Gelse ya Artık..

Geberip gitme zamanımız gelmedi mi daha..?




Oku.. Öğren.. Araştır.. Ölmeden Önce Öl..

Okumayı seven bir millet olduğumuz söylenemez.. Kendimize göre onlarca bahanemiz var belki ama sonuçta okumayı sevmiyoruz.. Okumayı sevmediğimiz için de başkalarının sözlerine gerektiğinden fazla itibar ediyor, kendimizden daha düzgün cümle kuran adamı baştacı ediyoruz.. Bizler, okumayı sevmediğimiz için dinimizi de okuyarak değil, görerek öğrenenlerdeniz.. Dedemiz namaz kılıyordu diye namaz kılıyoruz, ninemin oruç tutuyordu diye oruç tutuyoruz.. Neden yaptığımızı bilmeden, şekilci bir eda ile yapıyoruz yaptıklarımızı.. Namazı, namaz estetiğine (tadil-i erkan) uygun kılıyor, estetiği baş tacı ediyor ama dinimiz ne emrediyor, okuduklarımız ne anlama geliyor, pek bakmıyoruz.. Kelimeyi şahadet getirerek Müslüman olan ama kelimeyi şahadetin ne anlama geldiğini bilmeyen Müslümanlarız biz..  

Neden bilmem, kendimizden daha kültürlü olduğunu düşündüğümüz insanlara körü körüne bağlanma ve o insana tâbi olma huyu var bizde.. Merak etmiyor, irdelemiyor, soruşturmuyoruz.. Peygamberimizin bile yanlış yaptığı için uyarıldığını (Abese Suresi) okumadığımız için olsa gerek; sevdiğimiz insanların, eşimizin-dostumuzun ve hatta oy verdiğimiz siyasi parti başkanlarının yanlış yapabileceğini bir türlü kabul edemiyoruz..

"Ölmeden önce ölünüz" hadis-i şerifinde, "günahlarınızdan arınınız" mealinde bir anlam çıkacağı gibi "ölmeden kendinizi sorguya çekiniz" anlamını da çıkartabiliriz.. Peki, daha oy verdiği siyasi parti başkanının yanlış yapabileceğini düşünmeyen ve bunu asla kabul etmeyen bir insan; nasıl olur da kendini sorguya çekerek, hatasını kabul edebilir ki..?




Duygu Sağanağı..

Bu yağmur sadece benim üzerime mi yağıyor..? Bir tek ben mi görüyorum duygu sağanağını, bir tek ben mi ıslanıyorum.. ?
  ............
Henüz öğle olmamıştı.. İşyerinde işleri yapmakla meşgûldüm.. Elele tutuşmuş iki genç girdi odamdan içeri.. Ben daha o gençleri görür görmez, duygu sağanağında ıslanmaya başlamıştım.. Bilgi almak için bir şeyler sordular.. Sakindiler, naziktiler, huzurluydular.. Yaşı en fazla 23 olan kadın hamileydi.. Her ikisinin de parmağında yüzük vardı.. Benden merak ettikleri konu hakkında bilgi alınca, yine elele çıktılar odamdan.. Pencereden onları seyrettim..  O kadar güzel bir resimdi ki.. Ama o resim sonrası, duygu sağanağı başımdan aşağıya öyle şiddetli yağmaya başladı ki..
 
Acaba, dünyada, hamile bir kadından daha güzel bir varlık var mıdır..? O kadar hayranım ki hamile kadınlara.. Her gördüğüm hamile kadına o denli âşık oluyorum ve her hamile kadını o kadar kutsal bir makama yükseltiyorum ki.. Kansız adamlar, karıları hamile kaldığı zaman, onlardan eskisi kadar verim (!) alamadığı için aldatırlar karılarını.. Güzel bulmazlar, çekici göremezler.. Oysa o kadar yanılıyorlar ki.. Dünyanın en güzel mankeni bile hamile bir kadının güzelliğinden nasibini alamamıştır..
 
Tüm gün, o genç anne adayını gördükten sonra duygu sağanağının altında dolaştım.. Kâh yağmur yağdı başımdan aşağı, kâh şimşek çaktı.. Maziye daldım, âtiye uzandım, zamanın gerçekliğinden çıkıp kendimi hâyâl aleminin sonsuzluğuna bıraktım.. Akşam saatlerinde kendimi biraz toplamıştım ki; yatsı namazında, yaşı en fazla üç veya dört olan bir çocuğun camii içinde koşturmasına, insanlara tespih dağıtmasına, babasıyla sesli sesli konuşmasına, gülümsemesine tanık oldum.. Hamile kadının başlattığı sağanak yağış, bu erkek çocuğunu gördükten sonra zirve yaptı.. Sarışın, saçı biraz uzun, kıvırcık saçlı bir çocuktu; kırmızı pantolon, kırmızı siyah renkleri karışık bir gömlek giyinmişti.. Minicik burnu, minicik yüzü vardı.. Aman Allah'ım o kadar harika bir varlıktı ki.. Saat kaç oldu, her gözümü kapattığımda o çocuk geliyor aklıma.. Camiinin içinde babasıyla camiiye gelen bir çocuğun koşturması, ses çıkarması, yaramazlık yapması, namaz kılanları taklit etmesi, gülümsemesi kadar  insanı duygulandıran, heyecanlandıran, sevindiren, hâyâllere daldıran, heves ettiren başka bir şey daha olamaz sanırım..
 
Duygu sağanağı bir kez gelip beni buldu işte.. Bugün beni benden alır.. Yarın, kendini bana hatırlatır.. Ertesi gün, hâyâllerin yerini gerçeklerin almasıyla duygu sağanağı da beni terk eder, çıkar, gider.. Yine de düşünsenize Allah âşkına; yanınızda dünyanın en güzel hamile bir kadını.. Yıllar sonra o harika kadından dünyaya gelmiş çocuğunuzla camiiye gidiyorsunuz.. Hey Allah'ım; hangi para, hangi makam, hangi arzu, bir çocuğun elinden tutup da camiiye beraber gitmenin mutluluğundan daha büyük bir mutluluk verebilir ki.. ?
 
Neyse.. Sağanağa bir yenisini daha ekleyelim de türkülerin sonsuzluğuna bırakalım kendimizi..
 
 

Yak Bir Kibrit..

Zor geliyor bazı şeyler, yalan yok..
Her gün ağzımda bir dolu kelime biriktiriyorum..
Sonra bir gülümseme sarıyor ruhumu;
türküler, şarkılar söylüyorum..
 
Geçen gün bakkala uğradım,
bir kutu kibrit aldım..
Tuhaftır; durup durup kibrit yakıyorum..
 
Zor geliyor bazı şeyler, yalan yok..
Baksana, zor gelen şeyleri dahi yazamıyorum..
 




Benim Değil..

Benim değil bu sakallı yüz.. Bu çökmüş omuzlar, çukurlaşmış gözler, yalanla bezenmiş sözler, olmadık hâyâller, kararmış bu kalp benim değil..


Ben hâlâ <Çocuk>'um.. Ben hâlâ <Çocuk>'um..
 
...Ama niye, her geçen gün kendimden biraz daha tiksiniyorum..?

Yorgun Romantik..


"Yorgun savaşçı"  
     Bu ismi, bir yerde mi okumuştum, yoksa bir film ismi miydi, belki de okuduğum kitapların birindeki cümlenin içinde geçen bir sıfatlandırmaydı; hatırlamıyorum.. Bu sıfatı birçok insandan da duymuşumdur.. Nedense insanlar kendilerini yorulmuş bir savaşçı olarak görüyorlar.. Nedense herkeste bir savaşçı ruhu var.. Ben ise, kendimi, tarih kurulduğundan beri, yorgun romantik olarak görmüşümdür..
 
     ...Evet, ne yazık ki, hiç bir erkeğe yakışmayacak kadar romantik bir karaktere sahibim.. Doğduğumda, kulağıma ezan okunurken, romantizmi yakalamış biriyim.. Günlük hayatta yaşanan her olayda, romantizmi görebilme yeteneğine sahibim.. Düğünde, cenazede, biri su içerken, güvercin kanat çırparken, sevişirken, sövüşürken ve hatta yürürken bile romantizmi yakalayabiliyorum..
 
     Zannedilmesin ki, romantik insanlar, sert, tutucu, asabi olamaz.. Sert, tutucu ve asabi olduğum kadar romantik biriyim de..




Kıskanıyorum..


İster kötü niyetli, ister mutluluğa hasret deyin.. 
Mutlu olan bütün insanları kıskanıyorum ben..




Engelliyim ve yalnızım..

     Engelleyim ve yalnızım..
 
     Bağlaç hariç, yukarıdaki iki kelimenin aynı cümlede birleşmesine aldırış etmeyin.. "Engelli olduğum için yalnızım.. " demek istemedim.. Yalnızlığımı engelli oluşuma bağlamadım.. Veya bunun tersi olarak "Yalnız olduğum için engelliyim.. " gibi bir şey de söylemek istemedim.. Tek cümlede toplanan bu iki kelime, aslında birbirinden bağımsız iki farklı cümle ve hatta iki farklı yazı konusu.. Ama ben bugün tembelim.. İki farklı yazıyı, uzun uzun yazmak yerine, iki farklı yazının konusu olan kelimeleri aynı cümlede birleştirdim hepsi bu..
 
    Engelliyim ve yalnızım.. Hem de çok yalnızım.. Hem de çok engelliyim.. Hem yalnızım, hem engelliyim.. Yalnızlığım ve engelliliğim sınır tanımaz boyuta ulaştı.. Yani diyorum ki, yalnızım.. Diyorum ki, engelliyim.. Yani diyorum ki... Demek istiyorum ki... Söylemek istediğim şu... Nasıl anlatsam...  Offf ya, engelliyim ve yalnızım işte..
 
.......................................
+ Haaa, bu arada... Çok kişi farkında değil.. Yetmişbeşmilyonluk ülkemin yetmiş milyonu bu durumu fark etmedi bile ama ben insanım.. Ben de en az onlar kadar insanım.. En azından insana çok benziyorum.. Yaratığa da benzeten olur illa ki ve bana yaratıkmışım gibi davranan da olur haliyle ama kendinizi biraz zorlarsanız insana bile benzetebilirsiniz.. Çünkü ben insanım.. Yani yaratık olsam bile en azından ben kendimi insan gibi hissediyorum.. Kafam karmakarışık.. Çünkü engelliyim.. Hem de yalnızım.. Hem de yaratığa benzememe rağmen insanım.. Esasında anlatmak istediğim şey çok farklı.. Ama kafam karışık.. Bugün, hiç, hayattan zevk alasım yok.. Hatta hayatla mücadele edesim bile yok.. Ne olur siz de söyleyin hayata, bugün, benim üzerime gelmesin..
 
     Söylemeden geçemeyeceğim.. Engelliyim ve yalnızım.. Ama yalnızlığımın engelli oluşumla bir ilgisi yok.. Engelli olmadığım için yalnız olmadığım gibi yalnız olduğum için de engelli değilim.. Yani hem engelliyim, hem yalnızım.. Yani şöyle... Neyse..
 
 

Loçkam..

Sen gelince Loçkam, ömrümdeki bütün eksiklikleri, hâyâl kırıklıklarını, beklemişliklerimi yok ediveriyorsun.. Öyle bir geliyorsun ki bana, bende olan tüm kusurları kapatıyorsun.. "Mutluluk" kelimesinin varlığını öğretiyor, hâyâl kurmanın nirvanasına ulaştırıyorsun..

Sen gelince Loçkam, küçük ellerinde dokunup da küçük varlığımı birden büyütünce, gün yüzüne hasret dünya birden aydınlanıveriyor.. Karanlıklar son buluyor, hüzünler kayboluyor, gülümsemeyi unutan çocuklar kahkaha atarak etrafımızda koşturuyor..

Sen gelince Loçkam, şiirler anlam kazanıyor, türküler ruha hitap ediyor, kitaplar güzelleşiyor, çay varlığınla anlam kazanıyor..

Sen gelince Loçkam, seninle yatağımızda uyurken, yanıbaşımızda minik bir çocuğun da uyuduğunun hâyâlini kurabiliyorum.. Sen "anne" oluyorsun, ben "baba".. "Baba" olabilmenin hâyâlini, sen gelince kurabilmek nasıl bir duygu bir bilsen Loçkam.. !

Kendini sev Loçkam.. Tüm harika özelliklerini bir kenara bırak, sırf bana hâyâl kurabildirmeyi başardığın, kendimi sevmeyi sağladığın için kendini sev Loçkam..


İzmir Beni Çağırıyor..

Bir kaç kere İzmir'e gittim ama şöyle adamakıllı hiç İzmir'de gezmişliğim yok.. Neden bilmem, bir cumartesi uçağa binip İzmir'e gidesim, bol bol gezip fotoğraflar çekesim, pazar akşamı ise otobüsle yeniden İstanbul'a dönesim var.. İzmir turu yapasım, gezesim, boyoz yiyesim var.. Yere göğe sığdıramadıkları İzmir'in inceleyesim var.. İzmir beni çağırıyor sanki.. Yine hayalde kalmazsa tabii..

Hâyâl Hırsızı Yalnız Adam..

     Yine sardı ruhumu; yalnızlık denilen illet.. Oysa ne güzel hâyâl çalıyordum kendimden..
 
-----Neden bana öyle baktın..? Yüzündeki o çizgiler de ne..? Saçların neden dağınık..?
 
     Uçabilen bir vapuru hâyâl etmişti küçük bir çocuk.. Kadıköy Moda'dan yola çıkacaktı, memlekete uğradıktan sonra bütün dünyayı görebilecek bir yüksekliğe çıkacak, oradan insanlara "Hepinizi seviyorum.. " diye bağıracak ve sonrasında Moda'ya dönecekti.. Ben, o küçük çocuğun kalbini değil ama hâyâlini çaldım.. Uçabilen bir vapur yaptım ve o vapur ile dünyayı kendim dolaştım..
 
-----Niye öyle adımların hızlıydı..? Karanlık havada yağmur yağarken, sen neden yalnız yürüyordun.. ? Yoksa bu güzel şehir, seni de mi yalnız bıraktı..? Yoksa bir <Çocuk> daha mı göz yaşını akıttı..? Niye yalnız yürüyordun, niye..? Kalbine sığdırdığın ve seni hiç yalnız bırakmayacağını söyleyen o büyük âşkın nerede..?
 
     Yine sardı ruhumu; yalnızlık denilen illet.. Oysa ne güzel hâyâl çalıyordum kendimden..
 
     Mavi bir pantolon alıp, kırmızı bir kazak giyinecek, seyrekleşmiş saçlarımı yeşile boyatıp, sarı bir şapka takacak, kahverengi botumla sokağa çıkacak ve "Hayat çok renksiz.." diye türküler söyleyecektim..
 
-----En son ne zaman türkü dinledin..? Ne zaman bir türküye eşlik ettin..? En son ne zaman gülümsedin..? Söylesene bu akşam neden yalnız gezdin..?
 
     Yine sardı ruhumu; yalnızlık denilen illet.. Oysa ne güzel hâyâl çalıyordum kendimden..
 
     Beş yaşındaki bir çocukla camiiye gidecek; o çocuk bana "Baba" derken, ben "Elhamdülillah.. ", ben "Subhanallah..", ben "Allah", ben "Allah", ben "Allah"  diyecektim..