Adını Yazamayan Cümle Uydurukçusu..

     Benim, okumaya olan âşkım, okula gitmeden önce başladı..

     Her çocuk gibi okula gitmeden önce saymaya başlamıştım.. "A" harfinin güzelliğini, okula gitmeden çok önceleri öğrenmiştim.. Boş kâğıt bulup da ablamın kalemlerinden birini aşırdığımda, sürekli kendi adımı yazıyor ve 62'den tavşan yapıyordum..

     Ben, okuma-yazma bilmeyen bir annenin, ilkokulu dışarıdan bitirmiş bir babanın oğluyum.. Rahmetli halam, "Kalem tutan el, dert görmez" derdi bize.. Okur sayısı az olan sülalede, okumanın güzelliğini ve gerekliliğini öğrenerek büyütüldüm.. Gazetedeki bir yazıyı okuyamadığı için "Beni okutmadılar." diyerek ağlayan annenin, gözyaşlarını gördüm..

     Beş yaşında iken; 'cepli pantolon' giyinmek büyümek, 'okula gitmek' ise adam olmak demekti..

     Yedi yaşındaydım ve artık adam olmanın zamanı gelmişti.. Rahmeti bol olsun, halamın okul hademesi olan kocası, benim ve amcamın kızının elinden tutmuş, 'okula yazdırmak' için okul müdürünün kapısına kadar getirmişti.. O zamanlar, okul müdürü Yusuf Ziya isminde, kara bıyıklı, uzun boylu ve gözlüklü bir adamdı.. İçeri girdiğimizde, bizleri önce tepeden tırnağa kontrol etti.. Halamın eşi, amirine durumu izah edince, okul müdürü, "Bu olur, yazalım." diyerek amcamın kızını gösterdi.. Sonra bana baktı.. Çok utanmıştım ve korkuyordum..

     Amcamın kızı, okula kabul edilmişti ama bende pürüz vardı.. O zamanlar bana hiç engelli olduğum hissettirilmemişti.. Herkes, hiç bir farklılığım yokmuş gibi davranıyordu.. Ne ailem, ne akrabalarım, ne arkadaşlarım; bana hiç engelliymişim gibi davranmadılar.. Doğrusu bu ya ben de farklı olduğumu hiç düşünmüyordum.. Hatırladığım şey, sadece, ben sokağa, oynamaya gitmeden önce, annemin "Dikkat et oğlum.. Arkadaşlarından biri 'gel ben senin elini düzelteyim' derse sakın elini kimseye verme. " diye tembih cümlesi idi.. Şükür ki, çocukluğum boyunca hiç kimse, yamuk olan elimi düzeltmek istemedi..



     "Sen, kalem tutabiliyor musun? " diye sormuştu Yusuf Ziya Bey.. Cılız bir sesle "Evet.. " diyebilmiştim.. Yanına çağırdı.. Bir kalem verdi.. Boş bir kâğıt göstererek :

-- Buraya bir şeyler yaz bakalım..   dedi..

     Duraksadım.. Ne yazacağımı bilemedim.. Müdür Bey, başka şeyle ilgilenmeye başlamıştı.. Ben hâlâ ne yazacağımı düşünüyordum.. Aradan bir kaç dakika geçti..

-- Yazmayı biliyor musun ?  diye sordu..

-- Ne yazayım.. ?

-- Adını yaz bakalım..

     Altı harfli adımı, beş harfli soyadımı, kalemin de büyüklüğü ve zor kavranması sebebiyle çok ağır olarak beş dakikada anca yazabildim..

     Adımı ve soyadımı yazdıktan sonra müdüre gösterdim yazdıklarımı.. Baktı.. Biraz duraksadı.. "Peki, seni de yazalım." deyiverdi.. Yusuf Ziya Bey'in o cümlesinden sonra utangaç bir sevinç kapladı yüzümü..


     Mutlu haber evdekilere verildikten sonra okul hazırlıkları başladı.. Siyah önlük, beyaz yaka, mendiller, yeni çoraplar, okul ayakkabısı, kalemler, silgiler, kalem traşlar, farklı boy ve ebatlarda defterler ve bir çanta.. Yedi kardeştik ve tüm kardeşlerim benden büyüktü.. Hepsinin arasında bir veya iki yaş olmasına rağmen ben ile benden bir büyük ablamın arasında beş yaş fark vardı.. Bu yaş farkı sayesinde, onlar, birbirlerinin kalemi ve defteri ile idare ederken, bana her şeyin yenisi alındı..

     ...ve okula başlama günü geldi çattı.. Nasıl sevinç dolu, heyecanlı bir gündü anlatamam.. Gece heyecandan uyuyamamıştım.. Sabah, hava tam aydınlanmadan yatağımdan kalkmıştım.. Kahvaltımı yaptıktan sonra annem üzerimi giydirmiş, çantamı sırtıma takmış ve öpücüklerle beni okula uğurlamıştı.. Mahalledeki diğer kuzen ve arkadaşlarımla birlikte, halamın eşinin peşisıra okula yürüyorduk..

     Hangi sınıfa gideceğimiz gösterildi.. Nereye oturacağımız söylendi.. Şimdi anlıyorum ki, o gün okula başlayan her çocuk utangaç, sıkılgan ve korkaktı.. Birkaçının ağladığına şahit olmuştum.. Akşam, kuzenimin ağlayarak eve kaçtığını duyup da gülmüştüm hatta..

     Engelli olduğumu, başkalarından aslında çok farklı göründüğümü de okulun ilk günleri tam olarak idrak etmiştim.. Sınıf arkadaşlarımla birbirimize alışmaya başladığımızda, bana, "Senin ellerine n'oldu, ellerin neden öyle, ellerin neden yamuk..? " gibi sorular soruyorlardı.. Sorulan her soru, utanmama ve bir köşeye sinmeme sebep oluyordu.. Gelip de bunları anneme anlattığımda, "Seni Allah öyle yarattı.. " cevabını alıyordum.. Ben de böyle sorular soran arkadaşlarıma, annemin söylediğini tekrarlıyordum ama artık hep aynı sorulardan da sıkılmaya başlamıştım.. Bana bu soruları soranlara artık kızıyordum ve kızdığımı belli ediyordum.. Yatılı bir okulda, gündüzcü olarak okuduğumdan dolayı, yanında ailesi olmayan çocukları korkutmak ve sindirmek kolay oluyordu.. Hatırladığım şey, ilk zamanlar, okula gelip giderken ve teneffüs aralarında, kimse görmesin diye, elimi hep cebime soktuğumdu.. Ki bu alışkanlığım, lise sona kadar devam etti..

     Okula alışmıştım.. Diğer çocuklardan farklıydım ve bu farklılığın bilincindeydim.. Yavaş yavaş şekiller çizmeye, harfleri öğrenmeye ve nihayetinde hecelemeye başlamıştık.. Sınıf öğretmenim, Şemsettin Şenel Bey'di.. Orta boylu, zayıf, bıyıklı ve kıvırcık saçlı biriydi.. Güleryüzlüydü ama çabuk kızabiliyordu..

     Biz, bize öğretilenleri defterimizde yazmaya başladıktan on veya onbeş dakika geçtikten sonra benim ellerim acımaya başlıyordu.. O kadar sızlıyordu ki, daha fazla kalem tutamıyordum.. Bunu öğretmenime söylediğimde, ellerim ağırdığında yazmayı bırakmamı tembihliyordu.. Bu durum bir veya iki hafta devam edince, öğretmenim, babamı okula çağırmamı istedi..

     Babam, o zamanlar adı TEK olan Türkiye Elektrik Kurumu'nda memurdu.. Elektrik sayaçlarını kontrol etme işi kendisinde olduğundan, memleketimdeki herkes tanırdı babamı.. Nedense herkes, memur olarak kaldığı süre boyunca, babama, farklı bir saygı gösterirdi..



     Babama, öğretmenin kendisini çağırdığını söyledim.. Neden çağırdığını sordu ama bilmediğimi ifade ettim.. Öğretmenim çağırdıktan iki gün sonra sabah benimle beraber okula geldi.. Derse girmeden önce öğretmenimle tokalaştı.. Hatırladığım kadarıyla sıcak bir gündü.. Güneş vardı.. Gece çiğ düşmüş olacak ki, yeşilliklerin üzerinde damlacıklar oluşmuştu.. Ben, öğretmenimden utandığımdan dolayı, babamın arkasına saklanıyordum.. Hiç unutmuyorum; önce hâl-hatır sohbeti ettiler.. Sonra babam neler olduğunu sordu..

-- Adil Ağbi, <Çocuk> yazmakta sıkıntı çekiyor.. Biraz yazdıktan sonra eli ağrıyor ve kalem tutamıyor..

     Ben, bazen başımı babamın arkasından uzatıyor, öğretmenime bakıyor, sonra göz göze gelmemek için yeniden saklanıyordum.. Öğretmen devam ediyordu..

-- Ağbi, bana kalırsa, bu sene bu çocuğu okutma.. Al bunu okuldan, alışsın biraz, seneye verirsin..

     Babam, dışarıda başkalarına karşı sakin bir adamdır.. Evde ise otoriter ve gergindi.. Hatta bazen çok yaramazlık yaparsam, bana tokat attığı oluyordu.. O, ne zaman kızsa, ben hep yatağın altına saklanıyordum.. Evde, ara sıra da olsa sinirlendiğini biliyordum ama dışarıda sakin biriydi.. Yalnız öğretmenimin bu cümlelerine sinirlenmiş olacak ki, sesini yükseltti..

-- Sen ne diyorsun Hoca..? Bu çocuk okuyacak.. !

-- Ama ağbi, eli ağrıyor, dayanamıyor..

-- Alışır Hoca, alışır.. Az sabret..


     O çocuk alıştı..! Aradan zaman geçti ve diğer öğrenciler gibi hızlı ve uzun süreli yazmaya başladı.. Öğretmenim, belki halime acımış ve acı çekmeme dayanamamıştı.. Belki de kötü niyetliydi ve benimle uğraşmak istemiyordu.. Bilemem.. ! Bildiğim tek şey, okul hayatım boyunca, sadece bir kez bu olay sebebiyle okuluma gelen babam, bu sayede benim okulda kalmamı sağlamıştı..

     Çok merak ediyorum : Ya babam, öğretmene uysa ve beni okuldan alsa idi..?


     Şimdi beni duymazsınız ama...

     Beni, okula kayıt etmeden önce adımı yazmamı isteyen müdürüm.. Ben artık adımı on dakika içinde değil, bir kaç saniyede her yere yazabiliyorum..

     Beni, o sene okuldan çıkartmak isteyen öğretmenim.. Biliyor musunuz, ben artık babam sayesinde her gün yeni yeni cümleler uyduruyorum..







8 Yorum:

Sevgili kıymetlim ,kardeşim ,arkadaşım senin bir farkın var.. Senin farkın o kocaman sevgi dolu yüreğin..
Kendini tekrarlamayan özel bir kalem erbabısın da ayrıca..
ve beni ağlattığın için sana ne desem az gelir !

,,,,,,,,,,, yılmaz karakterinle en güzel zamanlara inşallah..

 

bu yazıyı kaç kez okuduysam aynı hislerle klavyeye sarıldım.yorum yapamaz halde sayfayı kapattım.çok etkileyici bir yazı bu çok...bir de annenin okuma yazma öğrenme çabalarını anlattığın yazı vardı yıllar önce...o da çok güzel ve etkileyici idi...

 

Kadife Zamanlar ;
Kardeşin kimdir, bilmiyorum ama güzel yorumun için teşekkür ederim.. Doğrusu ben genelde kendini tekrar eden biriyimdir ama eğer bir yazım yüzünden ağladıysan, bu duruma sevinirim.. Ağlatabilecek kadar birini etkilemek güzel..

 

Kelimelerle Dans ;
Yıllar önce yazıp bir köşeye atmışım işte.. Ara ara bu durumu hatırlayıp, paylaşıyorum..
Güzel yorumun için teşekkürlerimle..

 

Susuyorum Çocuk, susuyorum... Babana ise can-ı gönülden teşekkür ediyorum.

 

Hamiyet ;
Susmamak lazım.. Karşımda susanlardan korkuyorum artık..

 

O zaman çok şükür diyoruz... Şükür ki baban dinlememiş saçma öğretmenini. Şükür ki sen şimdi kalemi, cümleleri kuvvetli bir yazarsın... şükür ki okuyup iş sahibi olmuş ayaklarının üstünde durmuşsun aslanlar gibi... Engel diye karşına çıkardıkları engelleri bir bir aşmış üstesinden gelmiş yok saymış başarmışsın ne mutlu. Şükür Rabbe.

 

bir hayal kur ;
Evet, kesinlikle şükür ediyorum babamın sadece bir kez okula gelip de böyle bir karar almasına.. Rabb'e binlerce şükürler olsun..

 

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.