Kendimden Alıntı..
Bir "alıntı" yapacaktım.. Bugün, hiç bir insan evladının, benim hislerime tercüman olamayacağının farkına vardım..
*Ayaklarım ağrıyor cancağızım.. Şehr-i İstanbul'un sokakları yoruveriyor yaşlı ruhumu..
*Tam karşımda duran saatten çıkan tik-tak sesleri canımı sıkıyor..
*Huzurlu bir şekilde erkenden uyumayı özlüyorum..
*Son günlerde karanlıktan korkuyor ama karanlık olmasına rağmen geceler boyu oturuyorum..
*Her gün, birkaç saatlik uyku ile işe gidiyor, birçok insanla gergin anlar yaşıyorum..
*Bizim sokağın başında duran birkaç köpek, aylardır her zaman geldiğim evin yolunu değiştirmeme neden oluyor.. Köpeklerden korkum öyle had safhada ki; minik köpek yavruları bile kalbimin hızlı atmasına sebep olabiliyor..
*Esasında söyleyecek bir sözüm yok.. Benim olmadığım bir şehirde, karanlık çökünce, ben varmışım gibi hâyâller kuruyorum..
*Kendimi ifade edemediğim her gün, tüm kalemler kırılsın, kâğıtlar yansın, türküler sussun istiyorum..
*Tanıdığım birçok insan mutsuz, huzursuz, güvensiz ve yalnızken, nasıl oluyor da bu denli güçlü görünebiliyorlar ve bir sorunları yokmuş gibi davranabiliyorlar ki..? Ben, bunu, neden başaramıyorum.. ?
*Ah, bugün, akşam üzeri, Sarayburnu Sahili'nde kurduğum hâyâller..! Ne kadar da komiktiniz öyle.. Hâyâllerimin ne denli komik olduğunu, bir bakışı ile hatırlatan tramvaydaki kısa saçlı kıza, teşekkürlerimle..
*Nihayet bir günü daha doldurdum işte.. Bir gün daha yaklaştım ölüm hakikatine.. Şükür, ölümü ve hayatı yaratan Rabb'e..
Kâlû-Belâ'ya Dönüş..
Her şeyin başladığı zamana dönsek..
"Elesti Birabbiküm ? " diye buyursa Alemlerin Rabb'i.. Hep bir ağızdan "belâ" desek.. Her şeyin başladığı zamana, Kâlû-Bela'ya, dönebilsek.. Yeniden söz versek Alemlerin Rabb'ine.. Yeniden tanısak ve kabul etsek O'nu.. Yeniden.. Her şeye yeniden selam versek..
İlk yürüdüğümüz güne dönsek.. Attığımız her adımda, ailemizin "aferin" demesini duysak, alkışladığını görsek, sevindiklerini hissetsek..
Okula ilk başladığımız güne dönsek.. Kalemi elimize ilk alışımıza.. Okula kayıt olmak için müdürün karşısına geçsek.. "Bu kızı kayıt ederiz sorun olmaz da... hımm.. bu <Çocuk>.. hımm.. kalem tutabilir, yazı yazabilir misin sen..? " "Yazarım.. " "Gel adını yaz o zaman, göreyim.. " Yavaş yavaş yürüsek müdürün masasına doğru.. Korksak, utansak, cesaret edemesek ama yine de yürüsek.. Zar-zor adımızı çiziktirsek.. "Sakat <Çocuk>"un kalem tutabildiğini göstersek ve okula ancak kayıt olabilsek.. Okula ilk başladığımız güne dönsek..
İlk sevdiğimiz kız için bir zarfın içine papatya koyup, o kızın evinin penceresinden içeri attığımız güne dönsek.. O kızı görebilmek için kapısının önünde oynadığımız, perdenin arkasından bize baktığını hissettiğimizde, utanıp kaçtığımız, arkadaşlarımızın bizimle sevdiğimiz kızın adını söyleyip alay ettiği güne dönsek..
İlk ağladığımız güne.. ilk yolculuğumuza.. ilk seviştiğimiz güne.. cebi olan ilk pantolonu aldığımız güne.. ilk halay çektiğimiz güne.. ilk küfrettiğimiz güne.. ilk kavga ettiğimiz güne.. davaya ihanet ettiğimiz o ilk güne.. çay bahçesinde çay içtiğimiz o ilk güne.. sevdiğimiz tarafından terk edildiğimiz ilk güne.. isyan ettiğimiz o ilk güne.. kollarımızı iki yana açarak etrafımızda dönmeye başladığımız o ilk güne.. askere gidemeyeceğimizi kavradığımız o ilk güne.. sevdiğimizi görebilmek için yağmur altında ıslandığımız o ilk güne.. cebimize çok para geçtiği o ilk güne.. Her şeyin başladığı ilk güne geri dönebilsek.. keşke..
...Ama "Özlemek kolay, geriye dönmek zor.. " demiştik günün birinde..
"Elesti Birabbiküm ? " diye buyursa Alemlerin Rabb'i.. Hep bir ağızdan "belâ" desek.. Her şeyin başladığı zamana, Kâlû-Bela'ya, dönebilsek.. Yeniden söz versek Alemlerin Rabb'ine.. Yeniden tanısak ve kabul etsek O'nu.. Yeniden.. Her şeye yeniden selam versek..
İlk yürüdüğümüz güne dönsek.. Attığımız her adımda, ailemizin "aferin" demesini duysak, alkışladığını görsek, sevindiklerini hissetsek..
Okula ilk başladığımız güne dönsek.. Kalemi elimize ilk alışımıza.. Okula kayıt olmak için müdürün karşısına geçsek.. "Bu kızı kayıt ederiz sorun olmaz da... hımm.. bu <Çocuk>.. hımm.. kalem tutabilir, yazı yazabilir misin sen..? " "Yazarım.. " "Gel adını yaz o zaman, göreyim.. " Yavaş yavaş yürüsek müdürün masasına doğru.. Korksak, utansak, cesaret edemesek ama yine de yürüsek.. Zar-zor adımızı çiziktirsek.. "Sakat <Çocuk>"un kalem tutabildiğini göstersek ve okula ancak kayıt olabilsek.. Okula ilk başladığımız güne dönsek..
İlk sevdiğimiz kız için bir zarfın içine papatya koyup, o kızın evinin penceresinden içeri attığımız güne dönsek.. O kızı görebilmek için kapısının önünde oynadığımız, perdenin arkasından bize baktığını hissettiğimizde, utanıp kaçtığımız, arkadaşlarımızın bizimle sevdiğimiz kızın adını söyleyip alay ettiği güne dönsek..
İlk ağladığımız güne.. ilk yolculuğumuza.. ilk seviştiğimiz güne.. cebi olan ilk pantolonu aldığımız güne.. ilk halay çektiğimiz güne.. ilk küfrettiğimiz güne.. ilk kavga ettiğimiz güne.. davaya ihanet ettiğimiz o ilk güne.. çay bahçesinde çay içtiğimiz o ilk güne.. sevdiğimiz tarafından terk edildiğimiz ilk güne.. isyan ettiğimiz o ilk güne.. kollarımızı iki yana açarak etrafımızda dönmeye başladığımız o ilk güne.. askere gidemeyeceğimizi kavradığımız o ilk güne.. sevdiğimizi görebilmek için yağmur altında ıslandığımız o ilk güne.. cebimize çok para geçtiği o ilk güne.. Her şeyin başladığı ilk güne geri dönebilsek.. keşke..
...Ama "Özlemek kolay, geriye dönmek zor.. " demiştik günün birinde..
Seni Seviyorum..
Fi..
Seni seviyorum..
Seni, sadece gecenin üçünde, sabahın altısında, öğlenin onikisinde, akşamın beşinde değil;
seni, sadece cumartesi, pazar, salı, perşembe günlerinde değil;
seni, sadece İstanbul'da, Ardahan'da, Afrika'da, Hindistan'da, Çin'de, Tibet'te değil;
Seni, zamanın olmadığı her ân'da,
mekanın olmadığı her yerde,
zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah'ın benden söz aldığı Kalû Belâ gününde,
Allah'a verdiğim söz üzerine
seviyorum..
Seni,
öncesi olmayan bir boşlukta,
sonrası olmayan bir sonsuzlukta,
daha Adem ile Havva yaratılmadığında,
İblis'in henüz Şeytan olmadığı zamanda,
ruhlara ilahi nefes üflenmediği günde,
verdiğim söz üzerine seviyorum..
Ben,
saatleri,
günleri,
mekânları,
ânları,
Zamansızlığı,
mekânsızlığı,
boşluğu,
sonsuzluğu,
Adem'i,
Havva'yı,
İlahi nefesi,
var diye bildiğin,
var olduğunu henüz bilmediğin her şeyi,
ve hatta Şeytan'ı;
sadece seni sevmek için kullanıyorum..
"İncire,
Zeytine,
Sina Dağı'na,
Emniyetli şehre, Mekke'ye,
İnsanları en güzel kılıkta yaratan Allah'a " *
yemin ederim ki,
seni seviyorum..
..............................................
* Tin sûresi..
Münafık..
İyiye veya kötüye yönelmiş de olsa, insanda bir aidiyet duygusu olmalı.. Kendini bir şeye ait hissetmeli, ortada kalakalmamalı öylece.. Arafta kalmak, o kadar sancılı ve insan karakterini nötrleştiren o kadar kötü bir durum ki..
...Hani Almanya'da yaşayan yeni nesil gurbetçilerimiz için denir ya; "Eve geliyorlar Türk kültürü, sokağa çıkıyorlar Alman kültürü... Onlar da arada kalıyorlar.. Ne Türk olabiliyorlar, ne Alman.." diye, ben de aynen öyle bir durumdayım..
Bir türlü Müslüman olamadım.. Ama kâfir de olamıyorum.. Ben, daha kötüsü oldum, aidiyetsiz bir şekilde ortada kaldım ve münafık oluverdim..
Gel de Allah'a Yaklaştır Beni..
“Kişi evlendiği zaman dininin yarısını korumuş
olur.
Geriye kalan yarısı içinde Allah’a karşı gelmekten sakınsın.’’
Hadis-i Şerif
Gel, ne olursun..
Her neydeysen, tez zamanda çık ve gel.. !
Bu beden, yeterince nefsinin kölesi oldu.. Gel ve Allah'a yaklaştır bu bedeni.. Gülsuyu kokulu dualarım, küfre dönüştü.. Gel ve gülsuyu kokulu dualarımı ver bana..
Namazlarım eksik, imanım yarım, iyiliklerim gösteriş, sevgim sahte.. Gel de Müslüman olmanın güzelliğini yaşat bana..
Gel, ne olursun.. Bu beden ve ruh, her geçen gün günah bataklığında batar oldu.. Gel de kurtar bu insanı bu çukurdan, bataklıktan..
Dinim yarım, imanım yarım, varlığım yarım.. Gel de artık yarımlığım tam olsun.. Gel de ceset olmuş bu beden, artık Müslüman olsun..
Gel artık ne olur.. Gel de Allah'a yaklaştır beni..
Bir Bebekte Aradım Sevdiğimi..
Ömrümce hep adım adım
her yerde seni aradım.
Ben kalbimden başka yerde
inan seni bulamadım.
Hava kararmak üzereydi Şehr-i İstanbul'da.. Dilimde bir şarkı vardı, odam karanlıktı, kalbim nasır bağlamıştı.. Çoktan unutmuştum, unutmamam gereken hakikâti.. Yağmur yağıyordu ve nedense yağmur damlalarının sevgilisi toprağa kavuşması anında, her tarafa hüzün yayılıyordu..
Gecenin karası kadar kara bulutlar toplanmıştı tepeme.. Beni ayakta tutan ne kadar umutvari düşünce varsa, düşündüm hepsini teker teker.. Mutlu bir insan gibi gülümseme taklidi yaptım; işe yaramadı.. 'Dönülmez akşamın ufkundaydım ve vakit çok geçti.. Ömrümün son fasılıydı ve nasıl geçeceği umrumda değildi.. Cihana bir daha gelmeyecektim, seninle yaşamak hâyâl idi..' Bu saatten sonra hiç bir düşünce, beni teselli etmeyecekti..
...yine de bir umuttu; vardım anamın yanına.. Öptüm yanağını.. Başımı koydum bacağına, "Anne beni sevsene.." dedim.. Annem beni sevdi; kâr etmedi..
Babamın yanına gittim.. Seyrekleşmiş saçını dağıttım.. Alnından öptüm.. El şakaları yaptım.. Babam bana karşılık verdi; kâr etmedi..
Telefona sarıldım.. Yeğenlerim gelsin diye talimat verdim.. Derslerini bırakıp, off poff yaparak geldiler yanıma.. Öptüm.. Sarıldım.. Mıncıkladım.. Gıdıkladılar beni; kâr etmedi..
Karanlık çöktükçe, kendimi, mutlu olmak için zorladım.. Hey Hâk.. Mutlu olamadım.. Dönülmez akşamın ufkundaydım ve vakit çok geçti.. Ömrümün son fasılıydı ve nasıl geçtiği umrumda bile değildi.. Sevdam yasta idi.. Âşk yaram kanamıştı ve sen merhem olmuyorsun diye kimse merhem olamıyordu..
Odama geçtim.. Üzerimi giyindim.. Kapıdan çıktığımı görenlere, sokakta bir tur atıp geleceğimi söyledim.. Arabalarla dolmuş caddede, korna sesleri eşliğinde, koşuşturan insanların yanından geçip gidiyordum, nereye gideceğimi bilmeden.. Başımda spor şapka, ellerim cebimde yürüyordum.. Ömrümce aradığım gibi yine arıyordum; hiç bir yerde bulamamıştım, kalbimden başka hiç bir yerde bulamıyordum..
Yirmi, belki otuz dakika kadar yürüdüm.. Ayaklarım beni nereye götürüyordu, bilmiyorum.. Yorulduğumu, ayaklarımın ağrıdığını hissediyordum.. Ne zaman kendimi umursadım ki..! Yine umursamıyordum.. Yürüyordum.. Seni bulacakmış gibi yürüyordum.. Sana varacakmış gibi yürüyordum.. Ben ki, insanlardan gözlerimi kaçırırdım; bu defa, seni bulabilirim diye insanların gözlerinin içine bakıyordum.. Seni bulamıyordum Sevdiğim.. Bundan önce olduğu gibi seni yine bulamıyordum..
Yorulduğumu hissetmeye başlamıştım.. Ellerim cebimde terlemişti.. Ağrıyan ayaklarım, daha çok ağrır olmuştu.. İleride bir özel hastahane vardı.. Hiç bir şey düşünmeden, içeriye girdim.. Para kokusunu almış olacak ki, hastahane çalışanlarından, güzel giyimli, güzel bakışlı bir kızcağız yanıma geldi.. Gülümseyerek selam verdi.. Nasıl yardımcı olabileceğini sordu.. Yorulmuştum, biraz oturmak, nefeslenmek için izin istedim.. Bir veya iki dakika kadar oturduktan sonra DANIŞMA yazan yerdeki bayana yaklaştım.. Yeni doğmuş bebekleri nerede tuttuklarını sordum..
Öyle ya.. Bir umut kırılması yaşandığında, kalbi hüzün sardığında; moralin düzelsin, yeniden umutların yeşersin diye, yeni doğmuş bebeklerden daha etkili bir şey olabilir miydi..? Allah, biz nankör, isyankâr kullarından umudu kesmeyip, yeni bebekleri dünyaya gönderdiğine göre, hâlâ umutvari olmak için bir sebebimiz vardı bizim.. Kalbin kaskatı olsa, gözlerinden yaş aksa bile, yeni doğmuş bir bebeğin melek yüzü unutturmaz mıydı her türlü kederi..? Unutturmaz mıydı, seni, yer ile yeksan eden, hercümerc eden düşünceleri..?
Unuttururdu.. Çünkü her bebek, mucizevi bir umuttu.. !
Danışmadaki bayan, doğum yapmış hastanın adını-soyadını sordu.. Hasta yoktu, adı yoktu, soyadı yoktu, belki senden başka hayatta hiç kimse yoktu..
Birini ziyarete gelmediğimi, sadece bebekleri izlemek istediğimi söyledim.. Şaşırdı.. Yüzüme tuhaf tuhaf baktı.. Belki de bebek hırsızı olmamdan korktu, şüphelendi.. Böyle bir duruma, güvenlik nedeniyle izin veremeyeceklerini söyledi.. Ben biraz ısrar edince, durumu şefine açacağını söyleyerek gitti.. Yaklaşık iki dakika sonra iyi giyimli bir beyefendi ile tekrar geldi.. Erkek olan, tekrar ne istediğimi anlamak için sorular sordu.. Ben, hiç olmadığım kadar açık sözlü davrandım.. Moralimin çok bozuk olduğunu, bebekleri sadece uzaktan seyretmek istediğimi söyledim.. Durumumu anlamış olacak ki, böyle bir olayın güvenlik nedeniyle doğru olmayacağını ama uzaktan bakmam ve en fazla 15 dakika kadar kalmam şartı ile izin verebileceklerini söyledi.. Teşekkür ettim.. Hafifçe tebessüm ederek tokalaştım.. Gösterdikleri yere doğru merdivenleri çıkmaya başladım.. Arkamı dönüp baktığımda, üç görevlinin bana bakarak sohbet ettiklerini gördüm.. Başlarına ilk kez böyle bir olay gelmiş olacak ki, beni konuşuyorlar, belki de güvenlik nedeniyle beni iyice kontrol ediyorlardı..
Yeni doğmuş bebeklerin olduğu odanın önüne geldim.. İki bebek küvezde idi ve uyuyorlardı.. İki bebek ise beşikte, sarı ve mavi elbiseleri ile uyuyorlardı.. Bir tanesi de ağlıyordu.. Beş dakika kadar baktım bebeklere.. İkimizin bebeğine bakar gibi baktım.. Bebekler umuttu ve seni o umut bebeklerinin yüzlerinde arıyordum.. Dayanamadım, birkaç damla gözyaşı döktüm.. Ağlayan bebek sussun diye, elimi ona doğru uzattım.. Önümde kocaman bir cam vardı.. Gözyaşlarım yanağımı ıslattığı gibi terlemiş elim de camı ıslattı..
O ağlayan bebek, susana kadar baktım ona.. Diğer uyuyan bebeklere bakıp tebessüm ettim bazen.. Bizim bebeğimiz olacak mıydı..? Ben gelip de sevinç gözyaşları dökecek miydim böyle..? Ağlayacak mıydı benim bebeğim de..? Annesi gibi güzel olacak mıydı..? Annesi gibi can yakıp, tüm erkekleri ağlatacak mıydı..? Başkalarının bebeğine değil de, kendi bebeğime bakıp umutlanabilecek miydim..? Kendi bebeğimin yüzüne bakıp da Allah'a bir kez daha kalben bağlanabilecek miydim..? Seni, bu tertemiz bebeklerin melek yüzlerinde bile bulamazken, kendi bebeğimin yüzünde bulabilecek miydim..?
Bulamadım Sevdiğim.. Bulamadım.. Dün akşam, seni, karanlık gecede, koşuşturan insanlarda, korna seslerinde, insanların gözlerinde, söylediğim türkülerde, o tertemiz bebeklerin yüzlerinde bulamadım.. 'Her yerde seni aradım.. Ben kalbimden başka yerde, inan seni bulamadım.. '
her yerde seni aradım.
Ben kalbimden başka yerde
inan seni bulamadım.
Hava kararmak üzereydi Şehr-i İstanbul'da.. Dilimde bir şarkı vardı, odam karanlıktı, kalbim nasır bağlamıştı.. Çoktan unutmuştum, unutmamam gereken hakikâti.. Yağmur yağıyordu ve nedense yağmur damlalarının sevgilisi toprağa kavuşması anında, her tarafa hüzün yayılıyordu..
Gecenin karası kadar kara bulutlar toplanmıştı tepeme.. Beni ayakta tutan ne kadar umutvari düşünce varsa, düşündüm hepsini teker teker.. Mutlu bir insan gibi gülümseme taklidi yaptım; işe yaramadı.. 'Dönülmez akşamın ufkundaydım ve vakit çok geçti.. Ömrümün son fasılıydı ve nasıl geçeceği umrumda değildi.. Cihana bir daha gelmeyecektim, seninle yaşamak hâyâl idi..' Bu saatten sonra hiç bir düşünce, beni teselli etmeyecekti..
...yine de bir umuttu; vardım anamın yanına.. Öptüm yanağını.. Başımı koydum bacağına, "Anne beni sevsene.." dedim.. Annem beni sevdi; kâr etmedi..
Babamın yanına gittim.. Seyrekleşmiş saçını dağıttım.. Alnından öptüm.. El şakaları yaptım.. Babam bana karşılık verdi; kâr etmedi..
Telefona sarıldım.. Yeğenlerim gelsin diye talimat verdim.. Derslerini bırakıp, off poff yaparak geldiler yanıma.. Öptüm.. Sarıldım.. Mıncıkladım.. Gıdıkladılar beni; kâr etmedi..
Karanlık çöktükçe, kendimi, mutlu olmak için zorladım.. Hey Hâk.. Mutlu olamadım.. Dönülmez akşamın ufkundaydım ve vakit çok geçti.. Ömrümün son fasılıydı ve nasıl geçtiği umrumda bile değildi.. Sevdam yasta idi.. Âşk yaram kanamıştı ve sen merhem olmuyorsun diye kimse merhem olamıyordu..
Odama geçtim.. Üzerimi giyindim.. Kapıdan çıktığımı görenlere, sokakta bir tur atıp geleceğimi söyledim.. Arabalarla dolmuş caddede, korna sesleri eşliğinde, koşuşturan insanların yanından geçip gidiyordum, nereye gideceğimi bilmeden.. Başımda spor şapka, ellerim cebimde yürüyordum.. Ömrümce aradığım gibi yine arıyordum; hiç bir yerde bulamamıştım, kalbimden başka hiç bir yerde bulamıyordum..
Yirmi, belki otuz dakika kadar yürüdüm.. Ayaklarım beni nereye götürüyordu, bilmiyorum.. Yorulduğumu, ayaklarımın ağrıdığını hissediyordum.. Ne zaman kendimi umursadım ki..! Yine umursamıyordum.. Yürüyordum.. Seni bulacakmış gibi yürüyordum.. Sana varacakmış gibi yürüyordum.. Ben ki, insanlardan gözlerimi kaçırırdım; bu defa, seni bulabilirim diye insanların gözlerinin içine bakıyordum.. Seni bulamıyordum Sevdiğim.. Bundan önce olduğu gibi seni yine bulamıyordum..
Yorulduğumu hissetmeye başlamıştım.. Ellerim cebimde terlemişti.. Ağrıyan ayaklarım, daha çok ağrır olmuştu.. İleride bir özel hastahane vardı.. Hiç bir şey düşünmeden, içeriye girdim.. Para kokusunu almış olacak ki, hastahane çalışanlarından, güzel giyimli, güzel bakışlı bir kızcağız yanıma geldi.. Gülümseyerek selam verdi.. Nasıl yardımcı olabileceğini sordu.. Yorulmuştum, biraz oturmak, nefeslenmek için izin istedim.. Bir veya iki dakika kadar oturduktan sonra DANIŞMA yazan yerdeki bayana yaklaştım.. Yeni doğmuş bebekleri nerede tuttuklarını sordum..
Öyle ya.. Bir umut kırılması yaşandığında, kalbi hüzün sardığında; moralin düzelsin, yeniden umutların yeşersin diye, yeni doğmuş bebeklerden daha etkili bir şey olabilir miydi..? Allah, biz nankör, isyankâr kullarından umudu kesmeyip, yeni bebekleri dünyaya gönderdiğine göre, hâlâ umutvari olmak için bir sebebimiz vardı bizim.. Kalbin kaskatı olsa, gözlerinden yaş aksa bile, yeni doğmuş bir bebeğin melek yüzü unutturmaz mıydı her türlü kederi..? Unutturmaz mıydı, seni, yer ile yeksan eden, hercümerc eden düşünceleri..?
Unuttururdu.. Çünkü her bebek, mucizevi bir umuttu.. !
Danışmadaki bayan, doğum yapmış hastanın adını-soyadını sordu.. Hasta yoktu, adı yoktu, soyadı yoktu, belki senden başka hayatta hiç kimse yoktu..
Birini ziyarete gelmediğimi, sadece bebekleri izlemek istediğimi söyledim.. Şaşırdı.. Yüzüme tuhaf tuhaf baktı.. Belki de bebek hırsızı olmamdan korktu, şüphelendi.. Böyle bir duruma, güvenlik nedeniyle izin veremeyeceklerini söyledi.. Ben biraz ısrar edince, durumu şefine açacağını söyleyerek gitti.. Yaklaşık iki dakika sonra iyi giyimli bir beyefendi ile tekrar geldi.. Erkek olan, tekrar ne istediğimi anlamak için sorular sordu.. Ben, hiç olmadığım kadar açık sözlü davrandım.. Moralimin çok bozuk olduğunu, bebekleri sadece uzaktan seyretmek istediğimi söyledim.. Durumumu anlamış olacak ki, böyle bir olayın güvenlik nedeniyle doğru olmayacağını ama uzaktan bakmam ve en fazla 15 dakika kadar kalmam şartı ile izin verebileceklerini söyledi.. Teşekkür ettim.. Hafifçe tebessüm ederek tokalaştım.. Gösterdikleri yere doğru merdivenleri çıkmaya başladım.. Arkamı dönüp baktığımda, üç görevlinin bana bakarak sohbet ettiklerini gördüm.. Başlarına ilk kez böyle bir olay gelmiş olacak ki, beni konuşuyorlar, belki de güvenlik nedeniyle beni iyice kontrol ediyorlardı..
Yeni doğmuş bebeklerin olduğu odanın önüne geldim.. İki bebek küvezde idi ve uyuyorlardı.. İki bebek ise beşikte, sarı ve mavi elbiseleri ile uyuyorlardı.. Bir tanesi de ağlıyordu.. Beş dakika kadar baktım bebeklere.. İkimizin bebeğine bakar gibi baktım.. Bebekler umuttu ve seni o umut bebeklerinin yüzlerinde arıyordum.. Dayanamadım, birkaç damla gözyaşı döktüm.. Ağlayan bebek sussun diye, elimi ona doğru uzattım.. Önümde kocaman bir cam vardı.. Gözyaşlarım yanağımı ıslattığı gibi terlemiş elim de camı ıslattı..
O ağlayan bebek, susana kadar baktım ona.. Diğer uyuyan bebeklere bakıp tebessüm ettim bazen.. Bizim bebeğimiz olacak mıydı..? Ben gelip de sevinç gözyaşları dökecek miydim böyle..? Ağlayacak mıydı benim bebeğim de..? Annesi gibi güzel olacak mıydı..? Annesi gibi can yakıp, tüm erkekleri ağlatacak mıydı..? Başkalarının bebeğine değil de, kendi bebeğime bakıp umutlanabilecek miydim..? Kendi bebeğimin yüzüne bakıp da Allah'a bir kez daha kalben bağlanabilecek miydim..? Seni, bu tertemiz bebeklerin melek yüzlerinde bile bulamazken, kendi bebeğimin yüzünde bulabilecek miydim..?
Bulamadım Sevdiğim.. Bulamadım.. Dün akşam, seni, karanlık gecede, koşuşturan insanlarda, korna seslerinde, insanların gözlerinde, söylediğim türkülerde, o tertemiz bebeklerin yüzlerinde bulamadım.. 'Her yerde seni aradım.. Ben kalbimden başka yerde, inan seni bulamadım.. '
Son Nefesin Verildiği Her Yeni Güne Tükürmenin Sapıklığı..
Daldan dala atlamak iyidir..
+ Hatun kızımızla buluştuk.. Kahve yudumladık ancak sohbet az daha uzayınca İskender kebabı da mideye indirdik.. Hoşsohbet bir kızcağız.. Pazarlık masasına oturur gibi masaya oturduk ve kendimizden bahsetmeyi boşverdik de şartlarımızı konuşmaya başladık.. Kendisinin ve ailesinin, insanları, "engelli" veya "sağlam" diye değil de "insan" olarak değerlendirdiklerinden bahsetti.. Haliyle benim engelli olmamın, ne kendisi için ne de ailesi için asla sorun olmayacağını söyledi.. Sahiden o kadar güzel anlattı ki; söylediklerine inanıverdim.. Yalnız, ben, "Evlendikten sonra bile annem babam isterlerse benim yanımda kalacaklar" deyince, kendisi, kesinlikle böyle bir şeyi kabul edemeyeceğini söyledi.. Biraz daha sohbet ettik ve olmayacağını düşünerek "Hayırlısı" dedim.. Sonrasında ayrıldık.. Gece, tekrar konuşmakta fayda olacağına dair bir mesaj geldi ancak ben tekrar "hayırlısı" deyince, fazla uzatmadık..
+ "Hayırlısı" kelimesini kullanınca sinirleniyor bazıları.. Ben, bu kelimeyi kullanınca, sinir olduklarını açık açık söylüyorlar üstelik.. Bu kelimeye sinir olanlar, o kadar aptal insanlar ki, esasında ben de onlara sinir oluyorum.. Aramızda gerginlik olunca, beni facebook denilen sosyal paylaşım sitesinden siliyorlar.. Ben, bu duruma daha fazla geriliyorum.. Aramızdaki gerginlik artınca, "benim gibi bir arkadaşı kaybetmek" istemediklerini beyan ederek, telefon açıyorlar.. Her zaman ki gibi telefonda fırça çekiyorlar.. Herkesin beni pohpohladığını dile getirerek, benim, kendisinden de böyle bir pohpohlama beklediğimi söylüyorlar.. Oysa ben kendisinden, bana güven vermesini bekliyorum.. Sürekli bana fırça atmamasını bekliyorum.. Hayata olan kızgınlığını benden çıkarmamasını bekliyorum.. İletişime kapalı olduğumu söyleyerek hicvetmeyi bildiği gibi iletişime kapalı olmama sebep olan ve beni sildiği o sosyal paylaşım sitesinde beni yeniden eklemesini ve hatasını anlamasını bekliyorum.. Bana saygısının olmamasını anlarım ama hiç değilse kendisine saygısının olmasını bekliyorum.. Benim niye ona bu kadar kızdığımı anlayacak zekâya sahip olmasına rağmen bu kadar aptal olmamasını bekliyorum.. Hep bekliyorum.. Hep bekliyorum.. Kendine, dünyaya, bütün insanlara o kadar kızgın ki; kızgınlığı sebebiyle kalbini karanlıklar içinde bıraktığını görmüyor bir türlü.. Bunu görmüyor olmasına kızıyor ve kalp gözünün açılmasını bekliyorum.. Bekle babam bekle.. Yaz gelecek de karpuz yiyeceğiz.. Pehhh.. !
+ Hayatımda biri var ki; sövsem sövemiyorum, dövsem dövemiyorum, göndersem gönderemiyorum.. Memleketim gibi kokuyor.. Memleketim gibi koktuğu için insanlığını seviyorum.. İçinde kötü niyet olmadığını gördüğüm için kötü niyetsiz halini seviyorum.. Bu, memleketim gibi kokan hatun, beni sevdiğine dair cümleler kuruyor.. Oysa içinde zerre kadar sevgi yok.. Sevdiğini zannediyor.. Takıntı yapmış.. Benim için uzak yollardan gelerek, beni sevdiğini ispat ettiğini sanıyor.. Oysa benim için yanı başındaki insanlara bir cümle dahi kuramıyor.. Beni gizli seviyor.. Sır saklar gibi seviyor.. Kimseye söylemeden seviyor.. Bir kusur işlermiş gibi seviyor.. Haliyle bunun adı sevgi olmuyor ve haliyle bana güven vermiyor..
+ Yıllardır sapıkça yazılar yazıyorum diye kızıyorlar bana.. Beni çok iyi tanıdığını söyleyen bir sürü insan, yazdığım her sapıkça yazının, benim hayata olan küfrüm olduğunu göremiyor bir türlü.. Sonra onlara karşı niye bu kadar "vurdumduymaz" olduğumu, en ufak bir olayda niye hemen gemileri yaktığımı soruyorlar.. Daha benim o sapıkça yazıları bile neden yazdığımı bir türlü göremiyorlar.. Güya beni çok iyi tanıyan insanlar..! Ben, beni çok ama çok iyi tanıdığını söyleyip de neyi neden yaptığımı bir türlü göremeyen insanlara bile güven duyamadığımı dile getirince, benim hasta ruhumdan bahsediyorlar.. Evet, benim ruhum hasta.. Ruhum, yatak döşek yatmakla.. Son nefesini veriyor her yeni günde.. Siz bunu anlamazsınız, çünkü siz, bana söylemenize rağmen "bencilliğinizden" kendinizden başkasını göremeyecek durumdasınız.. Güvenmiş..! Pehhh.. Bir de benim kendilerine güvenmemi bekliyorlar.. Her yeni günde, son nefesini veren, hastalıklı bir ruh, kendine bile güvenemezken, sizin neyinize güvensin ki..?
....................................................
+ Siz, hiç, kocasının yanında bir kadınla seviştiniz mi..? Ben, seviştim.. Karısını çırılçıplak soyarak, her tarafını öper, okşar, emerken, kocası koltukta oturmuş, bizi seyrediyor, elini baksırından içeri sokuyordu.. Hepimiz zavallı haldeydik ve nedense hepimiz bu zavallı halimizden sınırsız zevk alıyorduk.. Kadın inliyordu, kocası ise karısını daha hızlı ve daha sert orgazma ulaştırmamı tembihliyordu.. Yaklaşık üç saat sonra, bu zavallı hareketlerimiz yetmiyormuş gibi bir de kendilerini memnun ettiğim için bana para vermeleri yok mu; böyle hayatın içine tükürülmez de ne yapılır, hiç bilemiyorum..
+ Son bir senedir, fordçuluktan çok zevk almaya başladım.. Kalabalık bir otobüse biniyor, fırsat bulduğum an, bir kadının arkasından ona sürtüyorum.. Kadın zevk alıyor mu bilmiyorum ama ben çok ama çok zevk alıyorum.. Hatta çoğu zaman 2 dakika geçmeden boşalıyorum.. Esasında bu olay, pantolonun, pantolona sürtmesi kadar basit ve saçma ve salakça ama o kadar zevkli bir olay ki; hemen her gün bu iş için kalabalık otobüslere biniyorum..
+ Geçen gün, otobüste, fordlayacağım bir kadın bulamayınca, bir erkeğe yaptım bu işi ve çok zevk aldım.. En son geçen sene eşcinsel bir ilişkiye girmiştim.. Şimdi bu zevki tadınca, beni tatmin edebilecek bir eşcinsel arayışlarına girdim.. Bu tür sitelere giriyorum hergün.. Bakalım ne zaman denk gelecek..
......................................................
+ Bu kadardı.. Küfürlerinize başlayabilirsiniz..
Hâyâl Mi, Gerçek Mi..? Var Mı, Yok Mu..? Hayırlısı Mı, Değil Mi..? Oldu Mu, Olacak Mı..?
Konuya direkt girersem, kestirmeden çıkar, sonra gider bir güzel uyurum, diye düşünüyorum.. Haliyle bu yazıda giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini aramak beyhude bir çaba olur.. Hızlı servis.. Hani yeni bir hızlı yemek yeme alışkanlığı/modası baş gösterdi ya güzel ülkemde.. Karnınızı doyurmak için dışarıdan bakılınca lokantaya benzeyen mekâna giriyorsunuz; bir bakıyorsunuz ki, bu mekânda, masa-sandalye yok.. İnsan boyundan az kısa olan bir sehpa konulmuş; sehpanın üzerinde ketçap, mayonez var.. Artık ekmek arası mı, patates kızartması mı, ne talep ederseniz, hemencecik geliyor ve siz de ayakta hemencecik yiyip yolunuza devam ediyorsunuz.. Bu yazı da tıpkı bu aceleci lokantalar gibi.. İçine çekemeyebilir sizleri.. "Buyur" edemeyebilir.. Oturmanız için yer gösteremeyebilir.. Hızlı hızlı okutur, hızlı hızlı yolcu eder sizi.. Yine de yazıdır ve hayatımdan bir parçadır.. Kim okur bilmem.. Üç kişi okursa, ikisi "<Çocuk> yine hâyâl kuruyor" der, diğer okuyan kişi ise hâyâl kurduğumu tahmin eder ama yine de yazının gerçeklik payı olabileceğini düşünür.. Ama önemli olan yazının hâyâl veya gerçek olup-olmaması değil.. Önemli olan, hâyâlse bile benim bu tür hâyâlleri yeniden kurabiliyor olmamdır..
Ne çok uzattım değil mi..? Güya konuya direkt giriş yapacak, giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini tek kalemde geçecektim..
İşyerinde bir ağabey var.. ( "Eee ne olmuş, herkesin işyerinde bir ağabey var" gibi bir düşünce içine girmeden yazının devamını beklemeni tavsiye ederim hanım teyze)
...Bu işyerindeki ağabey, sağolsun, bana güvenmiş ve bir tanıdığının tanıdığına benden bahsetmiş.. Tanıdığının tanıdığı da tanışmaktan kimseye zarar gelmeyeceğini dile getirerek, facebook'ta eklemem için adresini vermiş.. Benden habersiz, benim için böyle bir eyleme girişen ağabey, ben sabah işe girer girmez, elindeki kâğıdı uzattı bana.. Ben, kâğıda bakmadan, "Ağbi dur, daha uyanmadık.. Kahvaltı yapalım, çay içelim de ondan sonra işe başlayalım.." dedim.. O ağabey de tebessüm ederek, "Bu iş değil.. Yani iş de senin bildiğin işlerden değil" diyerek tebessüm etti.. Olaydan haberdar olan diğer ağabey de tebessüm etti.. Ben, şaşkın şaşkın onlara bakarken, olaydan haberdar olup, tebessüm eden diğer ağabey, "Sen bu kâğıda şimdi bak.. Sonra işe başlayınca gözün bir şey görmüyor, sinirli oluyorsun, laf da söylenmiyor sana" diye sitem dolu bir cümle de kurunca, kâğıdı elime aldım; kırmızı kalemle yazılmış, facebook uzantılı bir adres okudum.. Her iki tebessüm eden ağabeye meraklı gözlerle bakarken, beni düşünerek, benden habersiz benim için girişimlerde bulunan ağabey dile geldi; edepli, namuslu, cici bir kız tanıdığı olduğunu, övgüyle benden bahsettiğini, herşeyime kefil olduğunu, ayrıca bu kıza da kefil olduğunu, kızın da tanışmaktan kimseye zarar gelmeyeceğini söylediğini ve tanışmak için adresini verdiğini söyledi..
Ben, önce, utanarak, "yok" falan desem de, erkek hormonlarına sahip bir kalbe sahip olduğum için esasında istekli idim.. İstekli olduğumu gördüklerinden, benim de naz yaptığımı anladıklarından, biraz daha ısrar ettiler ve ben daha sabah çayını içmeden, beni zorla facebook'a girdirip, bu hatun kızı eklettirdiler.. Hatun kızımız 24 yaşındaymış.. Çok küçükken talihsiz bir kaza geçirmiş ve parmağından biri kopmuş.. Oturduğu ilçede o parmağını dikecek teknoloji yokmuş, büyük hastaneye de zamanında parmağı yetiştiremediklerinden, o parmak bir türlü dikilememiş.. Edirne Uzunköprülü imiş.. İki yıllık muhasebe okumuş.. Beş aydır, Şirinevler'de bir muhasebe bürosunda çalışıyormuş, evi de Bahçelievler'de imiş..
Herneyse..
Hatun kızımızı facebook'tan ekledikten saatler sonra, öğlene yakın bir zaman dilimi içinde, kızımız arkadaşlık isteğini kabul etti.. Selamlaştık.. "siz"li hitaplara başladık.. O da ben de ne konuşacağımızı bilmeden, basit, sıradan ve fazlasıyla resmi cümleler kuruyorduk.. Benim gibi hatun kısmına kur yapmayı seven, yazışırken insanlarla fazlasıyla yakın ve samimi olan birinin, bir hatuna "siz" diye hitap etmesi ve o hatunla yazışırken resmi davranması, fazlasıyla sıkıcı bir durum olsa da uzun bir süre iletişime devam ettik.. Ona kendimden, işimden, ailemden, engelli oluşumdan bahsettim.. İşyerindeki ağabeyin ismini vererek, bunların bir çoğunu, o ağabeyin zaten söylediğini, beni sevdiği için övdüğünü ve haliyle kendisinin de merak ettiğini dile getirdikten sonra fotoğraflarıma baktığını, engelli sayılamayacağımı, benden çok daha kötü durumda olanların olduğunu, bunları takmamak gerektiğini ifade etti.. Ben, hatun kızımız bunları söylerken, bu tür cümleleri çok duyduğum için önemsemiyordum ve engelli birinin ağzına bal çalan cümleler olduğunu düşünüyordum.. Yine de böyle düşündüğü için kendisine teşekkür ettim.. Sonra kendisi küçükken geçirdiği kazayı anlattı.. Ailesini, çevresini, işini anlattı.. Ara ara her ikimiz de işe dönüyor, iş yaptıktan sonra sohbete devam ediyorduk.. Ben, fırsat buldukça fotoğraflarına da bakıyordum.. Esmer, kısa saçlı hayranıyımdır ama bu kız tam bir Trakyalı idi.. Ne esmerdi, ne kısa saçlı.. Sarışın da değildi.. İşin tuhafı kızıl da değildi.. Sarışınımsı kızıl diye tarif edebilirim.. Beyaz tenliydi.. Ama şükür ki, zayıftı, narindi, spor giyiniyordu..
Gün içinde epeyce bir iletişim kurduk.. Hâlâ "siz" modundayız ve hâlâ resmi, soğuk, utangaç haldeyiz.. Yine de birkaç saat önce, yarın akşam Şirinevler'de, bir kahve içimlik buluşma kararı aldık..
Bakalım, bu anlattıklarım, bundan öncekiler gibi bir hâyâlden mi ibaret kalacak, yoksa hakikati anlatan bir yazı mı olacak.. ?
Rabb, canımızı almazsa ve nasip etmişse bu buluşmada bulunmayı, yarın bakacağız neler olacağına..
Bakalım Mevla neylerrrrrr,
--çok iyi biliriz ki--
neylerse güzel eyler..
Uzaktaki Şehr-i İstanbul'um..
Eskiye nazaran daha fazla seviyorum Şehr-i İstanbul'u.. Kadıköy, Moda, Bakırköy, Eminönü, Taksim, Sarayburnu, Gülhane, Bayezid; kolay kolay kopamam buralardan.. Sıkışık trafikte çektiğim eziyeti, Karaköy-Kadıköy arası vapurda unutuveriyorum.. İnsanların vurdumduymazlığını, Gülhane Parkı'nın üst tarafında içtiğim bir bardak çay ile boşverebiliyorum.. Her geçen gün, Şehr-i İstanbul ile bütünleşiyorum.. Yine de...
...yine de nedendir bilinmez, son günlerde Şehr-i İstanbul'dan farklı bir yerde yaşama isteği sardı ruhumu.. Deniz kenarında, her türlü sosyal aktivitenin olduğu küçük bir şehirde yaşamak istiyorum.. Geceleri hayatın donmadığı, çocuk sesleri ile martı seslerini aynı anda duyabileceğim bir şehir olsun istiyorum.. İçine kitaplarımı, yatağımı, bir kaç tane yer yastığını ve bilgisayarımı koyabileceğim, bir odası ve bir salonu olan küçük bir evim olsun.. Balkonunda geceleri kahve eşliğinde kitap okuyabileyim, maziye daldığımda bir türlü mırıldanabileyim istiyorum..
İlla ki deniz olmalı.. Gece sahilde yürüyebilmeliyim.. Sadece sevişmek için sahili kullananların aksine, âşk tazelemek için de sahilde elele dolaşan insanları görebilmeliyim..
Pazar kahvaltılarını, balkonda yapabileceğim bir yer olmalı.. Zeytinle, peynirle, reçelle, yumurta ile şakalaşabilmeli, onlarla sohbet edebilmeliyim.. Zeytine, 'zeytin gözlüm' diye iltifatlar edebilmeli, beyaz peynire 'kanın çekilmiş' deyip tebessüm edebilmeliyim.. Reçele, "Sen ne tatlı şeysin öyle" deyip, yumurtaya, "Doğruyu söyle; tavuk mu senden çıkıyor, sen mi tavuktan..?" gibi sorular yöneltebilmeliyim..
Bu saydıklarımı, belki Şehr-i İstanbul'da da yapabilirim ama nedendir bilmiyorum, Şehr-i İstanbul bana hep yalnızlığımı ve kimsesizliğimi anımsatıyor.. Sanki farklı bir yere gittiğimde, artık yalnız olmayacak, o gittiğim küçük şehirdeki tüm insanları tanıyacak ve onlarla dost olacakmışım gibime geliyor.. Sanki o küçük şehirde, yeniden birine âşık olabilecek, kahvaltıları beraber yapabilecek, sahilde beraber gezebilecek, sinemaya beraber gidebilecek ve mırıldandığım türküleri onun gözlerine bakarak söyleyebilecek gibiyim..
Sanki yaşayamadığım güzellikleri o küçük şehirde yaşayabilecek gibiyim..
...yine de nedendir bilinmez, son günlerde Şehr-i İstanbul'dan farklı bir yerde yaşama isteği sardı ruhumu.. Deniz kenarında, her türlü sosyal aktivitenin olduğu küçük bir şehirde yaşamak istiyorum.. Geceleri hayatın donmadığı, çocuk sesleri ile martı seslerini aynı anda duyabileceğim bir şehir olsun istiyorum.. İçine kitaplarımı, yatağımı, bir kaç tane yer yastığını ve bilgisayarımı koyabileceğim, bir odası ve bir salonu olan küçük bir evim olsun.. Balkonunda geceleri kahve eşliğinde kitap okuyabileyim, maziye daldığımda bir türlü mırıldanabileyim istiyorum..
İlla ki deniz olmalı.. Gece sahilde yürüyebilmeliyim.. Sadece sevişmek için sahili kullananların aksine, âşk tazelemek için de sahilde elele dolaşan insanları görebilmeliyim..
Pazar kahvaltılarını, balkonda yapabileceğim bir yer olmalı.. Zeytinle, peynirle, reçelle, yumurta ile şakalaşabilmeli, onlarla sohbet edebilmeliyim.. Zeytine, 'zeytin gözlüm' diye iltifatlar edebilmeli, beyaz peynire 'kanın çekilmiş' deyip tebessüm edebilmeliyim.. Reçele, "Sen ne tatlı şeysin öyle" deyip, yumurtaya, "Doğruyu söyle; tavuk mu senden çıkıyor, sen mi tavuktan..?" gibi sorular yöneltebilmeliyim..
Bu saydıklarımı, belki Şehr-i İstanbul'da da yapabilirim ama nedendir bilmiyorum, Şehr-i İstanbul bana hep yalnızlığımı ve kimsesizliğimi anımsatıyor.. Sanki farklı bir yere gittiğimde, artık yalnız olmayacak, o gittiğim küçük şehirdeki tüm insanları tanıyacak ve onlarla dost olacakmışım gibime geliyor.. Sanki o küçük şehirde, yeniden birine âşık olabilecek, kahvaltıları beraber yapabilecek, sahilde beraber gezebilecek, sinemaya beraber gidebilecek ve mırıldandığım türküleri onun gözlerine bakarak söyleyebilecek gibiyim..
Sanki yaşayamadığım güzellikleri o küçük şehirde yaşayabilecek gibiyim..
Eşek Pijaması Olan, Kot Giyinen Gece Manyağı..
Sıfıriki : elliiki..
Karanlık sokağı aydınlatamıyor lambalar..
Elimde kahve bardağı; balkondayım..
İnan çok üşüyorum..
Annemin hırkası üzerimde..
Vay halime annem bu saatte beni balkonda görürse..!
Dünyanın en yalnız eşyası; sokak lambası..
En yalnız insanı; ben..
Ardahan'da iken... Boşver Ardahan'ı..
Çok ağlattın bilirim de en son ne zaman ağladın..?
Üşüyen ellerime kahve döksem ısınır mı..?
Saçmalama..!
Eminönü'ndeki o topluluk da neydi..?
Evet evet.. Balık ekmek güzeldi..
Bir de sigara olmasa..
Kafamı toplayamıyorum bir türlü..
Sürekli değişen düşünceler..
Bak şimdi de Kadıköy'deyim..
Ne diyorsun balıkçı..?
Balıklar üşümez, ben üşüyorum..
Terlik, ayaklarımı kaşındırıyor..
Telefonuma durmadan mesaj geliyor..
Niye artık mektup yazamıyorum..?
Ne kadar yüksekteyim böyle..
Bu sebeple soğuk, çok daha soğuk..
İntihar eden manyaklar, neden kendilerini yukarıdan atarlar..?
Tüpü açsın, uyusunlar..
Uyusun da büyüsün ninni..
Tıpış tıpış yürüsün ninni..
Âşık olsun gebersin ninni..
Elele görsün kudursun ninni..
Mesafe uzak..!
Ulan yakın olsa n'olacak..?
Anne üşüyorum..
Kahve ısıtamıyor..
Zaten çabuk bitti meret..
Tadı da berbattı..
Sabaha kaç saat var..?
Sıfırüç : Oniki..
Mavi kot, siyah hırka..
Bu saatte kotun üzerimde işi ne..?
Hâlâ neden giyinmedim eşekli pijamamı..?
Haaa.. Pijamaya gerek yok, eşek benim..
İyi de kot giyinen eşek olur mu..?
Annemin hırkası da büyük oluyor üzerime..
Bana üç numara büyük gelen hayat gibi..
Dişlerim birbirine değiyor..
He he.. Güzel güzel..
Üşüme sınırındayım, donmaya yol alıyorum..
Gene mi yolculuk..?
Sıfırüç : Onsekiz..
Bu saatte böyle salak şeyler düşünen var mı..?
Peki sevdiği tarafından kin güdülen var mı..?
Sen de karanlığa gömül sokak lambası..
Uyumalıyım..
Yatağa gideyim..
Çok şey istemedim..
Sevilmekti tek derdim..
Uyku lazım bana..
Birbirine değen dişlerin sesinden bir melodi yapılır mı acaba..?
He he.. Manyak ya.. Git zıbar lan..
-- <Çocuk>...
-- Ne var..?
-- Ya yatağın da sana kin...
Tuvaletin ışığı yandı..
şşşşşşş....
Karanlık sokağı aydınlatamıyor lambalar..
Elimde kahve bardağı; balkondayım..
İnan çok üşüyorum..
Annemin hırkası üzerimde..
Vay halime annem bu saatte beni balkonda görürse..!
Dünyanın en yalnız eşyası; sokak lambası..
En yalnız insanı; ben..
Ardahan'da iken... Boşver Ardahan'ı..
Çok ağlattın bilirim de en son ne zaman ağladın..?
Üşüyen ellerime kahve döksem ısınır mı..?
Saçmalama..!
Eminönü'ndeki o topluluk da neydi..?
Evet evet.. Balık ekmek güzeldi..
Bir de sigara olmasa..
Kafamı toplayamıyorum bir türlü..
Sürekli değişen düşünceler..
Bak şimdi de Kadıköy'deyim..
Ne diyorsun balıkçı..?
Balıklar üşümez, ben üşüyorum..
Terlik, ayaklarımı kaşındırıyor..
Telefonuma durmadan mesaj geliyor..
Niye artık mektup yazamıyorum..?
Ne kadar yüksekteyim böyle..
Bu sebeple soğuk, çok daha soğuk..
İntihar eden manyaklar, neden kendilerini yukarıdan atarlar..?
Tüpü açsın, uyusunlar..
Uyusun da büyüsün ninni..
Tıpış tıpış yürüsün ninni..
Âşık olsun gebersin ninni..
Elele görsün kudursun ninni..
Mesafe uzak..!
Ulan yakın olsa n'olacak..?
Anne üşüyorum..
Kahve ısıtamıyor..
Zaten çabuk bitti meret..
Tadı da berbattı..
Sabaha kaç saat var..?
Sıfırüç : Oniki..
Mavi kot, siyah hırka..
Bu saatte kotun üzerimde işi ne..?
Hâlâ neden giyinmedim eşekli pijamamı..?
Haaa.. Pijamaya gerek yok, eşek benim..
İyi de kot giyinen eşek olur mu..?
Annemin hırkası da büyük oluyor üzerime..
Bana üç numara büyük gelen hayat gibi..
Dişlerim birbirine değiyor..
He he.. Güzel güzel..
Üşüme sınırındayım, donmaya yol alıyorum..
Gene mi yolculuk..?
Sıfırüç : Onsekiz..
Bu saatte böyle salak şeyler düşünen var mı..?
Peki sevdiği tarafından kin güdülen var mı..?
Sen de karanlığa gömül sokak lambası..
Uyumalıyım..
Yatağa gideyim..
Çok şey istemedim..
Sevilmekti tek derdim..
Uyku lazım bana..
Birbirine değen dişlerin sesinden bir melodi yapılır mı acaba..?
He he.. Manyak ya.. Git zıbar lan..
-- <Çocuk>...
-- Ne var..?
-- Ya yatağın da sana kin...
Tuvaletin ışığı yandı..
şşşşşşş....
Ruhunu Sevdiğimin Hâyâli..
Dedim ki :
Ruhunu sevdiğim.. Sevaplarımın mükâfatı.. Sesine, kokusuna, duruşuna, bakışına, bedenine hasret kaldığım.. Kurban olurum senin güzelliğine.. Duruşuna.. Oturuşuna.. Saçına.. Ne kadar da hasret kalmışım öyle sana..
...Ama artık bana, n'olur yazma.. Çizme.. İçim gidiyor zaten.. Özlem hislerini tüm bedenimi esir almış zaten.. Hem sen, hem ben, yeni bir hayat kuralım.. Sen böyle yazdıkça, ben, ben olmaktan çıkıyorum.. Dün gece mesaj geldi ve heyecandan uyuyamadım saatlerce.. Dün geceden beri durgunum, üzgünüm, hasretim.. Beni böyle eksik ve çaresiz bırakma olur mu..? Hazır sensizliğe alışmış ve sensiz hâyâller kurabiliyorken, benimle iletişime geçip de yeniden hayatımdaki dengeleri sarsma.. Ben, seni, hayatımın her anında, en özel yerinde saklayacağım sen olmasan bile..
...Ama görünen o ki; bu hayatta bizim birleşmemize imkân yok.. O zaman izin ver, birbirimizden uzak kalalım.. Arayıp sorma ve aylar sonra böyle fotoğraflar gönderip de benim dengemi sarsma, n'olur..
Umarım anlarsın beni.. Umarım..
Umarım durumumun ne kadar içler acısı olduğunu görür ve beni böyle iki arada bir derede bırakmazsın.. Beni artık anla n'olur..
Umarım durumumun ne kadar içler acısı olduğunu görür ve beni böyle iki arada bir derede bırakmazsın.. Beni artık anla n'olur..
Allah her daim yar ve yardımcın olsun.. Benim için o kadar kutsal bir yerdesin ki; dilerim bu kutsallığını görebilecek birini bulursun..
Dedi ki :
Gözümün nuru.. .Hasretim.. Sevdiğim.. Ömrüm.. Kendimi aylardır tutmaya çabaladım, durdum.. Sana ulaşmayacağını düşündüğümden, mesaj yazdım, durdum.. Aklım-fikrim, senin bende olduğu gibi, seninle dolu..
Gözümün nuru.. .Hasretim.. Sevdiğim.. Ömrüm.. Kendimi aylardır tutmaya çabaladım, durdum.. Sana ulaşmayacağını düşündüğümden, mesaj yazdım, durdum.. Aklım-fikrim, senin bende olduğu gibi, seninle dolu..
Neyi, ne kadar söyleyeyim, bilmem.. Hasretim sana.. Hem de nasıl bir bilsen.. !
Gül yüzlüm, senin gönlünde olmak nasıl bir duygu; hiç bilemezsin...
Hasret..
...Nasıl da özlemişim seni..
Ruhunu sevdiğim, nasıl da güzelsin öyle.. Hasret nasıl bir şeyse artık; görür görmez seni, gözlerim dolu dolu oldu..
Tertemiz bir yuva hâyâllim, âtim, içimde çok az miktarda kalmış olan güzel hislerim, ruhunu sevdiğim; seni çok yani çok çok özlemişim..
Kalbimde bir miktar kalmış güzellikleri tekrar gün yüzüne çıkardığın için teşekkür ederim..
...Ve seni özlememe ve seninle ilgili hâyâller kurmama rağmen uzak durduğum ve yaşattıklarım için önce senden, sonra kendimden özür dilerim..
............................................
+ Hadi gel beraber dinleyelim : T ı k l a
Kitaplar Çok Ağır..
Yağmur yağıyordu.. Ben, Moda Sahili'nde oturmuş, türkü mırıldanıyordum.. Ya vapurlara el sallıyor, ya kendimden utanıyordum.. Üşüyordum ama ıslanamıyordum..
Seninle sadece bir kez Moda caddelerinde yürümek istiyorum.. Bilmezsin, şu sıralar kendimden çok korkuyorum.. Sana söyleyemediğim her cümleyi, okuduğum kitapların arkasına yazıyorum.. Artık her kitap o kadar ağır ki; taşıyamıyorum..
Kar yağsın..
Ne olur artık kar yağsın istiyorum..
Korku Hissini Kaybetmekten Korkuyorum..
Bu gece hüzün gecesi..
Yağmur yağıyor yırtık bedenime..
Avuçlarımda toprak kokusu var..
Gülsuyu kokan dualarım, seksen derece alkollü kolonyalar gibi kokuyorlar..
Odam küçük, odam günahkâr, odam dağınık.. Kablolar, yastıklar, biçimsiz ve uyumsuz bir sürü şey..
Her akşam üzerime annemin hırkasını alıyorum; bir türlü annemin ruhuna bürünemiyorum..
Öteki odadan, annemin ağrıdan inleyen sesi geliyor kulağıma ama oğlunu yormak istemediği için hastaneye gitmeyi kabul etmiyor.. Annem.. Sanırım bir tek annem ruhumu ısıtıyor..
Bu gece kamer yok gökyüzünde.. Hüzünlü gözleriyle bakmıyor bana.. Denizde sureti görünmüyor, yakamoz olup da şiirlere ilham olmuyor.. İncinen kalplere çare olamıyor.. Belki ay, bu gece ay olduğunu bile bilmiyor..
Bu gece hiç kimse yok yanımda..
Bu gece kamer yok gökyüzünde.. Hüzünlü gözleriyle bakmıyor bana.. Denizde sureti görünmüyor, yakamoz olup da şiirlere ilham olmuyor.. İncinen kalplere çare olamıyor.. Belki ay, bu gece ay olduğunu bile bilmiyor..
Bu gece hiç kimse yok yanımda..
Yalnızlığı utandıracak kadar yalnızım..
Ara ara göğsüme sancılar giriyor; ölüp gitsem, günlerce kimsenin haberi olmayacak diye korkuyorum..
Öldükten sonra birilerinin haberinin olup-olmamasını neden önemsediğimi bile bilmiyorum..
Korkuyorum, evet, korkuyorum..
Korkuyorum, evet, korkuyorum..
Kendimi bildiğim tarihten beri çok korkuyorum..
Hiçbir şeyden korkusu olmayan, kaybedecek birşeylerinin olmadığını düşünen insanlarla aynı şehirde olmaktan korkuyorum..
Yalnız kaldığım, kamersiz bu hüzün gecesinde, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan korkusuz insanlara söyleyin n'olur; ben, korkularımı kaybetmekten korkuyorum..
Sıfırbeş Sıfıriki İkibinondört..
Rüya..
Hani geçen gün bir e-posta atmıştım da seni kızdırmıştım ya.. Hani tramvayda 52 Lira için ağlayan adamdan, insanların aç olmasından, insanlar bu kadar açken benim zevk-i sefa sürmemin vicdanımı sızlattığından; hani adamın iç çekmesinden, gözlerinden akan yaşların kırmızı renge bürünmesinden, işyerinden maaş alamamasından, bunaldığından, isyan edecek noktaya geldiğinden, durum bu kadar vahimken, benim bir günah peşinde koşmamın ve vicdanımı hercümerc ettiğinden bahsetmiştim ya.. Hani senden özür dileyerek anlayış beklediğimi, seni sinirlendirdiğimi ifade etmiştim ya..
Sana, o e-postayı gönderdikten sonra Didem'in e-postası ulaştı bana.. Beni rüyasında görmüş ve rüyasını anlatmış.. İzin aldım ve o rüyayı buraya da aktarmak istedim.. Ne kadar vahim bir durumda olduğumu görmeni ve beni anlayışla karşılamanı istedim..
"
...
Dün gece ömrümden ömür götürdün rüya da olsa.. hani bazı rüyalar vardır o kadar gerçekçidir ki rüyanda biri seni boğuyodur gerçekten de o anki acıyı hissedersin kalktığında zor nefes aldığını hissedersin.. yada birileri seni öldürüyosa bi kurşun giriyosa canın yanar kalkınca hafif bi ağrı hissedersin.. bende olmuştur öyle arada..
...
birlikteyiz, böyle garip bir yerde ilerliyoruz.. tam olarak normal bir cadde yer gibi değil.. tuhaf ama çok da güzel .. mis gibi de kokuyo öyle hoş ki mutlu hissediyosun birden kendini.. sana soruyorum kokuyu duyuyomusun diye , evet diyosun harika.. gülümsüyoruz sonra.. ve sen bizden epeyce bir uzak mesafeye yöneliyosun ordan geliyo koku diye.. oysaki tam tersi koku bizim olduğumuz taraftan geliyo en azından ben öyle hissediyorum orda.. senin dediğin yerden ise ağır bi koku yayılıyo ama güzel kokuyu bastıramıyo.. sonra orada bi kız beliriyo alımlı cezp edici şekilde giyinmiş.. sen onu fark edince gözlerin parlıyo.. kız ellerini açıp seni çağırıyo.. sen de ona gitmek istiyosun
bir de kızın az ilerisinde de biri oturuyo bacak bacak üstüne atmış yüzünde öyle bir keyif var ki dünyanın en mutlu insanı sanki aynı zamanda alaycı, merakla izliyo sadece.. sen görmüyosun onu ama.. gitme diyorum sana gidicem diyosun.. ben sana ne olur gitme diye ısrar ediyorum sen de gitmekte ısrar ediyosun.. kız cayır cayır yanan bi ateşin ortasında oysa.. ben öyle görüyorum , <Çocuk> gitme yanıcaksın alev topu var orda diyorum, senin gözün hiçbişeyi görmüyo görmüyosun o ateşi, çünkü nefsinin ateşi öyle bir sarmış ki seni kör gibisin.. sen orayı bahar kokuları yayılan yemyeşil bir bahçe gibi görüyosun.. ve ilerliyosun kolundan tutuyorum hayıırr ne olur gitme diye kolunu elimden kurtarıp birkaç adım daha atıyosun..ben de peşinden gelmeye çalışıyorum birkaç adımdan sonra önümde camdan kapı varmış gibi çarpıp kalıyorum olduğum yerde, gelemiyorum.. sadece izliyorum seni .. sen gidiyosun yaklaşıyosun ateşin içine doğru kız sana öyle bir gülümsüyoki kolları açık hala senibekliyo.. yanına varıyosun o anda hiçbişi olmuyo , ama kıza dokunduğun anda kız ortadan yokoluyo birdenbire ve sen o cayır cayır yanan ateşin içinde kalıyosun, ben dehşetle izliyorum Allah’ım yardım et diye geçiriyorum içimden. o az ileride oturan da kılını kıpırdatmadan izlemeye devam ediyo bu sefer dahada bir gülümsüyo zafer kazanmışcasına geriliyo, elinde mısırı yanında sevgilisi, bi film seyreden biri gibi tavırları..(şeytan olarak düşünüyorum ben onu)
sen yanıyosun çığlık çığlığasın ben ağlıyorum deli gibi.. bişi yapamıyorum çünkü sadece izliyorum seni öyle..! öyle acıklı bi sesin vardı ki öyle can yakıcıydı ki.. nasıl tarif ediyim ki sana , bi bebek düşün ateşler ortasında ve o körpe teni yanarkenki çatlayan sesi gibi sızlatan dayanılmaz bi ses… parçalanıyorum sandım öyle izlerken seni sızım sızım sızladım, benim çığlıklarım da karıştı ortaya .. sen Allahım Affet diye inledin, ölmüyosun da yanıyosun sadece..
ben de yalvarmaya başladım ağlaya ağlaya Allah’ım ne olur affet kime gideriz Sen den başka kimden merhamet umarız ne olur geri çevirme ne olur bağışla .. diye. sonra bi ses duydum biri vardı belli belirsiz yanımda, git hadi uzat ona elini dedi.. yanına gelip elimi uzatmam gerekiyodu sana, alevlerin içine.. ben yavaş yavaş ilerledim yaklaştım, sadece yakıcı bir güneş kadar sıcaklıktı bana ulaşan. ellerimi uzattım sana ama ateş yakmadı beni.. ve tutup ellerinden çıkardım seni… çok kötü haldeydin hala inliyodun sonra tövbe ettin kelimei şehadet getirdin sen öyle yapınca o bana git dien belli belirsiz varlık sana dokundu, nefis insanın en büyük düşmanıdır, şeytanın en büyük yoldaşıdır o, Rabbine sığın şeytandan dedi .. elini çektiğinde normale döndün bütün sızlanmaların geçmişti.. ben yine dayanamayıp ağladım tabi.. sonra da zaten dehşet verici bi rüya olduğu için kendi sesimi fark etmeye başladım gözümü açtım boğazım düğümlenmiş gözümden yaş aktı bir iki damla.. azıcıkta ağladım açıldım sonunda :) ezan okunuyodu işte ve şükürler olsun dedim rüyaymış.. bol bol dua ettim.. balkona çıktım hava aldım oohh mis gibiydi herkes uykuda ortalık sessiz sadece kuşların sesi var.. ve sabahın kokusu.. sabahın çok değişik bir kokusu var sen de fark ettin mi hiç? Bol bol çektim içime.. öyle işte…
geçenlerde hiç rüya görmüyorum die yakınıyodum.. uzun bi aradan sonra böyle bi rüya tokat gibi oldu.. bukadarda dememiştim ben canım.. daha güzel neşeli bişiler göreydim ne olurdu.. ne anormalim yaa ne biçim rüyalar görüyorum anlamıyorum kiii.böyle işte...
...
"
Songül..
Bugün, Bakırköy'de, ara sokaktaki Saray Muhallebicisi'nin ikinci katında, ne de güzel baktın bana.. O ne güzel bir doğum günü öpücüğüydü öyle.. O ne güzel cümlelerdi..
Haklısın, sana hep vefasızlık ettim.. Ve yine haklısın, sen, beni, hiç bırakmadın.. Songül, ben, bugün, değerini bir kez daha anladım.. Ama kimseye söyleme, aramızda kalsın..
Kitabın ön sayfasına yazdıkların da güzeldi amma arka sayfaya yazdıklarının tadı damağımda ve hatta ruhumda kaldı..
Haa unutmadan; aldığın gömlek, bedenime biraz küçük kaldı..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)