Sabah, daha yataktan çıkmadan, telefonu açtığında, bir fotoğrafla karşılaşıp, iki sene önce evlenmiş lise arkadaşın, çok uzaklardan "işte yeğenin Arda Han" diye sevincini paylaşıyorsa seninle; ister istemez ve nedensiz bir yere gözlerin dolu dolu uyanıyorsun güne..
Hoş geldin Arda Han.. Annene, babana, huzur getirdin, sağlık getirdin, mutluluk getirdin, heyecan getirdin, korku getirdin, sevinç getirdin, sorumluluk getirdin.. İnsanlığa yeni yeni umutlar getirdin sen.. Uzaklardaki bu yaşlı adama ise gözlerinin dolu dolu olması duygusallığını getirdin.. Yani hoş geldin..
Sonra sustum..
Ama güzel sustum..
Öyle güzel sustum ki;
mutfaktan fokurdayan suyun sesini duydu..
Dakikalar sonra dile geldi :
"Ne kaynıyor mutfakta ? "
"Çay" dedim..
"Sen gelmeden, çay demledim.. "
Sonra o da sustu..
Ama güzel sustu..
Öyle güzel sustu ki;
kalkıp kendine de bana da bir bardak çay koydu..
Çay içtik karşılıklı..
Bir bardak ile başlanan çay dördüncü bardağa kadar geldi..
O sustu..
Ben sustum..
Sonra çantasını aldı ve gitti..
Ama güzel gitti..
Öyle güzel gitti ki ;
kapının üzerine bıraktığı not aylardır bilgisayarımın yanıbaşında.. :
"Susmaların çirkin ama tomurcuklu çay güzeldi..
Gidiyorum.. Evet gidiyorum ama bırakma beni diye gidiyorum..
Bırakma beni, bırakma.. "
Ama güzel gitti..
Öyle güzel gitti ki ;
ondan okumak için aldığım kitabı bir daha veremedim ona..
Kitabın arkasına yazmıştım oysa :
"Evet, çay güzeldi.. "