Bilim adamlarına olan güvenim yavaş yavaş bitiyor.. Birine veya bir gruba güvenim bitmeyegörsün; saygım da bitiyor, sevgim de bitiyor..
"Bilim" sözlüklerde, 'deneye dayanan yöntemler", "genel geçerliliği ve kesin nitelikleri olan yöntemler..." vb. kelimelerle açıklanmaya çalışılsa da, nedense bir bilim adamının söylediği, bir başka bilim adamı tarafından kabul edilmiyor.. Yumurta veya kırmızı et, kimi bilim adamlarına göre sağlıklı iken, kimi bilim adamlarına göre sağlıksız, tu kaka şeyler.. Haliyle bu farklı görüşler sebebiyle, benim gibi garip, okur-yazarlığı kıt, kelime hazinesi üçü-beşi geçmeyen vatandaşlar da bilime ve bilim adamlarına karşı şüpheyle yaklaşır oldu..
Daha düne kadar, bilim adamlarını baş tacı ediyordum.. Evime gelen bilim adamlarını, kırmızı halılarla karşılar, evde baş köşeye oturtur, onlara en taze cipsi, krakeri, bisküviyi, hiç açılmamış ve asiti kaçmamış kolayı kendi ellerimle arz eder, hatta 'isim şehir' veya tavla veya satranç veya okey oynarken, bilerek yenilirdim.. Çünkü onlar bilim insanıydılar ve başımın tacıydılar.. Ama bugün...
...Bugün bilim adamlarına karşı bir güvensizlik var içimde..
Hava kararmak üzereydi.. Ben Şehr-i İstanbul sokaklarında geziniyor, birdirbir, yakantop, yeditaş, renkli istop, uzun eşek oynuyordum.. Havanın kararmaya yüz tuttuğunu farkettiğimde, eve gitmeye karar verdim.. Küçükken, annem, "Akşam ezanı okunmadan eve gel" diye tembihlediğinden, sakalı beyazlaşmış bir herifçioğlu olmama rağmen akşam ezanı okunmadan eve gelirim.. Kendimi niye böyle şartlandırdım bilmiyorum.. Annem, küçükken, bana niye 'akşam ezanından önce eve gelmem' konusunda tembihte bulundu; onu da bilmiyorum.. Akşam ezanını ben mi okuyacağım, ezanı başkası okuyacak da ben sadece namazı mı kıldıracağım; yıllar yılı bunları hiç düşünmedim.. Ben, sadece, annesinin sözünü dinleyen, hayırlı bir evlat olarak, her akşam ezandan önce eve geldim..
Eve gelip de direkt odaya geçip rahat kıyafetlerimi giyindikten sonra televizyonun karşısında boylu boyuna uzanmıştım ki; evde pis bir kokunun varlığını hissettim.. Bir iki kere burnumla havayı soluduktan sonra pis kokunun dayanılmaz boyutta olduğunu anlayınca, kokuyu takip ederek mutfağa kadar ulaştım.. Mutfak, berbat kokuyordu.. Ben de fi tarihinden beri hep kötü kokmuşumdur ama mutfak benden de kötü kokuyordu.. Kokunun sebebi de yaklaşık yirmibeş gündür yıkanmamış ve mutfak tezgâhını baştan başa ele geçirmiş olan tabak-çanak-çömlekti.. Bu kokuya bir son vermek için diğer odaya geçtim, rahat kıyafetlerimi de çıkarıp yeniden mutfağa geçip bulaşıkları yıkamaya heveslendim.. Yalnız kokuya daha fazla dayanamayacağımı anladığımdan ve evde de maske bulunmadığından, bir mandal ile burnumu kapattım.. Artık sadece ağzımdan nefes alıyordum..
Mutfak tezgahındaki çanak-çömleği, kirlilik durumu, boy ve ebatlarına göre tasniflendirirken, haftalardır kaldığından olsa gerek, bu çanak-çömleğin yosun tuttuğunu gördüm.. Zaten bilim adamlarına olan güvenimin bitmesi de bu çanak-çömlekteki yosunlar sebebiyledir..
Birkaç hafta önce, bilmem hangi televizyon kanalının, bilmem hangi ana haber bülteninin sonunda, 'yosunun, insan cildine iyi geldiğini, cildi gençleştirip güzelleştirdiğini', bir manken kız üzerinde deneyerek gösteren bilim adamını dinlediğimden, ben de "cildim dinlensin, gençleşip, güzelleşeyim" diye, çanak-çömlek üzerindeki yosunu yüzüme sürmeye başladım..
Yosunla, yüzüme, öyle güzel bir maske yaptım ki, görenlerin beni kıskanmaması elde değildi.. Yüzüme sürdüğüm yosun maskesi ile yaklaşık yirmibeş dakika evin içinde dolandım durdum.. Mask filmindeki gibi yosunu temizledikten sonra yosun maskesinin altından, kötülerin düşmanı, iyilerin dostu, genç kızların sevgilisi bir süper kahraman çıkmasını bekliyordum.. Hatta o kadar inanmışım ki; cildimin her geçen saniye gençleştiğini, çirkin suratımın yerine dünyanın en yakışıklı erkeğinin suratının geçtiğini falan hissediyordum.. Süper kahraman olursam, bulaşıkları yıkamama gerek kalmadan, gözümden çıkan bir ışıkla veya bir üfürükle, kirli ve pis kokulu bulaşıkların tertemiz olacağının hâyâlini kuruyordum..
Yirmisekizinci veya yirmidokunuzcu dakikada, yüzümdeki yosunu temizlediğimde, değil bir süper kahraman, bir süper salak olduğumu anlamam uzun sürmedi.. Aynaya baktım, surat gene aynı surat : Tipsiz, çirkin, kıllı, işe yaramaz.. Süper kahraman olmaya o kadar inanmışım ki; burnumdaki mandalı bile çıkarmadan, kendime yosun maskesi yapmışım.. Süper kahraman olarak dünyaya hizmet edemedim ama Burnu Mandallı Süper Salak olarak dünya tarihine geçtiğimden hiç kuşkum yok..
Düştüğüm bu salak durum sebebiyle kendi kendime hayıflanıyordum ama yine de bu salaklığıma kimse tanık olmadığı için içten içe seviniyordum.. Sonra burnumdaki mandalı çıkardım.. Hay çıkarmaz olaydım.. Berbat bir koku... Kötü bir koku... Tiksindirici bir koku... İğrenç bir koku... !
Burnumdaki mandalı çıkardıktan sonra aradan geçen üçbuçuk saatte, yedi kere duş aldım.. Onbeş kalıp sabun bitirdim.. Parfümler, losyonlar ve buna benzer bir sürü hijyen saçan madde kullandım; yine de pis koku beni terk etmedi.. Bu kokudan kurtulmak için geriye iki seçenek kaldı.. : İlk seçenek olarak, az sonra yüzüme çamaşır suyu dökeceğim.. O da işe yaramazsa, ikinci seçenek olarak, yüzümü kezzap ile temizlenmeye çalışacağım..
Velhasıl-ı kelam...
Eyyyy bilim adamları.. Bilim insanları.. Bilim hatunları.. Bilim ablaları.. Bilim amcaları.. Bilim teyzeleri..!
Hani yosun, cildi dinlendiriyordu, gençleştiriyordu, güzelleştiriyordu.. ?????? Size inandık, sizi dinledik, yapmamız gerektiğini söylediğiniz şeyi yaptık diye, bu hale mi düşecektik..? Yazıklar olsun sizin 'bilim insanı' etiketinize.. !
'Süper kahraman' beklerken, yosun maskesinin altından çıkan surata bakın üleynn..!!!
"Bilim" sözlüklerde, 'deneye dayanan yöntemler", "genel geçerliliği ve kesin nitelikleri olan yöntemler..." vb. kelimelerle açıklanmaya çalışılsa da, nedense bir bilim adamının söylediği, bir başka bilim adamı tarafından kabul edilmiyor.. Yumurta veya kırmızı et, kimi bilim adamlarına göre sağlıklı iken, kimi bilim adamlarına göre sağlıksız, tu kaka şeyler.. Haliyle bu farklı görüşler sebebiyle, benim gibi garip, okur-yazarlığı kıt, kelime hazinesi üçü-beşi geçmeyen vatandaşlar da bilime ve bilim adamlarına karşı şüpheyle yaklaşır oldu..
Daha düne kadar, bilim adamlarını baş tacı ediyordum.. Evime gelen bilim adamlarını, kırmızı halılarla karşılar, evde baş köşeye oturtur, onlara en taze cipsi, krakeri, bisküviyi, hiç açılmamış ve asiti kaçmamış kolayı kendi ellerimle arz eder, hatta 'isim şehir' veya tavla veya satranç veya okey oynarken, bilerek yenilirdim.. Çünkü onlar bilim insanıydılar ve başımın tacıydılar.. Ama bugün...
...Bugün bilim adamlarına karşı bir güvensizlik var içimde..
Hava kararmak üzereydi.. Ben Şehr-i İstanbul sokaklarında geziniyor, birdirbir, yakantop, yeditaş, renkli istop, uzun eşek oynuyordum.. Havanın kararmaya yüz tuttuğunu farkettiğimde, eve gitmeye karar verdim.. Küçükken, annem, "Akşam ezanı okunmadan eve gel" diye tembihlediğinden, sakalı beyazlaşmış bir herifçioğlu olmama rağmen akşam ezanı okunmadan eve gelirim.. Kendimi niye böyle şartlandırdım bilmiyorum.. Annem, küçükken, bana niye 'akşam ezanından önce eve gelmem' konusunda tembihte bulundu; onu da bilmiyorum.. Akşam ezanını ben mi okuyacağım, ezanı başkası okuyacak da ben sadece namazı mı kıldıracağım; yıllar yılı bunları hiç düşünmedim.. Ben, sadece, annesinin sözünü dinleyen, hayırlı bir evlat olarak, her akşam ezandan önce eve geldim..
Eve gelip de direkt odaya geçip rahat kıyafetlerimi giyindikten sonra televizyonun karşısında boylu boyuna uzanmıştım ki; evde pis bir kokunun varlığını hissettim.. Bir iki kere burnumla havayı soluduktan sonra pis kokunun dayanılmaz boyutta olduğunu anlayınca, kokuyu takip ederek mutfağa kadar ulaştım.. Mutfak, berbat kokuyordu.. Ben de fi tarihinden beri hep kötü kokmuşumdur ama mutfak benden de kötü kokuyordu.. Kokunun sebebi de yaklaşık yirmibeş gündür yıkanmamış ve mutfak tezgâhını baştan başa ele geçirmiş olan tabak-çanak-çömlekti.. Bu kokuya bir son vermek için diğer odaya geçtim, rahat kıyafetlerimi de çıkarıp yeniden mutfağa geçip bulaşıkları yıkamaya heveslendim.. Yalnız kokuya daha fazla dayanamayacağımı anladığımdan ve evde de maske bulunmadığından, bir mandal ile burnumu kapattım.. Artık sadece ağzımdan nefes alıyordum..
Mutfak tezgahındaki çanak-çömleği, kirlilik durumu, boy ve ebatlarına göre tasniflendirirken, haftalardır kaldığından olsa gerek, bu çanak-çömleğin yosun tuttuğunu gördüm.. Zaten bilim adamlarına olan güvenimin bitmesi de bu çanak-çömlekteki yosunlar sebebiyledir..
Birkaç hafta önce, bilmem hangi televizyon kanalının, bilmem hangi ana haber bülteninin sonunda, 'yosunun, insan cildine iyi geldiğini, cildi gençleştirip güzelleştirdiğini', bir manken kız üzerinde deneyerek gösteren bilim adamını dinlediğimden, ben de "cildim dinlensin, gençleşip, güzelleşeyim" diye, çanak-çömlek üzerindeki yosunu yüzüme sürmeye başladım..
Yosunla, yüzüme, öyle güzel bir maske yaptım ki, görenlerin beni kıskanmaması elde değildi.. Yüzüme sürdüğüm yosun maskesi ile yaklaşık yirmibeş dakika evin içinde dolandım durdum.. Mask filmindeki gibi yosunu temizledikten sonra yosun maskesinin altından, kötülerin düşmanı, iyilerin dostu, genç kızların sevgilisi bir süper kahraman çıkmasını bekliyordum.. Hatta o kadar inanmışım ki; cildimin her geçen saniye gençleştiğini, çirkin suratımın yerine dünyanın en yakışıklı erkeğinin suratının geçtiğini falan hissediyordum.. Süper kahraman olursam, bulaşıkları yıkamama gerek kalmadan, gözümden çıkan bir ışıkla veya bir üfürükle, kirli ve pis kokulu bulaşıkların tertemiz olacağının hâyâlini kuruyordum..
Yirmisekizinci veya yirmidokunuzcu dakikada, yüzümdeki yosunu temizlediğimde, değil bir süper kahraman, bir süper salak olduğumu anlamam uzun sürmedi.. Aynaya baktım, surat gene aynı surat : Tipsiz, çirkin, kıllı, işe yaramaz.. Süper kahraman olmaya o kadar inanmışım ki; burnumdaki mandalı bile çıkarmadan, kendime yosun maskesi yapmışım.. Süper kahraman olarak dünyaya hizmet edemedim ama Burnu Mandallı Süper Salak olarak dünya tarihine geçtiğimden hiç kuşkum yok..
Düştüğüm bu salak durum sebebiyle kendi kendime hayıflanıyordum ama yine de bu salaklığıma kimse tanık olmadığı için içten içe seviniyordum.. Sonra burnumdaki mandalı çıkardım.. Hay çıkarmaz olaydım.. Berbat bir koku... Kötü bir koku... Tiksindirici bir koku... İğrenç bir koku... !
Burnumdaki mandalı çıkardıktan sonra aradan geçen üçbuçuk saatte, yedi kere duş aldım.. Onbeş kalıp sabun bitirdim.. Parfümler, losyonlar ve buna benzer bir sürü hijyen saçan madde kullandım; yine de pis koku beni terk etmedi.. Bu kokudan kurtulmak için geriye iki seçenek kaldı.. : İlk seçenek olarak, az sonra yüzüme çamaşır suyu dökeceğim.. O da işe yaramazsa, ikinci seçenek olarak, yüzümü kezzap ile temizlenmeye çalışacağım..
Velhasıl-ı kelam...
Eyyyy bilim adamları.. Bilim insanları.. Bilim hatunları.. Bilim ablaları.. Bilim amcaları.. Bilim teyzeleri..!
Hani yosun, cildi dinlendiriyordu, gençleştiriyordu, güzelleştiriyordu.. ?????? Size inandık, sizi dinledik, yapmamız gerektiğini söylediğiniz şeyi yaptık diye, bu hale mi düşecektik..? Yazıklar olsun sizin 'bilim insanı' etiketinize.. !
'Süper kahraman' beklerken, yosun maskesinin altından çıkan surata bakın üleynn..!!!
2 Yorum:
e hoş çanak çömlek üzerindeki yosunu sürün demiyorlar ya:))) onu sürersen tabii çıkmaz kokusu:) ilahi çocuk güldürdün..
bir hayal kur ;
Deseydiler.. Çanak çömlek üzerindekiler olmuyor diye belirtseydiler.. Benim gibi küçük, mini minnacık çocukların anlamayacağını düşünseydiler..banane banane..
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.