Nedendir..

Havalardan mıdır, nedir, çok bunalıyorum.. Öyle-böyle değil; bazen başımı duvarlara vurasım, kapıyı-pencereyi kırasım geliyor.. 




Geceler Kara Tren..

Manus Baba ne güzel söylemiş; Geceler Kara Tren şarkısını.. 

İki gün içinde kaç kere dinledim, ben bile bilmiyorum.. Dinliyorum, bitiyor, başa alıyorum, tekrar dinliyorum.. Ne kadar güzel sözleri var.. Nazan Öncel, yıllar yıllar evvel harika sözler yazmış, son dönemde duyduğum en güzel ses olan Manuş Baba da bu güzel sözleri harika seslendirmiş.. 

"Bende bir resmin var yüzüme bakmıyor"
veya
"Bir demlik günüm var, ömrüm de geçiyor"
veya
"Dudağımdan geçtin, gözlerin yakmıyor, vazgeçsen olmuyor, ölsen olmuyor"

Ne güzel sözler.. İnsanı nasıl da alıp götürüyorlar.. "Vazgeçsen olmuyor, ölsen olmuyor" Ortada kalmak ne kötü..

Neyse işte, öyle boş boş durmayın, dinleyin..



Gülmeyi İyi Bilirim..



Sınav..

Rabb'e şükür, şu günlerde, Rabb'im birçok sınava tâbi tutuyor beni.. Birçok zorlu sınavdan geçiyor, bunalıyor, kafayı duvarlara vuracak hâle geliyorum.. Yaşanmasını istemediğim ne varsa, yaşıyorum birer ikişer.. 

Zor, gerçekten zor..  Dayanılmayacak kadar zor..

Rabb'e şükür..

Hastalık Gündemi..

Babam..
Kalp krizi..
Memleket..
Yoğun bakım..
Yoğun bakımın önünde geçmek bilmeyen saatler..
Normal servis odası..
Uçakla gelmek istememe durumu..
Özel araba ile 18 saatlik yolculuk..
İstanbul..
Geceleri uyumama..
İlaç içmeme..
Hareket kısıtlığı..
Misafirler.. 
İstekler.. İsteksizlikler..
Hastaya bakarken hayattan bıkma durumu..
Daha bir sürü şey..

Hayat böyle devam ediyor.. 

................................................
Bundan önce olduğu gibi bu olayda da beni yalnız bırakmayan, soran-soruşturan,destek olan, gergin olduğumda susmasını bilen, üzgün olduğumda moral veren, madden ve manen arkadaşlığını ve güzel karakterini bir kez daha gösteren Duygu'ya teşekkürlerimle..

 



Anlatacak Ne Var Ki..?

Anlatacak bir şeyim yok hayata karşı..

Şükür, yaşıyorum işte..





Belediye Otobüsünde Aşk..

En son ne zaman böyle bir şey oldu; hatırlamıyorum.. Şehr-i İstanbul'da, bir kadınla, belediye otobüsünde, sıkışık trafikte, aşk yaşadım..


"Belediye otobüsünde aşk nasıl olur be! " demeyin.. Emin olun, olur, yıllar yıllar evvel çok tecrübe ettim bu olayı.. Gayet güzel oluyor.. 


Hoşunuza giden bir kadını fark ediyorsunuz, inceliyorsunuz, beğeniyorsunuz, onunla ilgili hayaller kurmaya, onu baş tacı etmeye, hayatınızın odağı haline getirmeye başlıyorsunuz.. Bazen sürekli ona bakıyor, bazen ona bakıyor gibi olsanız da hayallere dalıyor, bazen kafanızı başka tarafa çeviriyor ama yine de onu düşünüyorsunuz..


O kadının hiç haberi olmuyor tüm bunlardan.. Oysa siz onu hayallerinizin kahramanı yapmış, sevmiş, evlenmiş, çoluk-çocuğa karışmışsınızdır bile çoğu zaman..


Giyinişine ve davranışlarına bakarak, ne sevdiğini, nasıl bir hayatı olduğunu, çalışıp-çalışmadığını düşünmeye ve bununla ilgili fikirler üretmeye başlıyorsunuz..


Geçen gün, Kadıköy'e giderken, uzun otobüs yolculuğum sırasında, zarif, çıtıpıtı, esmer bir kadın dikkatimi çekti.. Uzun uzun baktım.. Bir ara o da benim ona baktığımı farketti, kısa süre baktı, sonra bazı fiziksel özelliklerimi görüp kafasını çevirdi ve bir daha hiç bakmadı.. Ama belediye otobüslerinde aşk yaşarken, kural, kadının sana bakıp bakmamasının önemsiz olduğudur.. Bakan, hayal eden, seven ve o yolculuk boyunca o kadını hayatının merkezine alan sensindir.. Kadının sana bakıp, hayallerine karşılık vermesi çok ama çok önemsiz bir ayrıntıdır..


Neler hayal ettiğimi, neler düşündüğümü anlatmaya gerek yok.. Önemli olan, çok ama çok uzun zaman sonra belediye otobüsünde yeniden bir kadınla aşk yaşayabilmiş olmamdır.. Bu durum da maziden hoş bir esinti olarak hayatımdaki yerini aldı..










Mutluluk Perisi İle Uyanmak..

Havalar soğudu ya; sabahları kalkması zor olduğu gibi yalnız uyanması daha da zor olmaya başladı..

Ya sabahlar olmasın ya da her sabah mutluluk perisi öpücüklerle uyandırsın beni..




Vişne Suyu..

Aslında yıllardır çok severim ve hiç vazgeçmem ama son zamanlarda vişne suyu evimin vazgeçilmez içeceği oldu..


Ekşi.. Tatlı.. Ferahlatıcı.. Tam da hayatımın özeti ve ihtiyacı..








Minnoş Olma Arzusu..

Arsız, dedi, arsız bu kedi..


Ahiretliği ile oturmuş, kahvaltı sonrası kahve içiyordu Naciye Teyze.. Hiç aksatmazlardı; ya Semra teyze giderdi onun evine ya da o giderdi Semra teyzeye.. Birkaç senedir hiç aksatmadan, illaki şekersiz kahve içerler, sohbet ederler, günün değerlendirmesini yaparlar,  35 senelik komşuluklarının getirisi olan anılarla sabahı öğlen ederlerdi..


Yine kahve içerlerken, sarı-beyaz tüylü Minnoş, Naciye teyzenin kucağına zıpladı.. Yaşından beklenmeyecek ani bir manevra ile kahvenin dökülmesini son anda engelledi Naciye Teyze.. Birazcık heyecandan sonra gülümseme ile birlikte, kırışık elleriyle Minnoş'u severken, Semra teyzeye bakıp :


-- Arsız bu kedi, arsız.. Sevgi arsızı.. Sürekli seviyorum, yine de sevilmekten vazgeçmiyor.. Gençken, ben de bizim adama böyle sırnaşırdım.. Benden mi öğrendi bilmem ama benden daha çok sevgi arsızı olduğu kesin..


Bir ahiretliğine, bir Minnoş'a bakarken ve buruşuk ince elleriyle Minnoş'un başını okşarken :


-- Arsız mı oldun sen ha, yaramaz.. ! Çok mu sevilmek istiyorsun..? Hiç bıkmıyor musun sen böyle ilgi görmekten..? Arsız mı oldun sen ha, arsız mı..! diye sevecen bir tavırla Minnoş ile sohbet etmeye başladı.. Ara ara ahiretliği de Minnoş'a laf söylüyor ve kahvenin keyfine bakıyorlardı..


....................................................
İşte ben de sevgi arsızı olmak için Naciye teyzeyi bekleyen Minnoş gibiyim.. Dünyalık sevgiden vazgeçtim; iki ahiretliğin ortasında kalarak gerçekten sevilmeyi özledim..








Daldan Dala..

Daldan dala, konudan konuya atlama zamanı gelmiş..


+ Bir haftalık seminer için İskenderun Arsuz'a pazar günü itibariyle gidecek, 08-13/10/2017 tarihleri arasında orada bulunacağım.. Gidebilir miyim, dönebilir miyim, orasını Allah bilir ancak.. Sonuç ne olursa olsun, bir yere giderken helallik almak adettendir.. Helal ediniz efendim..


+ Valiz toplamayı, hiç sevmiyor ve anlamıyorum.. Ne buyursam tepiştiriyorum o da hiç güzel olmuyor..


+  Gidiş-geliş ücretini, orada kalma, yeme-içme ücretini devlet karşılıyor olmasına rağmen sırf biraz daha ucuz olsun diye Kurtköy'deki havaalanından binmek için bilet aldım.. Ne olacak benim bu cimriliğim bilmiyorum.. Neyse ki hiç değilse dönüşü Yeşilköy'e aldım da hiç değilse o kadar cimri olmadığımı düşünüp kendimi teselli ediyorum..


+ İşler çok yoğun.. Müdürlüğe bağlı işyeri sayısı ile birlikte personel sayısı arttı.. Gel gör ki, benim işim azalacağına iyice artış gösterdi.. İşyerinde sinir küpü bir haldeyim artık.. Bu sinirle çok yaşamam zannedersem..


+ Doğru dürüst kucağıma almasam ve sadece beş-on gün görmüş olsam bile dokuzuncu yeğenim Beren'i özlüyorum.. Ablam video gönderdikçe içim gidiyor.. Yine çocuklardan/bebeklerden çabuk sıkılan biriyim ama bu özlememin önüne geçmiyor..


+ Eskiden birkaç ay sakalımı kesmediğim olurdu.. Şimdi 1 hafta kesmeyeyim, hemen çenem kaşınıyor ve yara edecek kadar kaşıyorum.. Kime sorduysam "beyazlıyor,ondandır" dedi.. Sakalın üst tarafları da beyazladı ama hiç kaşınmadı.. Niye çenem bu kadar kaşınıyor anlamıyorum..


+ Cümle kurarken, artık sürekli, "bilmiyorum", "anlamıyorum", "ne olacak belli değil" gibi şeyler yazıyor ve konuşurken de öyle konuşuyorum.. Eskiden keskin cümleler kurarken, yaşlılık belirtisi olsa gerek, her tarafa kıvrılabilecek ince cümleler kurmaya başladım.. Keskinlik epeyce gitti.. "Yapmam, etmem" dediğim bir çok şeyi seve seve yapar/eder oldum..


+ Yıllar içinde bir çok şey deyişse de yalnız ölme korkum, öldükten 3-5 gün sonra anca öldüğümün fark edilebilmesi korkusu bir türlü içimden çıkmıyor..


+ İşyerinde, geçen sene eşi vefat eden bir abi var.. Ne yaptı etti, beni de nihayet açtı; sabah-akşam karı-kız sohbeti yapıyoruz.. O da ben de çok utangaç olduğumuzdan, kadınlara karşı sesimiz çıkmıyor ama arkasından "bu iyiymiş" gibi değerlendirmeler bile yapıyoruz.. "Seni ne yapıp edip milli yapacağım ama önce kendi utangaçlığımı açmalıyım" diyor.. Halime bak.. Adam 60 yaşında ve benimle aynı yapıda.. 60 yaşındaki halimle arkadaş olmuşum.. Üstelik hemen benim evin bir alt sokağında ev aldı; bir de komşum oldu.. Şimdi sürekli takılıyor bana "Yazık sana <Çocuk> ya.. Hele biz neyse de senin o taze ve güçlü spemler, ya peçete ile birlikte çöpe ya da tuvaletin sifonu ile kanalizasyona karışıyor.. Çocuklarını suya atıyorsun gibi bir şey.. Yazık sana yazık.. " diye takılıyor.. "Abi öyle deme yaa, o dediğin nedir bilmem bile ben" dedikçe, "He he bilmezsin, senin yaşında biz de büyüklerimize bilmem derdik ama neler yapardık neler.. Bizim zamanımızda sabunu kullanırdık, ortasını deler, iş görürdük, şimdi siz nasıl yapıyorsunuz bilmem!" diyor.. Adam tam benim gibi sapık ya.. Sabun bugüne kadar hiç aklıma gelmemişti..


+ Uzun zamandır kitap okuyamıyorum.. İlk zamanlar kendimi hep eksik hissediyordum ama artık kitapsızlığa da alıştım ne yazık ki..


+ Alıştığın bir şeyden/bir insandan vazgeçmek o kadar zor ki.. Evin içinde dört dönüyor, deli oluyorsun ama elinden bir şey gelmiyor..


+ Dışarı pek çıkmıyorum, çıkınca da kulaklığı takıp illa türküler eşliğinde kalabalık Şehr-i İstanbul sokaklarına bırakıyorum kendimi..


+ Daha ne olsun, ne varsa anlattım işte.. Fazla duygusal konulara girmedim, girince çıkamamaktan, yanlış cümleler kurmaktan korktum.. Tüü tüü maaşallah bana..






 

Gözyaşı Tükrük Olsa..

"Benim ülkemin dağında, bir kurt, bir koyun kapsa, bunun vebalini benden soracaksın Allah'ım.. " deyip de gözyaşı döken Hz.Ömer'in gözyaşları, tükürük olsa da yağsa keşke yüzüme.. Belki O'nun tükrüğünden bile bir temizlik gelir kararmış yüzüme..




Çantasız Erkekler, Dünyayı Yönetirler..


Kadın cinsinin, erkeklere nazaran, daha zeki, detaycı, ince düşünceli ve psikolojik olarak daha güçlü olmasına rağmen dünya genelinde neden erkek egemenliğinin hüküm sürdüğünü buldum : Erkeklerin doğa üstü güçleri var..


Yaz aylarında hiç çanta taşımadan, cüzdanı, telefonu, anahtarı ve buna benzer bir sürü şeyi, pantolona sığdırıp hiç rahatsızlık duymamak, o kadar şeyi koymasına rağmen ceplerinin bile kabarık olmamasını sağlamak; doğa üstü bir güç değil de nedir Allah âşkına.. ? Böyle bir gücü olan cinsiyetin, dünyayı yönetmesinden daha tâbi bir durum olamaz, bana kalırsa..

Ayağı Büyük Olanlar ve Engelliler Hakkında Bilimsel Gerçekler..

-- Bişey soracağım


-- Efendim..?


-- Siz engellilerinki büyük oluyomuş doğrumu?


-- Ne büyük oluyormuş..?


-- Şeyi!


-- Neyi..?


-- Diyolarki, ayağı büyük olanların ve birde engelli olanların cinsel organı büyük olur doğrumu?


--  :))) Öyle miymiş..? Benim hem ayağım büyük hem de engelliyim ama çoğu zaman benim bile göremediğim mini minnacık bir pipim var.. Ayağı büyük olan ve bir de engelli olan biri, kadınların ilgisini çekmek için böyle bir şehir efsanesi uydurmuştur.. İnanma böyle şeylere..


-- Ya gülme. Cidden öyleymiş!


-- Bu kesin bilimsel bir gerçekse eğer ya ben engelli değilim ya da ayağım büyük değil demek ki..


-- İyi öyle olsun gıcık adam.


-- :)






Çok Sıradan Otuzbeş Yıllık Hâyâller..

Sevdiğini söyleyen,
ömür boyu bekleyeceğini söyleyen,
evlenme teklifi eden,
ama ilk fırsatta bir başkasına yâr olan insanları da gördük

;

zili çaldığında kapıyı açan,
senin için süslenen/hazırlanan,
senin sevdiğin kıyafetleri giyinen,
sarılarak/öperek karşılayan,  
evini temizleyen, evine çekidüzen veren,
senin için yemek yapan,
sana sarıldığında "huzur işte bu" diyen,
uyurken sarılmadı diye "uyurken/bilinçsizken bile sarılmalıydın bana" diye sitem eden insanları da...

Neler görmedik ki bu hayatta...

...........................................
Güvenip yere-göğe sığdıramadığımız, herkesin olumsuz yorum yapmasına ve o insana güvenmemesine rağmen savunduğumuz o insanların öyle şeyler yaptığını gördük ki; Kur'an'da insanların, niye sürekli nankör olarak vurgulandığını anlamış olduk..

Belki, bazı şeyleri, direkt yazamıyorum ve belki bu yazdıklarımı aylar sonra okuduğumda neden yazdığımı bir türlü hatırlamayacağım ama genel olarak söylemek istediğim : Esasında çok şey istemedik biz ya..! Hatta başkalarına göre "çok sıradan" olan şeyler, bizim en büyük hâyâlimiz oldu.. Sevilmek istedik.. İlgi görmek istedik.. Biri senin etrafında pervane olsun istedik.. Seni seven insanın tüm dünyayı umursamadan sevmesini istedik.. Zili çaldığında kapıyı açsın, senin için hazırlansın, sana yemek yapsın, sana sarılarak uyunca huzur bulsun, sabah seni öperek uyandırsın, seni yolcu etmekten zevk alsın istedik...

İstediklerimiz çok şey mi bilmiyorum ama başkaları için "çok sıradan" olan şeyler, bizim otuzbeş yıllık hâyâlimiz olabiliyormuş meğer.. Meğer 'çok sıradan' otuzbeş yıllık hâyâllerimiz varmış bizim..


Şeytan Çok Mutlu..

Mutlu olmayı bekleyen o kadar varlık varken ; her geçen gün biraz daha fazla olmak üzere Şeytan'ı mutlu ediyor olmam, nasıl bir karakterde olduğumun en önemli göstergesi olsa gerek..


Nişan..

Duydum ki, nişanlanmışsın..


Hayırlı olsun..




Kendi Kendine Konuşana "Deli" Deniyormuş..

"Deli" diyorlar bana.. 


Bazen, en olmadık yer ve zamanda, kendi kendimle konuşuyorum diye, "deli" diyorlar.. Hatta birbirlerine bakıp, beni işaret ederek, çoğu zaman sessizce, bazen de yüksek sesle "deli" diyorlar..


Deli miyim..?


Kim bilir, belki...


Ama biliyor musunuz, parmağıyla beni gösteren, fısıldaşan, yüzünde alaylı bir gülümseme beliren o insanlar, kimseyle içten konuşamıyor, kimseyle bir şey paylaşamıyorlar.. Hep sahte yaşıyor, hep olmadıkları biri gibi davranıyorlar.. Ben, konuşabileceğim, her şeyimi paylaşabileceğim adam gibi bir adam buldum diye, "deli" diyorlar bana..


Kendi kendine konuşana "deli" diyorlarmış.. Ne fena.! İnsanlar, kendileriyle bile konuşamaz olmuşlar demek ki.. Kendileriyle bile sahte ilişki içindeler.. Deliliğin samimiyetine, henüz erişememişler..








Aşk Yalan..

Çok gördük "seviyorum" deyip evlenme teklif edenlerin, ardına bakmadan ve hiç bir şey söyleme gereği duymadan başka insanlara koşarak gittiğini.. Daha düne kadar aşktan bahsederken, ertesi gün bir başkasından bebek beklediğini.. Sana gülümserken, başkasının hayatına eş olarak girdiğini..


Sen daha hangi aşktan bahsediyorsun ey insanoğlu.. ? Geçip karşıma, bana olmayan hayatı anlatma.. Filmleri seyretme, kitapları okuma, masallara inanma.. Yalan söylüyor her biri ardı ardına.. Bulandırmasınlar zihnini, aşk denilen saçmalıkla..


Aşk yalan..
Aşk yalan..
Aşk yalan..
Aşk yalan..
Aşk yalan..










Buzdolabı Pis ve Düzensiz..

Geçen gün Şehr-i İstanbul'a yağmur yağdı ya hani; ev kirlendi, pencereler kirlendi, balkon kirlendi..


Sıcakta pencereleri açıyorum diye, her köşe tozlanmış durumda..


Buzdolabı düzensiz, pis, küflenmiş yiyeceklerle dolu..


Biliyorum; ruhum ne kadar kirli olursa olsun değer vermezsin ama buzdolabının bu görüntüsüne dayanamazsın sen..


Gel..






Hayat Kaldığı Yerde..

Aylarca kalabalık ev..
Hayatımıza yeni bir bireyin girmesi..
Memlekette, babamın hastaneye kaldırılması haberi..
Apar-topar memlekete gidiş..
10 gün hastane bekleyişi..
Babamın taburcu olmasından sonra İstanbul'a dönüş..
O kalabalık evden eser kalmaması..
Yalnızlık..
Yemeksizlik..
Bisküvi ile günü geçiştirme modu..


Hayat kaldığı yerden tüm sıkıntısıyla devam ediyor işte..






9. Yeğene Selam Duruşu..

10 Temmuz 2017 tarihi itibariyle, bana, bir kez daha "dayı" olma mutluluğunu yaşatan Rabb'e sonsuz hamd-ü senâlar olsun.. 

Rabb'im tüm bebeleri her türlü çirkinlikten, kötülükten, hayırsızlıktan, hastalıktan ve dertlerden korusun.. İslam fidanlığında güzel bir fidan, her iki cihanda yüzü ak olanlardan eylesin..

Hoşgeldin Berensu'm..



Sıcaksevmez Adam..

"Havalar bir türlü ısınmadı",
"Yaz gelmedi",
"Haziranda bile donuyoruz" diye vaveyla koparan, benim gibi kışın bile terleyen insanların sıcakta ne hâle geleceğini düşünmeyen tüm insanları, bugün tüm gün Şehr-i İstanbul sokaklarında görmek istiyorum..

"Ter" adı altında vücudumdan sürekli sıvı akışı oluyor.. Bu sıvılar sebebiyle alnıma baraj konulsa, iki yıllık elektrik üretecek durumdayım..

Çok sıcak sebebiyle bunaldığı için güneşe kurşun sıkan Adanalı kardeşim,
sıcaktan İzmir Ödemiş'te tüm elbiselerini çıkarıp caddede üryan dolaşan hemşehrim;
sizi çok iyi anlıyor ve size sonuna kadar hak veriyorum.. Ve hatta bekleyin, aranıza geliyorum..


Ramazan Sonrası..

Bu ramazan öyle bir mucize ay ki ; bu ayda ne verdiysem kat be kat fazlasını aldım : Fitre-zekât verdim, o verdiğimi fazlasıyla geri aldım.. Uykumu verdim, huzur olarak geri aldım.. Zaman verdim, mutluluk aldım..

Hepsi iyi güzel de keşke o kadar uğraşıp verdiğim iki kiloyu, iki gün içinde geri almasaydım..

Tefekkürsüz Din..

Her televizyon kanalında bir hoca.. Güzel güzel anlatıyorlar bize bilmediğimiz onlarca şeyi..

Camiilere gidiyoruz; bilmediğimiz veya yanlış bildiğimiz onlarca şeyi orada da dinliyoruz..

...Bu kadar insan, gerek işi gereği, gerek gönüllü olarak bu kadar çok şey anlatıyorlar da acaba dinliyor muyuz onları..? Anlıyor muyuz..? Hayatımıza uyguluyor muyuz..? Kendi içimize yönelip de tefekkür edebiliyor muyuz..?

Her gün farklı bir camiiye gidip, farklı televizyon kanalından, farklı şeyler dinlesek de, kendi içimize yönelip de tefekkür edemiyor ve kendi içimizde Yaratıcı'dan emare göremiyorsak; yüzeysel yaşamaya devam ederiz dinimizi..

Ne güzel söylemişti Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ Hoca :

"Hocalarımız, Ramazanı rahat bıraksalar da iç dünyamızı dinlesek..."

Yumurta Soyan Kadın Güzeldir..

Kadın dediğin, kahvaltıda, erkeğinin yumurtasını soyacak..

Bu kadar net.. !


Bir Ramazan Daha..

Sahura,
iftara,
davulcuya,
pideye,
şükretmeye,
teravih namazına,
paylaşmaya,
yardımlaşmaya,
hoşnut olmaya,
bir ramazan ayına daha kavuşturan Rabb'e hamd olsun..


Umut Etmeden Hayat Güzel Olsa Gerek..

Tuhaf bir psikoloji içindeyim..


Umut ettiğim, yüzümü gülümseten, iyi davranan, kalbime hoşluk veren ne ve kim varsa bir kalemde silesim var.. Telefon taşımaktan vazgeçerek, "Uzaklardan, çok uzaklardan acaba bir mesaj gelir mi..? " diye beklentimin önüne geçesim var.. Hayatımda kim varsa bir kalemde silesim, her şeyden elimi-eteğimi çekesim var..


Tuhaf bir psikoloji içindeyim işte.. Kendimden kaçıp kendimi bulasım, kendimi bulup kendimden kaçasım var..







Yaptıklarınız, Başkaları Tarafından Yanlış Anlaşılırsa..?

    Hiç, yaptıklarınızın, insanlar tarafından nasıl değerlendirildiğini düşündünüz mü..?
 
     Çok bildik kıssadır ya, bu yazıda anlatmadan geçmek olmaz.. Nalıncı Baba hikâyesini, sanırım aranızda bilmeyen yoktur..
 
.........................................................
     Sultan Murad, akşam garip bir rüya gördüğünü beyan ederek vezir-i azamı Siyavuş Paşa'ya hazırlanmasını ve sokağa çıkacaklarını söyler.. Molla kıyafetleri giyinir ve sokağa çıkarlar.. Sultan Murad, gördüğü rüyanın etkisiyle nereye gideceğini iyi bilir.. Unkapanı civarında, sokak ortasında bir ceset görürler.. Cesedin kime ait olduğunu sorarlar, "ayyaşın biri" olduğu cevabını alırlar.. Bir başkası da sokakta yatan cesedin, sağken, esasında iyi bir sanatkâr olduğunu ama kazandıklarını içkiye ve fuhuşa yatırdığını söyler.. İçlerinden biri de "cemaate katılmaz, namaz kılmazdı" der..




    Bu "ayyaş, namazdan uzak, fuhuş yapan adam"dan herkes kaçınır.. Ceset ortada kalmıştır.. Vezir-i azam Siyavuş Paşa da gitmeye hazırlanırken, padişah onu tutar ve "Ne olursa olsun, o bizim tebaamızdır.. Cesedini defnetmek gerekir.. " diye vezirini durdurur.. Rüyanın da etkisi ile naaşı kaldırmaları gerektiğini söyler.. Siyavuş Paşa, itiraz edecek olur; cesedi yıkamaları gerektiğini, kefenlenmesi, taşınması ve benzeri işlemlerin uzun süreceğini ve güçlerinin yetmeyeceğini, saraydan adam gönderip bu işleri hallettirebileceklerini dile getirse de padişahı ikna edemez.. Mahalle camiisinde değil de Fatih Camii'nde naaşı yıkamaya karar verirler.. Naaşı sırtlanır ve camii avlusuna getirirler.. Yıkarlar.. Yıkadıkça naaşın yüzünün nurlandığına şahit olurlar..
 
     Vezir-i Azam, sonradan bu ölünün bir yakını olabileceğini hatırlar ve onlara haber vermeden defnetmenin doğru olmadığını Sultan Murad'a arz eder.. Sultan Murad, vezirine hak verir ve onu naaşın başında bırakarak cesedi buldukları yere gider.. Sorar, soruşturur ve Nalıncı Baba'nın evini bulur.. Kapıyı çalar.. Yaşlıca bir kadına durumu anlatır.. Kadın, kocasının öldüğü haberine üzülür ama soğukkanlılığını kaybetmez.. Yarı ağlamaklı bir halde tebdil-i kıyafet giyinmiş Sultan'a derdini anlatır.. :
 
-- Biliyor musun oğlum, bizim bey bir tuhaf adamdı.. Akşama kadar uğraşır, didinir, çok güzel nalınlar yapar ve satardı.. Eve gelirken birinin elinde içki şişesi görse, tüm parasını verir, o içkiyi satın alır, sonra eve gelir içkiyi tuvalete dökerdi..
 
     Sultan Murad şaşırır.. Yaşlı kadın devam eder..




-- Sadece bu olsa neyse.. Kötü yola düşmüş kadınları eve getirir, hiç değilse birkaç saat kötü işler yapmamaları için onlara para verirdi.. Ben de o kızcağızlara hikâyeler anlatır, menkîbeler okurdum..
 
     "Allah Allah.. ! " der Sultan Murad.. "Halbuki mahalleli ne sanıyor.. " diye devam eder..
 
-- Ah oğlum ah.. Ben de söylerdim bunu.. Hiç değilse insan içine çık, durumu anlat, yanlış anlamasınlar seni, der dururdum.. O ise namaz kılmaya bile uzak semtlere giderdi.. "Öyle imamın arkasında durmalı ki, tekbir aldığında Kâbe'yi görebilmeli" derdi.. Bu sebeple mahalle camiisine bile gitmezdi.. Kulağıma mahalleden kötü kötü haberler gelince, bir gün kızdım beye, yüzüne çıkıştım.. "Böyle yapma beyim.. Bir gün ölürsün, mezarın ortada kalır. " dedim.. "Doğru söylüyorsun hatun" dedi ve bahçeye kendi mezarını kazdı.. "Bey... " dedim.. "Sadece mezar kazmakla olur mu..? Seni kim yıkayacak, kim defnedecek.. ? Korkarım naaşın ortada kalacak.. " dedim..
 
-- Ne dedi..? diye sordu Sultan Murad..




-- Ne desin evladım.. Önce gülümsedi.. Sonra 'Allah büyük' dedi.. Hem padişahın işi ne..?  diye karşılık verdi..
 
...............................................................................
 
     Hiç, yaptıklarınızın, insanlar tarafından nasıl karşılandığını düşündüğün mü..?
 
     Ya siz, marketi hırsızdan korumaya çalışırken, hırsıza yardım etmiş gibi görülüyorsanız..? Ya siz rüşvet alanları açığa çıkardığınız için rüşvet almakla suçlanmışsanız..? Ya siz, yaşlı dedenizi hastahaneye yetiştirmeye çalışırken, kaza ile birine çarpıp ölümüne sebep oldunuz diye ömür boyu katil damgası yerseniz..? Ya siz, bir kadını fuhuştan kurtarayım derken, kadın satıcısı gibi görülürseniz..?
 
     ...veya bunların tam tersi...
 
     Ya siz, hırsızlık yapmaya geldiğiniz yerde kahraman ilan edilirseniz..? Ya siz, cinayet işlemeye geldiğinizde, birinin hayatını kurtardığınız sanılırsa..? Ya siz, kundaktaki bebekleri öldürmekten çekinmemenize rağmen özgürlük savaşçısı ilan edilirseniz..?


     Farklı bir şey yaparken, sizi tanımayan bir başkasının, sizin hakkınızda farklı değerlendirmeler bulunduğuna şahit olursanız.. ? Ya anlatılanlar ile yaptıklarınız birbirinden farklı ise..? Ya iftiraya uğramışsanız.. ? Ya siz de toplum tarafından Nalıncı Baba'ya yapılanların aynısına maruz kalmışsanız.. ?
 
     Benim iyi biri olduğumu sanıp da, arkasını dönen insana, paslı hançeri sapladığımda, yere düşüp, gözlerini gözlerime diktiğinde, bana ne dedi biliyor musunuz.. ?
 
Et tu Brute.. ?



Anneler Günü, Kutladığımız Günden Bir Sonraki Gün Başlar..

Hediyeler aldığımız, yanına gittiğimiz, agucuk-gugucuk yaptığımız anneler günü, bugün gibi görünse de asıl yarın başlıyor.. Yarın kaçımız annemizin yanında olacağız, sevip, baş tacı edeceğiz..?




Ecnebi Penye..

Son dönemde kendine penye alan oldu mu..?
 
Güneş yüzünü gösterince, kendime üç-beş tane penye alayım dedim...
 
...Dedim ama beğendiğim tüm penyelerin üzerinde illa ki ecnebice yazılar var.. Penyenin üstünde, güzel bir şekil veya çizim oluyor; tam "hah, bunu alayım" diyorum, sonra bir bakıyorum ki o şeklin altında illa ki ecnebice bir kelime veya cümle iliştirilmiş..
 
Ben, tüm giysilerimi zorla kuzenime ve ablalarıma aldırarak beleşe getirdiğim için daha önce de durum böyle miydi bilmiyorum ama şuan ki durumdan yola çıkarsak ; tekstil sektöründen ricam, penyelerdeki o güzel şekillerin altına illa yazı yazıp dert anlatmak, mesaj vermek istiyorlarsa, Türkçe yazıp, Türkçe mesaj versinler.. Zira ecnebice yazılınca, mesajı alamama durumum var..Ki esasında minik ve güzel bir şekil çizerek, yazı yazmaya gerek kalmadan, istenilen mesaj da verilebilir bence..

 

Sülaleme Yeni Bilgi..

Amca Kızı : Biri var da tarih öğretmenliğini bitirdi, atama bekliyor.. 26 yaşında.. Ordulu.. Benim komşum.. Ailesi de kendisi de çok iyi insanlar.. Tanıştırmak istiyorum.. Sen "tamam" dersen, konuşacağım..


Cevap : Tamam..


Akşam çalan telefon...


Amca Kızı : Seni anlattım.. Sürekli beraberiz ama haberim yokmuş.. Sevgilisi varmış.. Olmadı ne yazık ki.. 


(Sonra da moralim bozulmasın diye kurulan cümleler.. Oysa kendi morali bozuk.. Aldığı cevap benim yerime onun moralini bozmuş.. Bu o kadar belli ki.. Teselli vermesi bile üzüntüsünü gideremiyor.. vs vs vs..  )






Sevgilisi yok.. Bunu ikimiz de biliyoruz emmim kızı.. Bana niye "yok" dediğini, ikimiz de gayet iyi biliyoruz.. Farklı farklı bahanelere gerek yok.. İnanmayacaksın belki ama sana "tamam" derken bile cevabın bu olacağını biliyordum.. Senin vasıtanla sülalem de bilsin istedim.. Artık siz de biliyorsunuz engelli olduğumu.. Hayırlı olsun bu yeni bilginiz..










Kahraman Ölü..

Eskiden, dünyayı kurtarabileceğimize inanırdık.. Kahraman olabileceğimizi düşünür, kahraman gibi yürür, kahraman olduğumuz zaman nasıl davranmamız gerektiği hakkında kafa yorardık.. Şimdi dünyayı kurtarma sevdasından vazgeçtik, kendimizi nasıl kurtarabiliriz diye kafa yoruyoruz.. Nasıl kahraman olacağımızı düşünürken, şimdi kendimizi nasıl kurtarabiliriz diye düşünüyoruz.. Genç kızların sevgilisi olmaktan vazgeçtik; bir güzelin kalbine nasıl gireriz diye uğraşıyoruz..
 
Artık daha mütevazı hâyâller kuruyoruz.. Sanırım gerçekten büyüyor veya daha doğru bir tabirle gerçekten ölüyoruz..




Maskeli Hayat..

Hepimizde bir maske..

Sabah uyanıyor, yatağımızın hemen yanında bulunan komidinin üzerindeki maskeyi takıyor ve güne öyle başlıyoruz..

Güçsüzken güçlü görünmek için didiniyor,
mutsuzken mutluluk şarkıları söylüyoruz..

Hepimizde birer maske;
hayatı maskelerin ardında yaşıyoruz..



Yalnız Uyumak İyi Mi..?

Yalnız uyumak konusunda çok tutarsızım..

Bazen, uyandığımda, "ohh iyi ki yalnızım da böyle rahat uyuyorum" diyorum, bazen "yalnız olduktan sonra uyanmanın bile bir anlamı olmuyor" diyorum..

Hemen her konuda olduğum gibi yatakta yalnız uyanmak konusunda bile bir büyük tutarsızlık var..


İnce Düşünceli Erkekler..

     Kalbim kadar temiz olan bu e-günlük sayfasında, yaklaşık 15879 kere yazdığım cümleyi tekrar yazmak istiyorum.. :  Ben, bu hatun cinsini anlayamıyorum..


     Son zamanlarda, tanıdıklarımın çoğu, benim ot gelip ot gittiğimi ifade etmeye başladılar.. Evde durdukça, manyaklık oranım artıyor, herkesten zaten yüksek seviyede olan ayılık seviyem iki misline çıkıyormuş.. Gün içindeki tek ince düşünceli hareketim, tuvaletin sifonunu çekmekmiş..

     Siz sevgili okurlar, benim aslında ne kadar ince düşünceli olduğumu biliyorsunuz.. Maalesef bunu ailem öğrenemedi bir türlü.. Gerçi ben, ince düşünceli, hassas, saygılı, nazik biri olduğumu evde özellikle belli etmiyorum.. Dışarıda kuzu, evde kurt politikasını izleyerek, korku ile ev halkına istediğimi yaptırmaya çalışıyorum.. Bir erkek düşünsenize; evde, herkesin içinde burnunu karıştırmıyor, elbiselerini sağa-sola atmıyor, herkese bağırıp-çağırmıyor, herkese nazik davranıyor, demokrasiyi ev içinde uyguluyor : Böyle bir erkeğin sözünü kim dinler Allah âşkına..? Ben, sözüm dinlensin ve evimizin bekâsını devam etsin diye, özellikle kaba/saba bir herif oluyorum evde.. Yoksa sahiden ince düşünceliyimdir..

     Bana inanmayanlar, ne kadar ince düşünceli olduğumu, üniversitedeki sevgilime sorabilirler.. Ben, yıllar evvel, biz öğrenci milletinin beş parasız dolaştığı zamanlarda, kız arkadaşıma hediye alacak kadar ince düşünceli biri idim.. Gerçi aldığım hediyeden sonraki üç gün içinde kız benden ayrıldı ama ayrılma sebebinin benim hediyem olmadığını düşünüyorum..


     Sıcak bir Ayvalık günü idi.. Okuldan çıkmış, beş parasız, zavallı bir halde evime doğru gidiyordum.. Okulun son günleri idi ve ben o zamanlar tek başıma yaşıyordum.. Eve girmeden hemen önce ev sahibinin beni beklediğini farkettim.. Kadın, elindeki parayı bana uzatarak, 'evi tek kişi olarak tuttuğumu ama her gece evin dolduğunu' ifade ettikten sonra 'komşuların rahatsız olduğunu' da ekleyerek, evi terk etmemi rica (!) etti.. İlk başlarda ben biraz tersleşsem de eşinin polis olması sebebiyle sesimi fazla çıkartamadım.. Parayı aldım, cebime koydum, 1 hafta içinde evden çıkacağımı ifade ettim..

     Ev sahibi, kendisine verdiğim kirayı geri vererek aslında bana büyük bir iyilik yapmış oluyordu.. Paranın ne olduğunu bilmeyen cebim, ev sahibem sayesinde para ile tanıştı.. Para ile cebim tanışınca, ben, Ayvalık'a gittim, kız arkadaşıma güzel bir hediye aldım.. Akşam saatlerinde, kız arkadaşım bana geldi.. Beraber yemek yedik.. Kendisini zerre kadar sevmiyordum ama yalandan kimsenin ölmeyeceğini bildiğimden, kendisini çok sevdiğimi ifade ettikten sonra hediyemi çıkardım.. "Ayy âşkımmm" deyip de boynuma bir sarılması vardı ki, kadın cinsinin ne kadar hediye tutkunu olduğunu o sayede öğrenmiş oldum..

     Hediye paketini açtığında, pembe şeffaf bir tanga ile karşılaştı.. "Ayy bu nee.. ! Pisss, sapıkk.." deyip de sırtıma bir iki tane vurdu.. Ben, yine de bu ince düşünceli davranışımın hoşuna gittiğini düşünüyordum..

     Her şey yolunda gidiyordu ki, yıllar sonra bile unutamadığım o meşhur konuşma aramızda cereyan etti..

Ben : (Tangayı elime alarak) Gel, ben giydirmek istiyorum..

Hatun : Saçmalama.. ! O kadar da değil.. !

Ben : Niye böyle diyorsun..? Kolye alsam, ben takacaktım.. Yüzük alsam, ben takacaktım.. Mont alsam, ben giydirecektim.. Tanga aldım, neden ben giydiremiyorum.. ?

Hatun : Âşkımm tamam susalım.. !


     Ben, o zamanlar da şimdi olduğu gibi kadın cinsinin söylediklerini yapmayı seven, centilmen bir erkek olduğumdan, hatunun "susalım" demesini emir telakki ettim ve sustum.. Kendisi de sustu.. Üç gün boyunca sustuk.. Üç gün sonra da ömür boyu susmaya karar verdik..


     Az önce bir arkadaşımla, erkeklerin aslında ne kadar ince düşünceli insanlar olduğunu konuşurken, bu hatıram aklıma geldi ve kendisi ile paylaştım.. İstedim ki, biz erkeklerin ne kadar ince düşünceli olduklarını siz de görün.. Gel gör ki, biz erkek cinsi ince düşünceli ve nazik insanlarız ama hatun cinsi üniversite yıllarında da anlaşılmaz oluyor, orta yaşlarda da, ölüm döşeğinde iken de.. O kızın benden neden ayrıldığını, yıllar geçmiş olmasına rağmen bir türlü anlayamadım..




Zamanın Siktir Ettikleri..

Bilenler bilir, moralim bozuk olduğunda, karşımdaki insana kolay kolay sebebini anlatan biri değilimdir.. Ya gelir moralimin bozuk olmasının sebebine dair yazı yazar ya da daha fenasını yaparak moral bozukluğumu anlatmaz ama sapıkça şeyler yazarım..

Bu defa biraz farklıydı.. Moral bozukluğu değil de halletmem gereken önemli bir sorunum vardı.. Bu sorunumu halletmem için de bu işleri bilen birinden yardım almam gerekiyordu..



Gittim yardım alabileceğim en uygun insana.. O insan ki; zamanında, her şekilde yaren olmuştu bana.. Unuttum aradan geçen onca uzun zamanı da derdimi söyleyip bir yol göstermesini, daha doğrusu beni bilgilendirmesini istedim..


Beni öyle güzel ve kibarca siktir etti ki; iki gündür kızıyorum kendime, niye gittim diye..


Zaman, her türlü acının üzerini toz bulutu ile kaplayıp seni acılardan uzaklaştırdığı gibi eskiden güzel olan şeylerin üzerini de kaplıyor ve güzellikleri de bitiriyormuş meğer.. Elinde sadece anılar kalıyor; bir zaman sonra işe yaramadığını düşündüğün anılar..








 

İş..


Bu denli didindiğim, uğraştığım, stres olduğum, sakinken asabileştiğim şey ne için..?
Ne için otuzbeş yaşında iken ellibeş yaşında gibi görünmeme sebep olan şey..?
Birden asabileşip ters cümleler kurmamı sağlayan, insanların kalbini darmadağın ettiğim bu uğraş da ne..?
Neden herkes boşverirken, ben işime dört elle sarılıyor da manen ve bedenen kendimi eksiltiyorum ki..?
 
Bak işte; kamburum çıktı.. Gözlerim tekrar bozuldu.. Saç-sakal birbirine karıştı.. Huzur yerini strese bıraktı.. Ağızdan çıkan olgun cümleler gitti de  yerine asabi cümleler geldi.. "Maaşallah, ne iyi, karakterli, çalışkan <Çocuk> " cümleleri, "Ne asabi, ne kendini beğenmiş, ne dik başlı" sıfatları ile tebdil oldu..
 
Ne oldu <Çocuk>, Allah âşkına, ne oldu..?




Mucize : Bizim de Duygularımız ve İsteklerimiz ve Özlemlerimiz Var..

Belki inanmayacaksınız ama engelliler de insan..


Arz ederim..




Uykusever Özenti Zombi..

Gün doğmadan önce, henüz karanlıkken, çalar saati kuruyorum; Allah affetsin bazen uyanıyorum ama esasında çoğu zaman uyanamıyorum..


İkinci olarak, çalar saati, işe gitmek için 07:13'e kuruyorum.. 07:13'te çaldıktan sonra kapatıyorum, sonra her 5 dakikada bir çalıyor ve ben 07:40'tan sonraki bir saatte anca uyanabiliyorum.. Gözlerimi dünyaya açtıktan sonra bir besmele çekiyor, bir kelime-i şahadet getiriyor, sonrasındaki 5 dakika yatakta kalıyorum.. O, 5 dakika boyunca, kimim, neyim, neciyim, neden uyanıyorum gibi onlarca soru soruyorum kendime..  


Herkes benim gibi bilmem ama yaklaşık 5 dakika boyunca, uyanmaya çabalıyor, anca yataktan çıkabilecek kadar kafamı topluyor, yataktan çıkıyor, işe koyuluyor ama 2 saat boyunca kendime gelmek için çabalıyor, o 2 saat boyunca uyanık gibi görünüp esasında uyur bir vaziyette zombi kılığında dolanıyorum etrafta.. 


Rabb'im en doğrusunu bilir elbet ama zaten erken yaşta geberip gideceğimi biliyorum.. Ama eğer bu uyku işine bir çözüm bulamazsam, üç-beş seneye kalmaz, kalp krizi sonrası öteki tarafa günahlarla yüzleşmeye giderim gibime geliyor.. Ki benim yüzleşmem de çok çok uzun olacak; içinde kul hakkından tut da her türlü pislik bolca var.. Neyse..


Demem o ki; gece kaçta yatarsa yatsın, sabah 6'da dinç olarak uyanan, uykuyu pek sevmeyen, günü erkenden karşılayan insanlara hayranım arkadaş ya.. Şu hayatta bir çok şey olamadım ve bir çok kişiye özendim ama uykuyu sevmeyen insanlara özentimin yeri bambaşka.. Bu saatten sonra öyle biri olmama imkan var mı acaba..?








Hatunlar, Olgun Erkek Severmiş..

     "Kadınlar olgun erkeklerden hoşlanır." diyen şahs-ı muhteremi bir elime geçirirsem ona ne yapacağımı iyi biliyorum.. Yaşadıklarımdan yola çıkarak söylüyorum ki, kadınlar için sadece olgun olmak yetmiyor.. Misal benim saçım-sakalım kırlaşmış durumda.. Her bir yerimde beyaz beyaz kıllar çıkmaya başladı.. Olgunluk kavramını tam olarak yaşıyorum ama gel gör ki hâlâ şahsımdan hoşlanan bir hatun yok etrafta..
 
     En son üç gün önce bir hatun kızımız hoşlandı benden.. Ben de içimden "Eee tabii sakalımda beyazlıklar var, olgun imajı veriyorum, haliyle hoşlanıyor benden.. " diye kızın hoşlanmış olmasını beyaz sakallarıma bağlıyordum ki, hatun kızımız dün akşam itibariyle telefonuma mesaj göndererek, "Kusura bakma, ben seni insana benzettim. " mealinde, beni küçük düşüren, kişilik haklarıma tecavüz eden, bundan sonraki yaşamımda hatırladıkça olumsuz olarak etkileneceğim cümlesiyle benimle olan iletişimini kesti..
 
     Vay arkadaş, nasıl bir insansam artık, bugüne kadar benden hoşlanan kızlardan -ki toplamı bir kişidir- bana en fazla katlanabilen kızın rekoru dört gün onaltı saattir.. Demek ki, değil saçın-sakalın ağarması, un çuvalının içine girip de tüm vücudumu ağartsam bile kimsenin bana bakacağı yok.. Zannedersem bu kadınların hoşlandığı olgunluk, saçın-sakalın ağarması ile ilgili değil de vücudumuzun başka bir yerinde bulunan bir uzvun olgunluğu ile ilgili..
 
     Şansa bak ki, kadınların olgunluk aradığı uzuvdaki olgunluk ölçüsü de şahsımda üç ile beş santim arasında gidip gelmekte.. Olgunluk aranılan uzvunun ölçüleri, olgunluktan bu kadar uzak olan bir herife, hatun kızlar niye baksın..? Haklılar efendim, haklılar..
 

Ev Eşyası Gibiyim..

    Heyyy gidi hey.. Bir zamanlar Şeh-i İstanbul sokaklarında, anlamsızca gezerdim.. Şu hale bak ki, şimdi bir evin eşyası gibiyim ve ayrılamıyorum evden.. Kendimi, bir kanepe olarak görüyorum, bazen bir yastık, bazen battaniye.. Bazen kendimi sevdiğim ender zamanlarda, vitrinde olan ve kimsenin dokunmadığı vitrin süsü oluyorum.. Kendime kızdığım zaman ise tuvaletteki herhangi bir şey oluveriyorum..
 


     Yahu biz niye bir türlü mutlu olamadık..? Nedir bu tatminsizliğimizin sebebi..? Neden kalabalığın içinde olsak dahi kendimizi hep yalnız hissediyoruz..? Neyin eksikliği veya neyin fazlalığıdır bu durum..? Üzerimizde hep bir hüzün bulutu var.. Kendimizi o bulutla öyle bir sarıp sarmalamışız ki; o hüzün bulutu, ayrılmaz bir parçamız, bizim tenimiz oluvermiş..


 
     Hava tuhaf.. Lodos şiddetli esiyor.. Rüzgârın Şehr-i İstanbul'u esir aldığını söylüyor haber bültenleri.. Dalgaların kabardığı, şiddetle karaya çarptığı görüntüleri gösteriyorlar.. Ruhum, o rüzgârlı havada, sahil kenarında yürüyüşe çıkmak istiyor.. Birine, birilerine, "Haydi gel benimle! " demek istiyorum, çağıracağım hiç bir insanın yanında huzuru bulamayacağımı bildiğim için susuyorum.. Huzur bulacağımı düşündüğüm insanlar ise, artık selam dahi vermiyorlar bana..


 
     Ben, neden evdeyim yahu..? Neden kanepeyim, neden yastığım, neden vitrin süsü, tuvalet kâğıdıyım yahu..? Neden bir sahil kenarında, rüzgârın güzelliğini yaşayamıyorum..? Ne zamandı; ilk kırılma anı, hüzün bulutunu kendimize sarıp sarmalamamız ilk ne zamandı..? Beni rüzgârdan mahrum bırakan o ilk darbe kim tarafından ve ne zamandı..?
 

Şair Değil, Balıkçıyım..

    " ...Biliyor musun; ben aslında şair değil, balıkçıyım. " dedi, şiir kitabını imzalayıp elime tutuştururken.. "Ve burada yazılanlar, aslında benim değil, balık tutarken, sağımdan-solumdan geçen insanların söyledikleridir.. Ben sadece söylenilen sözleri biçime sokuyorum; hepsi bu..  Daha geçen gün, Galata Köprüsü'nde balık tutuyor iken, arkamdan kendi kendine konuşarak geçen bir adam gördüm.. Elbiseleri yırtıktı ve belli ki sokakta yaşıyordu.. Sanki biriyle konuşur gibi "Ben deli değilim aslında, hâyâlimde bir kadın yarattım, sadece onu seviyorum.. Ne parasızlığımı başıma kakıyor, ne evsizliğimi.. Dırdır da etmiyor üstelik.. Ne yapayım gerçek kadını; hâyâlimdeki kadın yetiyor bana.. " diyordu.. Söylesene, kim bu cümleleri duyup da şiir yazmak için uğraşmaz ki..?

     Aylar önce, Galata Köprüsü'nde, ben yine balık tutarken, yaşlıca bir adamın beni izlediğini gördüm.. Sigara içiyordu.. Sigarası bittikten sonra denize attı.. "Keşke suya atıp da denizi kirletmeseydin amca, bak, az ileride çöp kutusu var.. " diye söylenecek oldum; "Bunu söyleyene bakın hele, balık avlıyor, canlı öldürüyor.. " dedi.. Ben, "Ben en azından bir balığı, sen bütün tabiatı öldürüyorsun.. " dedim ama iş işten geçmişti bile..

 
     Sağdan, soldan, arkadan geçen insanlar o kadar çok şey konuşuyor ve çoğu o kadar güzel şeyler söylüyor ki; onlardan esinlenip de birşeyler yazmamak için insanın kalpsiz olması gerek.. Bu sebeple diyorum; ben şair değil, balıkçıyım.. Bu kitap da başkalarının sözleridir.. "
 
 


Tavuk Yumurtası..

     Senede bir kez olabilecek şey bu cumartesi günü oldu ve tembelliğimden vazgeçip kendime güzel bir kahvaltı hazırlamak için omlet yapmaya karar verdim.. Evde hiç yumurta olmadığından, yine senede bir kez olabilecek şeyi yaptım ve paspal kıyafetlerimi çıkarıp cici elbiseler giyinerek bakkala gittim..
 
     Bakkal dükkânının içine girdiğimde, selamlaşma faslından sonra genç bakkaldan yumurta istedim.. İçinde yumurtaların ve samanlığın olduğu sepeti göstererek, "Ağbi, beyaz yumurtadan birkaç tane kaldı.. Diğerinden versem olur mu..? " diye sordu..
 
     Bakkalın "diğeri" dediği, kahverengi renkteki yumurtalardı.. Bakkalı daha önceden tanıyor olmamın da verdiği rahatlıkla, "Ne farkeder yahu, hepsi tavuğun bilmem neresinden çıkmıyor mu..? " diye soruverdim.. Gülümseyerek, "Fiyat farkı var ağbi; beyaz yumurtaların tanesi 70 kuruş, kahverengi olanlar 1 Lira.. "
 

     Bu cevabı duyunca, önce bakkalın seksi seven tüm kadınlar gibi "zencisever" olduğunu düşünerek, ırkçılık yaptığını düşündüm.. Hatta benim gibi o konuda ezik olan tüm insanların sığındığı limana sığınarak, "Önemli olan işlevi" mealinde "Boyu ve rengi önemli değil, önemli olan yumurtanın tadı.." gibi bir cümle kurmaya yeltendim ama sonradan anladım ki bizim bakkal eşcinsel ve zencisever biri değil.. Sadece ve sadece kahverengi yumurtayı yumurtlayan tavuk, asil bir aileden geliyor.. Eee asil bir aileden gelen tavuğun yumurtası da halkın içinden çıkan diğer tavuk yumurtası ile eşdeğer olacak değil ya; tabii ki pahalı olacak.. Şükür bunu sonradan farkettim de, bizim bakkalın günahını almaktan son anda kurtuldum..
 
 
 

Gelse ya Artık..

Geberip gitme zamanımız gelmedi mi daha..?




Oku.. Öğren.. Araştır.. Ölmeden Önce Öl..

Okumayı seven bir millet olduğumuz söylenemez.. Kendimize göre onlarca bahanemiz var belki ama sonuçta okumayı sevmiyoruz.. Okumayı sevmediğimiz için de başkalarının sözlerine gerektiğinden fazla itibar ediyor, kendimizden daha düzgün cümle kuran adamı baştacı ediyoruz.. Bizler, okumayı sevmediğimiz için dinimizi de okuyarak değil, görerek öğrenenlerdeniz.. Dedemiz namaz kılıyordu diye namaz kılıyoruz, ninemin oruç tutuyordu diye oruç tutuyoruz.. Neden yaptığımızı bilmeden, şekilci bir eda ile yapıyoruz yaptıklarımızı.. Namazı, namaz estetiğine (tadil-i erkan) uygun kılıyor, estetiği baş tacı ediyor ama dinimiz ne emrediyor, okuduklarımız ne anlama geliyor, pek bakmıyoruz.. Kelimeyi şahadet getirerek Müslüman olan ama kelimeyi şahadetin ne anlama geldiğini bilmeyen Müslümanlarız biz..  

Neden bilmem, kendimizden daha kültürlü olduğunu düşündüğümüz insanlara körü körüne bağlanma ve o insana tâbi olma huyu var bizde.. Merak etmiyor, irdelemiyor, soruşturmuyoruz.. Peygamberimizin bile yanlış yaptığı için uyarıldığını (Abese Suresi) okumadığımız için olsa gerek; sevdiğimiz insanların, eşimizin-dostumuzun ve hatta oy verdiğimiz siyasi parti başkanlarının yanlış yapabileceğini bir türlü kabul edemiyoruz..

"Ölmeden önce ölünüz" hadis-i şerifinde, "günahlarınızdan arınınız" mealinde bir anlam çıkacağı gibi "ölmeden kendinizi sorguya çekiniz" anlamını da çıkartabiliriz.. Peki, daha oy verdiği siyasi parti başkanının yanlış yapabileceğini düşünmeyen ve bunu asla kabul etmeyen bir insan; nasıl olur da kendini sorguya çekerek, hatasını kabul edebilir ki..?




Duygu Sağanağı..

Bu yağmur sadece benim üzerime mi yağıyor..? Bir tek ben mi görüyorum duygu sağanağını, bir tek ben mi ıslanıyorum.. ?
  ............
Henüz öğle olmamıştı.. İşyerinde işleri yapmakla meşgûldüm.. Elele tutuşmuş iki genç girdi odamdan içeri.. Ben daha o gençleri görür görmez, duygu sağanağında ıslanmaya başlamıştım.. Bilgi almak için bir şeyler sordular.. Sakindiler, naziktiler, huzurluydular.. Yaşı en fazla 23 olan kadın hamileydi.. Her ikisinin de parmağında yüzük vardı.. Benden merak ettikleri konu hakkında bilgi alınca, yine elele çıktılar odamdan.. Pencereden onları seyrettim..  O kadar güzel bir resimdi ki.. Ama o resim sonrası, duygu sağanağı başımdan aşağıya öyle şiddetli yağmaya başladı ki..
 
Acaba, dünyada, hamile bir kadından daha güzel bir varlık var mıdır..? O kadar hayranım ki hamile kadınlara.. Her gördüğüm hamile kadına o denli âşık oluyorum ve her hamile kadını o kadar kutsal bir makama yükseltiyorum ki.. Kansız adamlar, karıları hamile kaldığı zaman, onlardan eskisi kadar verim (!) alamadığı için aldatırlar karılarını.. Güzel bulmazlar, çekici göremezler.. Oysa o kadar yanılıyorlar ki.. Dünyanın en güzel mankeni bile hamile bir kadının güzelliğinden nasibini alamamıştır..
 
Tüm gün, o genç anne adayını gördükten sonra duygu sağanağının altında dolaştım.. Kâh yağmur yağdı başımdan aşağı, kâh şimşek çaktı.. Maziye daldım, âtiye uzandım, zamanın gerçekliğinden çıkıp kendimi hâyâl aleminin sonsuzluğuna bıraktım.. Akşam saatlerinde kendimi biraz toplamıştım ki; yatsı namazında, yaşı en fazla üç veya dört olan bir çocuğun camii içinde koşturmasına, insanlara tespih dağıtmasına, babasıyla sesli sesli konuşmasına, gülümsemesine tanık oldum.. Hamile kadının başlattığı sağanak yağış, bu erkek çocuğunu gördükten sonra zirve yaptı.. Sarışın, saçı biraz uzun, kıvırcık saçlı bir çocuktu; kırmızı pantolon, kırmızı siyah renkleri karışık bir gömlek giyinmişti.. Minicik burnu, minicik yüzü vardı.. Aman Allah'ım o kadar harika bir varlıktı ki.. Saat kaç oldu, her gözümü kapattığımda o çocuk geliyor aklıma.. Camiinin içinde babasıyla camiiye gelen bir çocuğun koşturması, ses çıkarması, yaramazlık yapması, namaz kılanları taklit etmesi, gülümsemesi kadar  insanı duygulandıran, heyecanlandıran, sevindiren, hâyâllere daldıran, heves ettiren başka bir şey daha olamaz sanırım..
 
Duygu sağanağı bir kez gelip beni buldu işte.. Bugün beni benden alır.. Yarın, kendini bana hatırlatır.. Ertesi gün, hâyâllerin yerini gerçeklerin almasıyla duygu sağanağı da beni terk eder, çıkar, gider.. Yine de düşünsenize Allah âşkına; yanınızda dünyanın en güzel hamile bir kadını.. Yıllar sonra o harika kadından dünyaya gelmiş çocuğunuzla camiiye gidiyorsunuz.. Hey Allah'ım; hangi para, hangi makam, hangi arzu, bir çocuğun elinden tutup da camiiye beraber gitmenin mutluluğundan daha büyük bir mutluluk verebilir ki.. ?
 
Neyse.. Sağanağa bir yenisini daha ekleyelim de türkülerin sonsuzluğuna bırakalım kendimizi..
 
 

Yak Bir Kibrit..

Zor geliyor bazı şeyler, yalan yok..
Her gün ağzımda bir dolu kelime biriktiriyorum..
Sonra bir gülümseme sarıyor ruhumu;
türküler, şarkılar söylüyorum..
 
Geçen gün bakkala uğradım,
bir kutu kibrit aldım..
Tuhaftır; durup durup kibrit yakıyorum..
 
Zor geliyor bazı şeyler, yalan yok..
Baksana, zor gelen şeyleri dahi yazamıyorum..
 




Benim Değil..

Benim değil bu sakallı yüz.. Bu çökmüş omuzlar, çukurlaşmış gözler, yalanla bezenmiş sözler, olmadık hâyâller, kararmış bu kalp benim değil..


Ben hâlâ <Çocuk>'um.. Ben hâlâ <Çocuk>'um..
 
...Ama niye, her geçen gün kendimden biraz daha tiksiniyorum..?

Yorgun Romantik..


"Yorgun savaşçı"  
     Bu ismi, bir yerde mi okumuştum, yoksa bir film ismi miydi, belki de okuduğum kitapların birindeki cümlenin içinde geçen bir sıfatlandırmaydı; hatırlamıyorum.. Bu sıfatı birçok insandan da duymuşumdur.. Nedense insanlar kendilerini yorulmuş bir savaşçı olarak görüyorlar.. Nedense herkeste bir savaşçı ruhu var.. Ben ise, kendimi, tarih kurulduğundan beri, yorgun romantik olarak görmüşümdür..
 
     ...Evet, ne yazık ki, hiç bir erkeğe yakışmayacak kadar romantik bir karaktere sahibim.. Doğduğumda, kulağıma ezan okunurken, romantizmi yakalamış biriyim.. Günlük hayatta yaşanan her olayda, romantizmi görebilme yeteneğine sahibim.. Düğünde, cenazede, biri su içerken, güvercin kanat çırparken, sevişirken, sövüşürken ve hatta yürürken bile romantizmi yakalayabiliyorum..
 
     Zannedilmesin ki, romantik insanlar, sert, tutucu, asabi olamaz.. Sert, tutucu ve asabi olduğum kadar romantik biriyim de..




Kıskanıyorum..


İster kötü niyetli, ister mutluluğa hasret deyin.. 
Mutlu olan bütün insanları kıskanıyorum ben..




Engelliyim ve yalnızım..

     Engelleyim ve yalnızım..
 
     Bağlaç hariç, yukarıdaki iki kelimenin aynı cümlede birleşmesine aldırış etmeyin.. "Engelli olduğum için yalnızım.. " demek istemedim.. Yalnızlığımı engelli oluşuma bağlamadım.. Veya bunun tersi olarak "Yalnız olduğum için engelliyim.. " gibi bir şey de söylemek istemedim.. Tek cümlede toplanan bu iki kelime, aslında birbirinden bağımsız iki farklı cümle ve hatta iki farklı yazı konusu.. Ama ben bugün tembelim.. İki farklı yazıyı, uzun uzun yazmak yerine, iki farklı yazının konusu olan kelimeleri aynı cümlede birleştirdim hepsi bu..
 
    Engelliyim ve yalnızım.. Hem de çok yalnızım.. Hem de çok engelliyim.. Hem yalnızım, hem engelliyim.. Yalnızlığım ve engelliliğim sınır tanımaz boyuta ulaştı.. Yani diyorum ki, yalnızım.. Diyorum ki, engelliyim.. Yani diyorum ki... Demek istiyorum ki... Söylemek istediğim şu... Nasıl anlatsam...  Offf ya, engelliyim ve yalnızım işte..
 
.......................................
+ Haaa, bu arada... Çok kişi farkında değil.. Yetmişbeşmilyonluk ülkemin yetmiş milyonu bu durumu fark etmedi bile ama ben insanım.. Ben de en az onlar kadar insanım.. En azından insana çok benziyorum.. Yaratığa da benzeten olur illa ki ve bana yaratıkmışım gibi davranan da olur haliyle ama kendinizi biraz zorlarsanız insana bile benzetebilirsiniz.. Çünkü ben insanım.. Yani yaratık olsam bile en azından ben kendimi insan gibi hissediyorum.. Kafam karmakarışık.. Çünkü engelliyim.. Hem de yalnızım.. Hem de yaratığa benzememe rağmen insanım.. Esasında anlatmak istediğim şey çok farklı.. Ama kafam karışık.. Bugün, hiç, hayattan zevk alasım yok.. Hatta hayatla mücadele edesim bile yok.. Ne olur siz de söyleyin hayata, bugün, benim üzerime gelmesin..
 
     Söylemeden geçemeyeceğim.. Engelliyim ve yalnızım.. Ama yalnızlığımın engelli oluşumla bir ilgisi yok.. Engelli olmadığım için yalnız olmadığım gibi yalnız olduğum için de engelli değilim.. Yani hem engelliyim, hem yalnızım.. Yani şöyle... Neyse..
 
 

Loçkam..

Sen gelince Loçkam, ömrümdeki bütün eksiklikleri, hâyâl kırıklıklarını, beklemişliklerimi yok ediveriyorsun.. Öyle bir geliyorsun ki bana, bende olan tüm kusurları kapatıyorsun.. "Mutluluk" kelimesinin varlığını öğretiyor, hâyâl kurmanın nirvanasına ulaştırıyorsun..

Sen gelince Loçkam, küçük ellerinde dokunup da küçük varlığımı birden büyütünce, gün yüzüne hasret dünya birden aydınlanıveriyor.. Karanlıklar son buluyor, hüzünler kayboluyor, gülümsemeyi unutan çocuklar kahkaha atarak etrafımızda koşturuyor..

Sen gelince Loçkam, şiirler anlam kazanıyor, türküler ruha hitap ediyor, kitaplar güzelleşiyor, çay varlığınla anlam kazanıyor..

Sen gelince Loçkam, seninle yatağımızda uyurken, yanıbaşımızda minik bir çocuğun da uyuduğunun hâyâlini kurabiliyorum.. Sen "anne" oluyorsun, ben "baba".. "Baba" olabilmenin hâyâlini, sen gelince kurabilmek nasıl bir duygu bir bilsen Loçkam.. !

Kendini sev Loçkam.. Tüm harika özelliklerini bir kenara bırak, sırf bana hâyâl kurabildirmeyi başardığın, kendimi sevmeyi sağladığın için kendini sev Loçkam..


İzmir Beni Çağırıyor..

Bir kaç kere İzmir'e gittim ama şöyle adamakıllı hiç İzmir'de gezmişliğim yok.. Neden bilmem, bir cumartesi uçağa binip İzmir'e gidesim, bol bol gezip fotoğraflar çekesim, pazar akşamı ise otobüsle yeniden İstanbul'a dönesim var.. İzmir turu yapasım, gezesim, boyoz yiyesim var.. Yere göğe sığdıramadıkları İzmir'in inceleyesim var.. İzmir beni çağırıyor sanki.. Yine hayalde kalmazsa tabii..

Hâyâl Hırsızı Yalnız Adam..

     Yine sardı ruhumu; yalnızlık denilen illet.. Oysa ne güzel hâyâl çalıyordum kendimden..
 
-----Neden bana öyle baktın..? Yüzündeki o çizgiler de ne..? Saçların neden dağınık..?
 
     Uçabilen bir vapuru hâyâl etmişti küçük bir çocuk.. Kadıköy Moda'dan yola çıkacaktı, memlekete uğradıktan sonra bütün dünyayı görebilecek bir yüksekliğe çıkacak, oradan insanlara "Hepinizi seviyorum.. " diye bağıracak ve sonrasında Moda'ya dönecekti.. Ben, o küçük çocuğun kalbini değil ama hâyâlini çaldım.. Uçabilen bir vapur yaptım ve o vapur ile dünyayı kendim dolaştım..
 
-----Niye öyle adımların hızlıydı..? Karanlık havada yağmur yağarken, sen neden yalnız yürüyordun.. ? Yoksa bu güzel şehir, seni de mi yalnız bıraktı..? Yoksa bir <Çocuk> daha mı göz yaşını akıttı..? Niye yalnız yürüyordun, niye..? Kalbine sığdırdığın ve seni hiç yalnız bırakmayacağını söyleyen o büyük âşkın nerede..?
 
     Yine sardı ruhumu; yalnızlık denilen illet.. Oysa ne güzel hâyâl çalıyordum kendimden..
 
     Mavi bir pantolon alıp, kırmızı bir kazak giyinecek, seyrekleşmiş saçlarımı yeşile boyatıp, sarı bir şapka takacak, kahverengi botumla sokağa çıkacak ve "Hayat çok renksiz.." diye türküler söyleyecektim..
 
-----En son ne zaman türkü dinledin..? Ne zaman bir türküye eşlik ettin..? En son ne zaman gülümsedin..? Söylesene bu akşam neden yalnız gezdin..?
 
     Yine sardı ruhumu; yalnızlık denilen illet.. Oysa ne güzel hâyâl çalıyordum kendimden..
 
     Beş yaşındaki bir çocukla camiiye gidecek; o çocuk bana "Baba" derken, ben "Elhamdülillah.. ", ben "Subhanallah..", ben "Allah", ben "Allah", ben "Allah"  diyecektim..  
 


Küçük Elleri Olan Kadınlar..

Küçük elleri, ince parmakları olan kadınları seviyorum..


Çay gelince, narin ve beyaz elleriyle çaya şeker koyup, küçük ve ince parmaklarıyla kaşığı alıp karıştıran; ellerinin güzelliği yüzlerine vurmuş kadınları seviyorum..


Kapalı giyinmesini bilen, beyaz yüzünün güzelliğini, beyaz ve küçük elleriyle tamamlayan, ince ve narin parmaklarıyla karşımda kitabın sayfalarını karıştıran kadınları seviyorum..


Beraber yürürken, elini elime değdirip, o küçük elleriyle elimi tutan, ince ve narin parmaklarıyla parmaklarımın arasını kavrayan kadınların, sokakta benimle türkü söylemelerini seviyorum..


Beyaz ve pürüzsüz yüzünü, küçük ve narin elleriyle tamamlayan, benimle atiye dair hayaller kuran; "Çocuğun ismi şu olmalı.. ", "Eşyamız şu renk olmalı.. ", "Ben senin yolunu gözlemeliyim, akşamları yemek yapıp, süslenip, sana kendimi beğendirmeliyim.. " diyen kadınları seviyorum..


Küçük ve narin elleriyle, çantasından bir mektup çıkaran, "Sana söyleyemediklerimi, gece senin için yazdım..Ben yokken oku bunu.." dedikten sonra, ince ve narin parmaklarıyla mektubu bana uzatan kadınları seviyorum..


Beyaz yüzü, küçük elleri, narin ve ince parmakları olan kadınlar; hayatımıza mutluluk katıyorlar..




Öküzcük Olmanın Bir Sebebi Var..

Bugünlerde, Şehr-i İstanbul'da hava durumu gayet güzel.. Ne terletecek kadar sıcak, ne üşütecek kadar soğuk.. Bir pantolon, ince bir montla günü geçiştirebiliyorsun.. Fazla terlemediğin gibi, fazla üşümüyorsun da.. Haliyle böyle havayı bulunca, geziyorsun da geziyorsun..  

Dün, yine, işten çıkıp, kimsesizler gibi Şehr-i İstanbul'u garip garip dolaşırken, acıktığımı hissettim.. Hani bazen kola ihtiyacını hisseder ya vücudunuz; benim vücudum da nedense fena halde asitli bir içecek gereksinimi duydu.. Kendimi meşhur bir fast food zincirinin mağazasına attım.. Ben aslında Hacı Amca'ya (KFC) gitmeyi severim ama bu defa başka bir yere gittim.. ( "Nereye gittin, isim versene be adam?" diye çemkirdiğinizi duyar gibiyim ama hiç öyle çemkirmeyiniz; "Burger King" diyerek o şirketin reklamını yapmayacağım.. )

...Hamile kadınların herhangi bir şey aşermesi gibi asitli bir içecek aşerdiğimden, en yakın fast food zincirinin içine attım kendimi.. Menülere baktım, fiyatlar ortalama 15-30 lirası arası değişiyordu.. Sonra köşede bir yerde "iki istediğiniz menü 15,50 tl" mealinde bir yazı görünce, sırf ucuz ve biraz da fazla olsun diye ondan aldım.. Kasiyer kızcağız yeni yetme bir velet olduğundan, geviş getirir gibi konuşuyordu.. Ne dediğini pek anlamamakla birlikte "1 lira farkla büyük boy kola ve yine 1 lira farkla büyük boy patates ister misiniz?" gibi bir şey dediğini anladım.. Veya ben öyle dediği ile ilgili kafamda kurgu kurdum..  "Ne diyorsun kızım sen..? Dilimizi tam bilmiyor musun..? Gurbetçi bir vatandaşımız mısın..? " demektense, fazla uzatmamak için söylediklerine "Olur" dedim.. "Olur" derken, kafamı da emme basma tulumba gibi sallamayı ihmal etmedim.. Cümle kurduktan sonra işaret diliyle de söylediğimi desteklemiş oldum.. Benden 17,50 lira para aldılar.. Sonra menümü hazırlamaya başladılar.. Onlar menüyü hazırlarken, ben sağda-solda oturan hatun kızlara bakıyordum.. Akşam saat 9 olduğu için olsa gerek, hiç güzel kız yoktu etrafta.. Her neyse, yaklaşık 5 dakika sonra "Buyrun" diyerek geviş getiren kasiyer kızın sesini duydum.. Kafamı çevirip elindeki tepsiyi görünce içimden "ohaaa" dedim..  :

İki adet orta boy hamburger, iki paket büyük boy patates kızartması, 1 adet 1 litrelik kovayı andıracak şekilde kola ve yanında ketçap, mayonez, peçete vardı.. Bu tepsiyi kim görse, ister istemez "ohaaaaa" diyeceğine eminim..

Tepsiyi elime aldığımda, insanların arasından geçmeye utandım.. Bir köşeye sinerek aldıklarımı yemeye başladım.. Tabağımda yemek bırakmayı sevmediğimden, hepsini yedim, kolayı içtim.. Akşamın saat 9 olmasına aldırış etmeden, ne varsa sildim, süpürdüm.. Kendimi, 3 adet 15 tonluk mandayı, kemikleriyle birlikte yemiş gibi hissettim.. Midemi mahvettim, haliyle kendimi de mahvetmiş oldum..  

Demem o ki; birkaç ay içinde öküzcük olup 92 kiloya kadar ulaşmışsam, bir sebebi var..

................................
Yaşasın tam bağımsız Türkiye, kahrolsun Amerika; bunlar hep Amerika'nın suçu..





Daldan Dala..



Daldan dala, konudan konuya atlama zamanıdır..




+ Rabb'im nasip ederse, yaklaşık 4,5 ay sonra yeniden kız yeğen dayısı olacağım.. Ailemde kız nüfusu fazla olduğu için bu habere pek şaşırdığımı söyleyemeyeceğim tabii ki.. Doğrusu "erkek olsa fena olmaz" diyordum ama insan engelli doğunca, en baştaki şartın sağlık olduğunu çok iyi idrak ediyor.. Haliyle bebeğin kız veya erkek olmasındansa, sağlıklı olmasını umursuyor..


+ Ablalarım iki gündür alışverişe çıkıyorlar.. Doğmamış çocuğa don biçmek deyimini hayata geçirerek, hemen hemen her mağazadan üçer-beşer poşetle çıkıyorlar.. Ben, her zamanki gibi ailenin huysuz çocuğu olma görevini üstlenerek, "Ya hu daha ortada bir şey yokken, ne gerek var, ne saçmalıyorsunuz? " falan diyorum ama o mini minnacık pembeli, sarılı elbiseleri, montları, etekleri, pantolonları, ayakkabıları görünce, içim gidiyor valla.. Eşek sıpası gelse de azıcık sevsem ya.. Benim diğer yeğenler çok büyüdüler artık; sevilmeye de gelmiyorlar.. Evde yeni bir mini minnacık nefese ihtiyaç vardı doğrusu.. Gerçi ablam memlekete gidecek ama doğum için yeniden gelecek ve haliyle o güzel bebek, dünyaya gözlerini bizim yanımızda açacak.. Rabb'im sağlık versin inşallah..


+ İşler çok yoğun.. Öyle-böyle değil; cidden işler çok yoğun.. Bizim kurum yeniden yapılanmaya gitti; normal şartlar altında zaten işlerim çok yoğunken, 4 yeni işyeri bize bağlandı.. Personel sayısı iki katına çıktı.. Telefonlardan, evraklardan tam anlamıyla kafayı yeme moduna girdim.. "Sinirli olmak" deyimi artık benim için basit bir şey.. Yakında kafamı duvarlara vurarak, tımarhaneye gitmeme az kaldı..


+ İş stresinden olsa gerek; eskiden yatakta sürekli sağa-sola dönerken, şimdi dönme dolap durumundayım..  O kadar çok dönüyorum ki; kaç saat uyursam uyuyayım, sabahları hep yorgun ve uykusuz uyanıyorum..


+ Yaşlılıktan mı, boşvermişlikten mi, stresten mi bilmiyorum ama aklıma cinsellik bile gelmez oldu.. Normal şartlar altında günde yirmiüç kere sevişmeyi düşünen ben, çıplak kadın görsem "hanım kız" gözüyle bakıyorum.. En son ne zaman kendimi tatmin ettim bilmiyorum bile.. Sapık olmayı özledim ben ya.. Pipim yerinde mi, değil mi, onu bile bilmiyorum ha.. Belki çürüyüp düşmüştür de benim haberim bile yoktur.. Durum o kadar vahim yani..


+ Sadece cinsellikten soğumuş durumda değilim; diğer bazı konularda bile vahim durumdayım.. Belki inanmazsınız ama sabah işe gitmeden tuvalete girip çişimi yapıyorum; o kadar yoğunum ki, gün içinde tuvalete gitmek aklıma bile gelmiyor; ancak akşam eve gelince yeniden tuvalete giriyorum.. Geçen gün o kadar daraldım, baskı hissettim ki; tuvalete gittikten sonra tuvaletin sıkıştırdığını anca fark edebildim.. Tuvalete sıkıştığımı fark edemeyecek durumdayım, diyeyim, varın gerisini siz anlayın..


+ Kilo aldıkça alıyorum.. Evden işe, işten eve bir hayat geçirince; hayatımda hiç olmadığım kadar kilo alarak 92'ye ulaşmış bulunuyorum.. Kel ve göbekli erkek olarak Türk erkeğinin baştemsilcisi olma yolunda hızla ilerliyorum..


+ Sabah siyasetle kalkıp, akşam siyasetle günü bitiren ülkem insanının bir temsilcisi olduğumdan, siyasetten bıkmış durumdayım.. Şu tükürdüğümün referandumu hayırlısı ile bitse de kurtulsak..


+Suriyeliler'in ülkelerinde savaşmaktansa, ülkemizde sürekli sevişmeleri ve hızlı bir şekilde üremeleri ile ilgili bir kaç cümle uyduracaktım ama sevişirken yılan bile dokunmadığından, yılandan daha beter biri olmamak için susmayı tercih ediyorum..


+ Bugünlerde pek duygusal olduğum söylenemez.. Birine körkütük aşık olasım var ama doğrusu artık o durumdan da pek umurvari değilim.. Ev ile işyeri arasında yaşıyor, yaşlanıyor, Rabb'in verdiği nefesin son bulacağı günü bekliyorum işte..


+ Bazı ibadetlerimi yapmamaya başladım.. Vicdan azabı çekiyor, bundan sonra ibadetlere dört elle sarılacağımı söylüyor, ertesi gün yine aynı şekilde ibadetlerden uzak yaşıyorum.. Yalan-yanlış da olsa bir ibadet vardı elimde; Rabb'im artık beni huzuruna bile kabul etmez oldu.. İşte ben, artık bu kadarlık bir adamım işte !


+ Artık evlilik ve baba olma hayali bile kurmuyorum ama doğrusu bu ya; sevilmeye açım.. Hem de ne açlık.. Kendimi her zamankinden daha yalnız, her zamankinden daha çaresiz, her zamankinden daha muhtaç hissediyorum.. Bu hayatta fiziksel olarak açlık, fakirlik konusunda bir sıkıntı çekmedim şükür ama sevgisizlik konusunda çekebileceğim kadar sıkıntı çektim sanırım.. Sevildim, inkar edemem ama ya istediğim gibi sevilemedim ya da sevmesini istediğim insanlar tarafından sevilmedim.. Haliyle sevgiye aç geldim ve hakkınızı helal ediniz, nefesim ne zaman tükenir de geberir giderim bilmiyorum ama sevgiye aç gidiyorum..


+ Yeterince daldan dala, konudan konuya atladım sanırım.. Yeter bu kadar..






İletişim Kurmak İstemeyen İnsanoğlu..

Cümle değil  seninki; adına "cümle" deme..
Sadece cümle görünümlü bir kaç kelime..

Karşıma geçip bir kelime, bir kaç hece ile
"git" diyorsun, lafla "gitme" desen bile..









Güven Sorunu..

Herkes benim gibi mi Allah aşkına : Neden insanlara güvenmekte sorun yaşıyorum.. ? Neden karşımdaki insan, sürekli kendini anlatırken, "Büyük ihtimalle yalan söylüyor.." diye düşünüyorum içimden.. ? Biri arkadaşlık kurmak için adım atsa bile, neden kısa ve basit cümlelerle o kişiyle iletişimi ilerletmenin önüne geçiyorum..?


Ben mi sorunluyum, herkes mi böyle Allah aşkına..?




Bu Kaçıncı Kendimi Tekrar Edişim.. ?

Aslında yazacaklarımda çok farklı şeyler yok.. Yine kendimi anlatacağım.. Yine yalnız olduğumu, eksik olduğumu, kimsesiz olduğumu, garip olduğumu, salak saçma hayaller kurduğumu, her kurduğum hayal sonrasında acı bir şekilde gerçeklerin hatırlatıldığını, haddimi bilmezliğimi falan söyleyeceğim..  "Bundan sonra akıllanacağım" deyip, üç-beş gün sonra yine aynı şeyleri yazacağım..


Kaç senedir yazıyorum bilmem ama her yazdığım kendimi tekrardan ibaret.. Kendimi tekrar etmekten bıkmamış olacağım ki; her uyandığım sabah, yeniden kendimi tekrar etmek için işe koyuluyorum.. Memnun olmadığım ama sürekli tekrar ettiğim bir hayat işte.. Tuhaf..