 'gerçek' bir erkeğin şefkatini arayacağını biliyor.. Yorgun, bitkin ve özgüvensiz bir hâlde uzanmışken kadının üzerinde, içindeki karamsar sesleri susturmaya çalışıp kadının şefkatli bedenine sığınıyor..

...Ve yağmur hâlâ dışarıda günahları yıkıyor.. Hem de ne yıkmak..! Bazı günahları temizliyor, bazı günahların cezasını kesiyor, bazı insanların da sevabını arttırmak için sabrını sınıyor..

Erkek çoktan unuttu günah hissinden kaçınmayı.. Nefsine itaatkâr olmayı seçeli yıllar oldu.. Ezanlara artık eşlik etmiyor, ibadetlerden kaçıyor, vicdanının sesini susturuyor.. 

Erkek ne halde olduğunu bilir ama buna rağmen düzeltmek için tek bir adım dahi atmazken, çırılçıplak üzerinde uzandığı, bacaklarıyla kendisini sarıp sarmalayan kadının ne düşündüğünü merak ediyor.. Kendinin yetersiz olduğunu ve kadının hiçbir zaman tatmin olmadığını biliyor ama yine de kadının bu kadar şefkat göstermesunin sebebini ve kadının tam olarak erkek hakkında ne düşündüğünü merak ediyor..

Yağmur, sel olup İstanbul sokaklarında hayatları karartırken, vicdanını nefsine teslim etmiş erkek, kadın için kimdir, nedir, necidir..?




"Okumanın Yaşı Yok" Klişesi Örneği Oldum..

Size üniversite sınavına girdiğimi söylemiş miydim..?

İşyeri için 2 yıllık teknik bir okul bitirmem gerekiyordu.. Taban puanların da kaldırılmasını fırsat bilerek TYT sınavına başvurdum.. 

Sınav öncesi çalışmadım...Hoş çalışsam da bir şey anlamayacağımı biliyordum.. Sadece eski sınavların testlerinden çözdüm.. 

Sınav günü geldiğinde, neredeyse sınava bile gitmeyecektim.. Neyse ki "madem para verdim, hiç değilse gideyim" diyecek kadar paragöz biriyim de sınava gidiverdim bu sayede.. Sonra sınav başladı.. Allah'ım, okuyorum, okuyorum; okuduğumu bir türlü anlamıyorum.. Sınavın bitmesine yarım saat kaldı; ben hâlâ sosyal sorularını çözüyorum.. Sayısala zaman bile kalmadı.. Hoş kalsa bile zerre kadar sayısaldan anlayan biri değilim ya.. Neyse..

Sınav bitti.. Akşam tüm ablalar, yeğenler bizde.. Yeğenlerden ikisi de sınava girmiş.. Kendi aralarında "şu soruya ne yaptın, bu soruya ne yaptın?" deyip değerlendirme yapıyorlar.. Ben sohbete karışamıyorum çünkü ne soruları hatırlıyorum ne de ne cevap verdiğimi.. "Allah'ım çok kolaydı ya, çok iyi puan alacağım " dedi yeğenlerden birisi.. Ben bunu duyunca iyice sindim..

Sonra bilmem ne kadar süre geçti, sonuçlar açıklandı.. 341 puan almışım.. Türkiye'nin 449 bininci kişisi olmuşum.. Türkçe'den 7 yanlış, tarih+din+felsefe grubunda sadece 1 yanlış var.. Süre yetiremediğim ve tamamen salladığım matematikten 7 doğru 2 yanlış yapmışım, fenden ise 1 doğru, 4 yanlışım var.. Beklediğimin çok üstünde puan geldiği için o gün bendeki keyfi görmeniz lazımdı.. Hatta 'neden 4 yıllık üniversite kazanmak için girilen AYT sınavına girmedim' diye dövündüm durdum.. Sınav gününün akşamı benim moralimi yer ile yeksan eden eşek sıpası yeğenlerim ise benden çok çok aşağıda puanlar aldılar.. Tabii bu defa da ben onların üstüne gittim; onları sindirip intikamımı aldım..

Puanım iyiydi.. İstanbul'daki üniversiteleri de kazanabiliyordum.. Bu puanı lise bitince bile alamamıştım.. Lise bittikten yaklaşık 25 sene sonra, üstelik hiç çalışmadan, böyle bir puan almak ciddi anlamda mutlu etti beni.. 

Puan iyi olunca, işimi aksatmayacak şekilde, İstanbul'daki üniversitelerin teknik bölümlerini incelemeye koyuldum.. Elimde iki seçenek vardı: Cerrahpaşa ve Marmara üniversiteleri.. Cerrahpaşa'da teknik okulların ikinci öğretimi yok.. Marmara Üniversitesi'nde ikinci öğretim olarak  Bilgisayar Programcılığı ve Elektronik Haberleşme Teknolojisi var.. Bilgisayar Programcılığı'na puanım yetiyor ama sıralamam yetmiyordu.. Yine de 1.tercih olarak onu yazdım.. Elektronik ve Haberleşme Teknolojisinin hocalarıyla konuştum.. İkinci öğretim uygundu ancak okul Kartal'da idi.. Ders başlama saati ise 15 olunca, işyerinin mesai saatleri ile çakışıyordu.. Hocalar belki izin verirdi ama kimseye böyle bir şey için ağız eğemeyecek kadar gururlu ve kibirli olduğumdan o seçenekten de vazgeçtim.. Geriye İstanbul'a en yakın yer olan Sakarya Üniversitesi Elektronik Teknolojisi bölümü uzaktan eğitim seçeneği kaldı.. Aslında özel üniversiteleri de tam burslu kazanıyordum ama dersten veya sınıftan kalırsam ve bursumu kaybedersem diye korktuğum için hiç tercih etmedim..

Neyse efendim lafı çok uzatmayayım; ikinci tercihim olan Sakarya Üniversitesi'ni kazandım.. Ve bugün 24 Ağustos 2022 tarihinde SAÜ öğrencisi olarak kaydımı yaptırdım.. 

E-devlet üzerinden de kayıt yapılıyordu ama ben yaşlı olduğum için 2008 yılı öncesi lise mezunlarının kayıtları sistemde olmadığından, bizzat Adapazarı'na giderek, kampüs havası aldım ve okul kaydımı yaptırmış oldum.. 

Şimdi İstanbul yolundayım.. Raylarda akıp giden trenin üçüncü vagonunun 15 numaralı koltuğunda oturmuş, hem bu satırları yazıyor hem de kulağımdaki kulaklıktan gelen eşssiz şarkı ve türkülere eşlik ediyorum.. 

Gün içinde koşturdum, aşırı sıcak ve nem yüzünden terden sırılsıklam oldum ve belki de hiç bitiremeyeceğim bir okula kaydoldum ama kırk yaşını geçmişken öğrenci olmanın coşkusu var üzerimde.. 

Bu sınav sayesinde özgüven kazandım ya, biri beni ders çalıştırsa, soruları hızlı çözüp biraz da sayısal yapabilsem, seneye hukuk için uğraşacağım.. Kim bilir belki de kırk yaşından sonra Rabb'im de nefes verirse, hâyâlimdeki okulu kazanma fırsatını elde etmiş olacağım.. 

Neyse işte.. Demem o ki ben artık öğrenciyim.. Ücretleri öğrenci tarifesinden vereceğim.. Siz de burs verin bana.. Öğrenci adam her zaman açtır; çay, çorba, yemek ısmarlayın.. Agucuk gugucuk yapın.. İlgi gösterin.. Gençlik aşısı tutsun diye, sanki yeni yetme bir veletmişim gibi el üstünde tutun.. 




Anne Kuzusu..

Dünya durdukça başımda durasıca annem, nasipse on-onbeş gün içinde gelecek yeniden..

...Gelsin de zaten..

 Ben artık yalnız duramıyorum.. Fiziksel olarak kendi kendime yetemiyorum.. Çok tembelim.. Ev işleri işkence gibi geliyor.. İyiden iyiye bıraktım kendimi.. Her konuda hazıra konmaya başladım.. Asalak gibi başkalarına muhtaç yaşıyorum.. Yetmişaltı yaşındaki bir kadının bakımına mecbur gibiyim..

Sadece ben mi böyleyim..? Günde iki kere arıyor beni kurban olduğum.. Aklı da kalbi de bende.. Babamdan sonra tutunduğu dal ben oldum sanırım.. Birkaç gün bile ayrılsa, huyumu bildiği için olsa gerek, aklını da evde bırakıp gidiyor nereye gidecekse..

Kırk yaşında, iyiden iyiye anne kuzusu oldum.. Annem de evladının kuzusu.. Sanki bağımlı olduk birbirimize.. Onun aklı bende, benim -annem kadar olmasa da- aklım onda.. 

...

Sağlık ver Ya Rab.. 


Erkeği Öldür, İnsanlık Büyüsün..

 Aslında günün 22 saati tek bir konuya -ki bu konunun ne olduğunu tahmin edebiliyorsunuzdur- odaklanmasam, iyi bir herifim haa.. Gel gör ki, kendime esir oldum bir kere..

Erkekler kaç yaşında antrapoza giriyor sahi..? Bir girsem, dünya ve insanlık âlemi için çalışacağım da şuan için sadece nefsime hizmetkâr olmuş durumdayım.. 

Beni, benden uzaklaştırmam, kendime yabancılaşmam, kendime uzaktan, çok uzaktan bakmam gerek..

Beden açken, ruh insan-ı kâmil mertebesine ulaşamıyormuş Muazzez.. 


Daldan Dala..

 Üç-beş cümle ile daldan dala atlatayım dedim..

+ Hayatım, klasik bir seyir akışında devam ediyor.. Tüm gün işyerinde, iş çıkışı İstanbul turu, sonra ev, sonra uyku..

+ Annem uzun zaman önce memlekete gitti.. Haliyle yemek ve temizlik sorunu yine baş gösterdi.. Sabah işe giderken simit ve poğaça alıyorum.. Öğlen işyerinde yiyorum.. Akşam ise dışarıda.. Eğer iş çıkışı eve gelirsem, yine dışarıdan sipariş ediyorum.. 

+ Daha bir kez olsun evde yemek yapmışlığım yok.. Geçen sene biraz daha hamarattım sanki, bu sene tembellik seviyemi arttırdım.. Evde sürekli abur-cubur olurdu; bu sene o da yok.. Buzdolabı gibi ev de boş.. Günlük yaşıyor gibi oldum..

+ Sürekli dışarıda yiyince, haliyle maddi olarak pek de iç açıcı günler geçirmiyorum.. Maaşımı, hazır yemek firmalarına hibe ediyor gibiyim.. 

+ Akşam işten 5 gibi çıkıyorum.. Ya Bakırköy'e, ya Sirkeci'ye, ya Üsküdar'a ya da Kadıköy'e gidiyorum.. İşten daha geç çıkmışsam Yeşilköy veya Florya sahilde geziniyorum.. Haftada 1 gün de Beylikdüzü'ndeki AVM'ye gidiyorum.. Haftasonu, bazen de haftaiçi Hacıosman'daki Atatürk Kent Ormanı'na gidiyor, ağaçların içinde sessizliğin huzurunu yaşıyorum..

+ Yaklaşık 90 kiloyum.. Ama boğazıma dur demezsem, yine epeyce kilo alacak gibiyim.. 

+ Hâlâ çok terliyorum.. Hâlâ bu terleme ve tembellik sebebiyle kendimden tiksinme modundayım.. 

+ Sosyal medya hesaplarımı kapattım.. Zira insanlara hislerimi belli etmeyeyim diye, lay lay lom bir hayat yaşıyormuşum gibi davranıyorum.. Benim kadar sahtekâr biri bile dayanamadı sahtekârlığa.. Bu sebeple kapattım hesabımı..

+ Gerçek hesabımı kapatınca, aylar önce açtığım feyk hesabıma yöneldim.. Orada hem istediğim gibi davranabiliyor hem de istediğim yorumları yapabiliyorum.. Bazen flörtleşmeler oluyor, bazen cinsel açlığımı sanal da olsa giderebiliyorum.. Gerçek hayatta cinsellik açısından berbat durumdayım ama sanalda bu tür sohbetlerden zevk alıyorum.. 

+ Duygusal bir etkileşim içinde olduğum kimse yok.. Son 1 ay içinde kuzenim ve işyerinden bir abi olmak üzere iki kişi, beni kızlarla tanıştırmak istediklerini söyleyip ikisi de fotoğraf gönderdi ve o kızlarla konuştuklarını, instagramdan ekleyip sohbet edebileceğimizi söylediler.. İkisine de yok dedim.. Doğrusu hem içimden gelmiyor hem de utanıyorum.. Kırk yaşında birinin, görücü usulüyle iletişim kurması konusu bana yanlış geliyor.. Yanlış değil de utanıyorum işte.. 

+ Geçen gün yemek siparişi verecekken, "havuç tarator" yazısını okudum.. Yıllar önce benim için bir yemek ve onun yanında havuç tarator yapan o güzel ruhlu insan geldi aklıma.. İş için iletişim kursak da aslında aramıza giren soğukluk sebebiyle hiç iletişim kurmaz olmuştuk.. "Yeter bu iletişimsizlik" deyip, bir bahane bularak o arkadaşıma yazdım.. Büyük bir sitem ve olumsuz tepki gelince, 'demek ki geriye dönüş yolları kapanmış' diye düşünerek, attığım adımın hiçe sayılmasının siniriyle watshaptan ve telefonumdan engelledim.. Böylece benim için ciddi anlamda değerli bir insanı, onbeş seneden fazla zaman sonra hayatımdan çıkarmış oldum.. 

+ Bu sene daha hiç yıllık izin kullanmadım.. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyorum.. Malûm kimsesi olmayan, asosyal biri olduğumdan, gidecek bir yerim de, beraber gideceğim kimse de yok.. Haftaya belki izin alıp memlekete giderim diye hâyâl kuruyorum ama o da şüpheli işte..

+ Yani genel olarak, şükürler olsun, huzursuz bir durum yok.. Kendi ruhumun huzursuzluğu, karakterimin berbatlığı, hiçbir yerde mutlu olamama durumumdan başka bir derdim yok.. İlginçtir tek mutlu olduğum ve gülebildiğim yer işyeri.. O sebeple sürekli işyerinde olasım var.. Hiç değilse gülebiliyorum orada..


+ Her şeyimi anlattım.. Yeter bu kadar sanırım..




Rengarenk Renksizlik..

 Kırmızı için 'âşkın rengi' diyorlar ya

âşk, içinde tüm renkleri barındıran renksizliktir aslında..

Rengarenk günlerin ardından hep renksizlik yapışır insana.. Veya insan sömürücüdür, renkleri soldurur illa..


Renk bu kadar gelip geçici, renksizlik bu kadar kalıcı iken, soluk bir kaç renk için bu kurulan hâyâllerin anlamı ne..?