İstemek Güzeldir..

Bir gün hepsinin gerçekleşmesinden korkmadan,
ne çok şey istiyorsun hayattan..



Korkarım, bir gün her istediğin gerçekleşecek ve sen, "istemenin" güzelliğinden mahrum kalarak üzüleceksin..




Uçukça Nanik..


Başka güzel şeylerin çıkmasını beklerken, dudağımda yine,yeniden,her zamanki gibi uçuk çıkmış olması, hayatın bana nanik nanik yaptığının göstergesi olsa gerek..


Yeni Türkiye'nin Yeni Kelimeleri..


Kaçıncı kez Yeni Türkiye'ye giriş yaptık bilmiyorum amma, biz, seneler önce Yeni Türkiye'ye giriş yapmıştık zaten.. Herşey, birbirlerine "ahiretliğim" diye hitap eden yaşlı kadınların, bu kelimeyi terk ederek, "kankam" diye hitap etmesi ile başladı...


Yeter..



Yeter hayat.. Yeter..!
Doğduğum gün, üç numara büyük gelmeni anladım da, her geçen sene bir numara daha büyümek de nedir Allah aşkına.. !




Sen'in İçin Bir Kaç Kıl ve Bir Eşofman

    Geçen sene indirimden aldığım, evde giyinmekten zevk aldığım eşofmanın diz kısmının inceldiğini, renginin solduğunu ve yırtılmak üzere olduğunu farkettim..

     Eşofmanın, miadını doldurması sebebiyle yenisi ile değiştirmek için odama geçtim.. Eskisini açmış, yenisini bir bacağımdan geçirmiştim ki, dizlerimde eskiden bolca olan kılların olmadığını gördüm.. Şaşırdım.. Sevindim..

     Ben ki, ergenliğe girdiğim zamandan beri kıl yumağı olmuş, gorilleri aratmayacak bir hale gelmiştim.. Kolumda, bacağımda, sırtımda, hiç olmadık yerlerimde kıl çıkmıştı.. Saçlarımın ortası yoktu ama nerede ise gözlerimin içinden kıl çıkacaktı.. Dizlerimin birkaç santim altında kıl kalmaması, şaşırmama ve mutlu olmama sebep olmuştu..

     Önce yaşlandığımı düşündüm.. Öyle ya, insan tüysüz doğar, ergenlik ile birlikte tüylenir, yaşlanınca tüyler onu yeniden terk ederdi.. Boy battal boy olunca, yaş kemale erişince, kıllarımın da beni terk etmesi kadar tâbii bir durum yoktu.. İçimi bir an yaşlanmanın korkusu kaplasa da kıllardan kurtulmanın da sevincini yaşıyordum.. Neden sonra sadece diz kapağının birkaç santim altındaki kılların döküldüğünü düşününce, kılların, sürtünme dolayısı ile döküldüğünü anladım.. Ve Rabb'e şükrettim..

     Ben, bir kaç sene evvel, günahların içinde yaşarken, nereden geldiğini anlamadığım bir ışık sayesinde namaz kılmaya başlamıştım.. Yalandı, yanlıştı, ne yaptığımı bilmez bir halde Rabb'in huzurunda secdeye kapanıyordum.. Yine günahların içindeydim.. Yine asilik yapıyor, yine en olmaz zamanda Rabb'e sitem ediyordum.. Tüm pisliğimle birlikte yaşıyor ama yine secdeye kapanmak için bir zaman buluyordum..

     Yalan-yanlış-asice-günahkâr bir halde kıldığım namazlar sebebiyle, secdede iken dizlerimi yere koyuyordum.. Diz kapağımın altındaki kılların dökülmesi ve eşofmanımın incelmesi; Rabb'e şükür etmek için secdeye kapandığım sırada sürtünme sebebiyle oluşmuştu..



     Allah'ım, Sen ki, "Habibim" dediğim Hz.Muhammed (s.a.v)'i bize örnek kılmak için dünyaya teşrifini sağladın.. Sen ki, biz günahkârların her günahını, bir tövbe ile affetme müjdesini verdin.. Elimizi açtık, Sen'den aff diliyoruz..

     Bizim Efendimiz, bir eline güneşi, bir eline ayı verseler bile davasından dönmeyecek bir örnekti.. Biz ki, en küçük çıkarlarımız için davamızı sattık, davamıza ihanet ettik.. Sana, nankörlük etmede yarıştık.. Bir eline güneşi, bir eline ayı verseler bile davasından dönmeyeceğini beyan eden Peygamberi taşladık, hakaret ettik.. Sen yine de affettin, affedeceğini söyledin.. "Bana dua edin, kabul edeyim.. " dedin..

     Allah'ım, af dilemeye yüzüm yok.. Uydurduğum cümleler yalan, söylediğim sözler sahte, ettiğim yeminler beyhude.. Her türlü pisliğin içinde iken, sana binlerce kez asi olmuş iken, bu gecenin hatrına, Habibin Hazreti Muhammed Mustafa'nın (s.a.v) hatrına, bizleri affet Allah'ım.. Sana yönelen kullarından eyle.. Her an adını zikreden, her işte seninle başlayan, son nefesinde,
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh, diyerek can veren kullarından eyle.. Bizleri, sabaha, Hz.Muhammed'in (s.a.v) ümmetine yakışacak kullarından olacak şekilde uyandır.. Tüm insanlığa örnek olacak, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmeyeceği insanlardan eyle..


     Ben, bugüne kadar, ne yazık ki, Sen'in için hiç bir şeyimi feda etmiş, hiç bir zevkimden geri kalmış, nefsimin söylediği hiç bir şeyi ihmal etmiş değilim.. Namaz kılarken dökülen bir kaç tane kıl ve giyindiğim eşofmanın incelmesidir tüm yapabildiklerim.. Sen, bu iki basit şeyin hürmetine, bu günahkârı bu gece affeyle..

Anne-Baba Yatağı..



     Bizler, çok büyük bir âlemin, küçücük zerreleriyiz..
 
     Hayatı ve bizleri kontrol eden, çok büyük bir güç var.. İnanmayanlar doğa/tesadüf diyor bu güce, biz inananlar Allah diyoruz.. Ve bu büyük güç, bizim her şeyimizi kontrol ediyor.. Umudumuzu kaybettiğimiz anda, hayata yeniden sarılmamız veya başımız göğe ermişken, saniyeler sonra yerin dibine giriyor olmamız, hepsi, bu büyük gücün eseri.. Hayatta her şey hızla akıp giderken ve bizi ilgilendiren birçok şey ardı ardına yaşanırken, elimiz-kolumuz bağlı bir şekilde, biz sadece izleyen olabiliyoruz.. Kendi hayatımıza, yeri geldiğinde, karışamıyoruz, söz sahibi olamıyoruz.. Çünkü bizim irademizden çok daha büyük bir irade var.. Çünkü bizler, yazılanları oynamakla görevlendirilen küçük birer piyonuz.. Seçme hakkımız var ama seçtiklerimiz de aslında önceden plânlanmış şeyler.. Bizler, çok büyük alemin, küçücük zerreleriyiz..
 
 
     Dün gece, neden bilmem, aniden uyandım.. Saat dört idi.. İçimde büyük bir yara vardı.. Hüzün sandım ama hemen sonrasında korktuğumu hissettim.. Neden veya kimden korktuğumu bilmiyordum.. Ama korkuyordum.. ! Her insan gibi korkuyordum..
 
    Biz insanlar, irade gücü bizde olmamasına rağmen korkuyoruz.. Verdiğimiz kararlar, sevgimizden, özlemlerimizden, nefretimizden değil; korkumuzdan.. Korku, âşktan daha büyük, daha aşılmaz bir duygu.. Ki âşkta zaten korkularımızın eseri..
 
     Yatakta, az daha kaldım, uyumaya çalıştım.. Uyuyamayacağımı anlayınca, ayaklandım.. Evin içinde gezindim.. Televizyonu açtım.. Balkona çıktım.. Biçimsiz evlere baktım.. Geceye güzellik katan sokak lambalarının bulunduğu yerlere, nadir de olsa evin önünden geçen arabalara baktım.. İçimi bir ürperti kapladı.. Üşüdüm.. Üşür vaziyette birkaç dakika daha balkonda durdum.. Hızlı adımlarla içeri girdim.. Battaniyenin altına girip, televizyon seyretmeye devam ettim.. İçimdeki korku hissi azalmamıştı.. Tedirginliğim sürüyordu..
 
     Büyük irade bizi kontrol ettiğinden olsa gerek, sebebini bilmiyoruz bir çok şeyin.. Hislerimizin neden oluştuğunu, hangi duygunun hangi şartlarda bizi ziyaret edeceğini bilmiyoruz.. Bizler, büyük duygu parçasının, küçük duygu tanecikleriyiz.. Neden oluştuğumuzu bilmiyor, neler olacağını göremiyoruz..
 
    Televizyonun sesi kısıktı.. Öksürük sesi, babamın horlaması, yatak gıcırtısı, sokaktan geçen arabaların sesi, televizyonda açtığım belgesel kanalında konuşan adamın sesi; tüm sesler birbirine karışmıştı.. Ve ben her sesi ayırt edebiliyordum.. Hayat, gece vakti bile tüm hızıyla devam ediyor, ben, hızla akan hayatın seyrine yetişmeye çalışıyordum..
 
     Hepimiz birer robotuz aslında..  Duygu robutuyuz.. Yaradan, bizi yaratmadan önce duygu programlarını yüklemiş.. Bizler, tüm hayatımız boyunca, duygu programlarına hamallık yapıyoruz..
 
     Sesimi duymuş olacak ki, annem geldi salona.. Niye uyandığımı, hasta olup-olmadığımı, bir yerimin ağırıp-ağırmadığını sordu.. Uyku tutmadığını öğrenince, bir sorunumun olabileceği düşüncesi ile sorular sordu.. O da duygu hamalıydı.. Onun da tüm duygularının kaynağı korku idi.. Oğlunun bir sorunu olmasından korkuyordu.. Sırf o korku sebebiyle sıcak yatağını terk etmiş, oğlunun yanına gelmiş, sorununu öğrenmeye çabalıyordu.. Oğlu da onun gibi korkuyordu.. Gece aniden uyanmasının sebebi, içindeki korku hissiydi.. En kötüsü ise, o korku hissinin kaynağını bilmiyordu.. Korkuyor ama neden korktuğunu bilmiyordu.. Bilinmezlerin içinde olduğunu düşünmüştü balkonda.. Büyük hayatın, küçük bir zerresi olduğunu, aslında hiç de önemli olmadığını, yine de korktuğunu, neden korktuğunu bilmediğini, bilmediği için tekrar korktuğunu düşünüyordu.. O ki, âşık olduğunda bile çok korkmuştu.. Bu gece anlıyordu; âşkta korkunun eseri idi.. Âşktan korku çıkmıyor, korku âşkı doğuruyordu..
 
     Annemi teskin ettim.. Bir sorunum olmadığına ikna edip yatağına gönderdim.. İçindeki korkularla birlikte yatağına gitti.. Gitmeden önce, yiyecek-içeçek birşeyler isteyip-istemediğimi sordu.. Olumsuz cevap alınca odasına çekildi..
 
    Dakikalarca televizyona baktım.. Saat beş olmuştu.. Bir saattir, içimdeki korku hissine neden arıyordum.. Bulamamıştım, bulamıyordum.. Bulamıyor olmanın korkusunu yaşıyordum.. Uyuyabilirsem, düzeleceğimi düşündüm.. Televizyonu kapattım.. Odama doğru ayaklandım.. Yine sebebini bilmediğim bir güç, beni kendi odama değil de annemlerin odasına yönlendirdi..
 
     Küçükken de öyle olmaz mıydı zaten..? Korktuğumda, hemen annemin-babamın yanına gider, onlarla uyur, korkumu yenmeye çalışırdım.. Canavarların gelip beni öldürmesine imkân yoktu.. Annem vardı, babam vardı.. Onlar, canavarın beni almasına izin vermezlerdi.. Canavardan yine çok korkardım ama içimde annemin-babamın beni koruyacağına dair inanç ve onlara olan güvenim vardı.. Bu güven, beni huzurlu kılıyor, korkularımla yaşamayı öğretiyordu..
 
     Gece lambasının ışığı ile annemin babamın yüzlerine baktım.. İkisi de derin derin nefes alıyordu.. Babam, rüya görüyor olmalıydı ki, göz kapaklarının altından gözlerinin hızlı hızlı hareket ettiğini görüyordum.. Işığı yaktım.. Annem, aniden gözlerini açtı.. Uyumuyor veya henüz uykuya geçmişti.. Yine korkarak yüzüme baktı.. Ne olduğunu sordu.. Bir şeyimin olmadığını, kendilerine bakmak istediğimi söyledim.. Sanırım kötü bir rüya sebebiyle korktuğumu ve tek uyuyamadığımı düşünmüş olacak ki; “gel yanımıza, gel!..” diyerek, gülümser bir halde yorganı kenarı çekti.. Babam, sesleri duyarak uyandı.. Korktu.. Ne olduğunu sordu.. “Size misafirliğe geldim, kenarı kay, sakın horlama.. ” dedim.. Duraksadı.. Ne olduğunu anlamaya çalıştı.. Annemin de telkini ile kenarı kaydı..
 
    Gülümser bir halde yataklarına girdim.. Korkuyordum.. Eminim onlar da benim bu halimden korkuyorlardı.. Korkuların içinde yaşayan biz insanoğulları, en sevdiklerimizin yanında, huzur ve güven hisleri ile korkularımızı dizginlemeye ve korkularımızla yaşamaya çalışıyorduk..
 
 
 
     Benim bir babam, bir annem vardı.. En sıkıntılı anımda, benimle yataklarını paylaşacak, korkularımı yenmem için bana huzur ve güven verecek insanlar vardı.. Yanımdaydılar.. Belki de gecenin saat dördünde, beni yatağımdan uyandıran o korku, onları kaybetme korkusu idi.. Yanlarında iken bile korkuyor ama onların nefes alışlarını, en güzel şarkı bestesini dinler gibi dinliyordum.. Sabah ezanı okunana kadar yanlarında kaldım.. Hem onlar uyumadı hem ben uyumadım.. Ezan sesi odaya dolarken, ben, beni yaratana şükretmek için ayaklandım..
 
     Yataktan çıkarken, “Misafire hürmet yok ki.. Yorganın ve yatağın hepsini parsellemişler, beni de en köşeye attılar.. Düşmemek için zor tutundum.. ” diye söylendim.. Tam odadan çıkarken, babam da anneme bakarak ve  aslında bana duyurarak bir şeyler söylemeye başladı.. :
 
  Görüyorsun de mi gari..? Hem neredeyse 40 yaşına gelmiş it oğlu iti yatağımıza alıyoz hem de laf işitiyoz.. Öküz gibi olmuş.. Eni uzunu bir olmuş.. Yatakta bizi ezdi, yine de bize laf söyledi.. Bi de horladığımı söyledi eşek sıpası, ben, hayatta horlamam yav.. İftira atıyor, beni çekemiyor..
 
     Canım annem, alaylı bir şekilde babamı doğruladı.. :
 
--  He Adil he, sen hayatta horlamazsın.. Sabahlara kadar horlayan benim zaten..
--  Heee, doğrudur sensin.. Senin yüzünden uyuyamıyom zaten.. Kırkbeş senedir uykuya hasret kaldım..
 
 
 
     Ben, kırkbeş senedir uykuya hasret kalmış (!) babanın, evlatlarının kölesi olmuş annenin, küçük ve korkak oğullarıyım.. Büyük bir âlemin, küçük bir zerresiyim.. Korkuların, tüm duyguların kaynağı olduğunu düşünen, otuzüç yaşına birkaç ay kala bile güveni ve huzuru, annesinin-babasının yatağında bulan biriyim.. Ben, biraz senim, sen, biraz bensin..
 



Yorganım Sen Ol..


İsterdim ki, benim yorganım sen ol.. Her gece sana sarılayım, sana sokulayım, tenin tenime değsin.. İsterdim ki, sen sarıp sarmala beni.. Sen koru soğuktan, hastalıktan..

...Olmadı.. ! Zaten benim istediklerim ne zaman oldu ki..? Şükürler olsun, ne zaman bir şeyi istesem, o şey olmuyor.. Hayatım boyu böyle oldu, zannedersem bundan sonra da böyle olmaya devam edecek..


...
Kim derdi ki; gece sarılarak uyuduğum yorgan, bu denli hüzünlü olmama sebep olacak..? Oluyor işte.. İnsanoğlu, bardağın boş tarafını görmeyi adet edinsin yeter ki; bir yorgandan bile hüzünlenmek için bir sebep bulabiliyor..

...
Kendime hiç güvenim kalmadı, biliyor musun..? Üç-beş olay, o kadar güvenimi bitirdi ki, yeni adımlar atmaya yönelik içimde güç bulamıyorum.. "Nasıl olsa, yine aynı şeyler olacak" diyerek, en baştan vazgeçiyorum.. Adım atmaya korkar oldum.. Son iki senedir, en büyük eksikliğim de özgüvenimi yitirmiş olmak zaten.. Yeniden toparlanabilmeyi o kadar çok isterdim ki.. Rabb'im bana özgüven nasip etsin inşallah..

...
Bir yorgan ve göğse kondurulan bir buse.. Hâyâl evet ama o denli güzel bir hâyâl ki.. Ayrıca o kadar etkili ki; durduk yere hüzün bulutlarını tepene toplayabiliyor..



Denizkızı ile..

Kadıköy'den Eminönü'ne
geçerken vapur ile
atlayıversem denize.
Dipsiz suyun içinde
sabaha kadar sevişsem
bir deniz kızı ile..
 
Yanımızdan geçen balıklar
utanır bir halde
gülse rezilliğimize..
En büyük orgazmı tatsak suyun içinde..
Bir kere.. Beş kere.. On kere..
 
 

Adresim Hep Aynı..


Şimdi git hâyâllerinin peşine..
Herşeyini yitirdiğin gün ben burdayım.. Korkma, herşeyini yitirip de yanıma geldiğin gün, yine gülümseyeceğim, yine ilgi göstereceğim, yine sıcak davranacağım sana.. Sen, bak hayatına.. Benim adresim hep aynı nasılsa..
 
 
 
 

Kapalı Ruh..


Şehr-i İstanbul'un havası kapalı; ruhum gibi.. Bugün, ne uydurduğum cümleler ne de türküler aydınlatabilir ruhumu..




Daldan Dala..


Daldan dala atlama zamanı geldi..

+ Öncelikle belirtmem gereken bir durum var : son 10 gündür, kendimi çok yalnız hissediyorum.. Kendimi bildim bileli yalnız hissederim ama son 10 gündür, baş edemediğim bir yalnızlık çukurundayım.. Allah hayırlar versin, bu durumum hiç hoşuma gitmiyor..

+ Allah'tan uzaklaşan insanlar, kendilerini yalnız hissederlermiş.. Benim yalnızlığım da sanırım Allah'tan uzaklaşmış olmam sebebiyledir.. Son birkaç aydır, günah çukurunda, nefes almaya çalışıyorum.. Kurtuluşu biliyorum ama kurtuluş için irade gösteremiyorum..

+ Muharrem ayı sebebiyle bol bol aşure yedim.. Eskiden sevmezdim aşure, şimdi ise bayılıyorum..

+ Çok kilo aldım..Hem de çok.. 90 kiloya yaklaşmış minik bir öküzcük oldum..

+ Şehr-i İstanbul'da hava çok güzel son 10 gündür.. Tadına doyamıyorum şehrimin..

+ Nedense, işyerinde, işlerim öyle çok yoğun değil.. Haliyle boş boş oturmaya, tembellik etmeye, internette gezinmeye alıştım.. Ancak bu durumun olumsuz yönleri de var; internetten alışveriş yapıyorum, dolayısıyla fazla para harcıyorum..

+ Ardahanlı olmama rağmen iki veya üç senedir kaz eti yemiyorum.. Canım çok çekiyor.. Ardahanlı olup da kaz eti yememek, bizim oralarda ayıp sayılır.. Ben iki veya üç senedir, ayıp işliyorum..

+ Son zamanlarda sürekli fotoğraf çekiliyorum.. Arkadaş her fotoğraf iğrenç olur mu ya hu! Neden hiç fotojenik değilim, neden bu kadar çirkin biriyim, diye sorgulayacak değilim tabii ki ama insan bir nebze yakışıklı olmak istiyor..

+ Eğer olağanüstü bir durum olmazsa, ölüm, düğün, hastalık gibi bir durumla karşılaşmazsam, iki veya üç sene içinde, kredili evimin borcunu bitireceğim inşallah.. Sabırsızlıkla bu durumu bekliyorum, desem yeridir..

+ Öyle işte..


Sen-Siz..


Yazarken, birine hitap etmem gerektiğinde, "sen" derdim.. Meğer "sen" kelimesi önemli imiş.. Herkese söylenmez imiş.. Bu sebeple "sen"den "siz"e dönmem gerektiğini anladım..


Aşkım, Bana Şarkı Söyler Misin..?



     "Aşkım, bana bu akşam yine şarkı söyler misin?" diye ses duydum, tranvayda karşımda oturan esmer kızdan..
 
     Eminönü'nden tranvaya binmiş, Zeytinburnu'na doru yol almaktaydım.. Uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyordum.. Gözlerim uyuma yanlısıydı, aklım düşünme.. Ben, hem gözlerimi mutlu ediyordum hem aklımı..
 
     Nereden bindiler, bilmiyorum.. Gülhane olabilir veya Sultanahmet.. Üniversite öğrencisi oldukları her hallerinden belli olan iki kız, bindi tranvaya ve tam karşımda ayakta durdular.. Kendi aralarında konuşuyorlar, gülüyorlar, her genç gibi hayatın tadını çıkarıyorlardı.. Her ikisinin de giyinişi aynı tarzda idi.. Metalci ile Rock müzik seven insanların giyiniş tarzını yakalamışlar, siyah ağırlıklı giysiler ile boy gösteriyorlardı.. Ellerinde kitaplar, omuzlarından aşağılara sarkan çantalar vardı.. Her ikisi de uzun, düz  saçlı, her ikisi de mont yerine ceketi tercih etmişlerdi.. İkisi de güzeldi.. İkisini de çirkin gösteren tek şey, beyaz yüzleri ile tezat oluştururcasına dudaklarına sürdükleri kıpkırmızı ruj idi..
 
     Ben, onlar ayakta konuşurken, gözlerimi mutlu etme derdine düştüm ve göz kapaklarımı aşağılara bırakıverdim.. Birkaç durak sonra uyandığımda, kızlar karşıma geçmişler ve oturuyordular.. Biri telefonu aldı eline ve "Aşkım, neredesin, ne zaman geliyorsun?" diye kadınlara özgü tarzda ve aslında her erkeğin az da olsa sevdiği soruları sordu.. Sonrasında "Aşkım, bana bu akşam yine şarkı söyler misin?" deyiverdi.. Ve bu soru cümlesi ile benim uykulu halime son verdi..
 
     Cümleden sonra o iki üniversite öğrencisi kayboldu gözümde.. Artık sadece cümlenin etkisi kalmıştı bende.. Ne kızların beyaz yüzlerine renk veren kırmızı rujlarla ilgileniyordum ne de diğer insanları inceleme derdinde idim.. Ben artık bir cümlenin esiri idim..
 
     Bir cümle ile hayatımdaki herkesi çıkarmak istedim yine.. Bana "aşkım" diye hitap etmeyen, birkez olsun benden şarkı söylememi istemeyen insanlardan uzaklaşmak, yeniden yalnızlığıma ve hüzünlerime dönmek, duvarların arkasında bir hayat sürmek istiyordum.. Ben, yeniden bir cümle ile birkaç ay önceki hayatıma dönmek istiyordum..
 
     İlgi gösterdiğim kız tarafından reddedilme sorunumun olmadığı, reddedilmeyi baştan kabullenmiş biri olmak istiyordum.. Elimi uzatabileceğim kimse olsun istemiyordum, elimi uzattığımda, elini geri çeken kimse olmasın hayatımda.. Benim âtiye dair umutlanmama vesile olan kim varsa çıksın istedim hayatımdan.. Bir cümle ile herkesten kaçmak, bir cümle ile yeniden kendime dönmek istedim.. "Aşkım, bana bu akşam yeniden şarkı söyler misin?"
 
     Kendime güvenim kalmadı benim.. Bir cümle yüzünden, sevdiğim herkesi hayatımdan çıkarabilecek kadar gözüm dönüyorsa ve kendimi kaybediyorsam eğer, bir cümle yüzünden âtime olan bakışım karamsarlaşıyorsa; ileride, yine buna benzer bir cümle ile faaliyete geçebileceğim ve hayatımda olan kim varsa çıkarabileceğim gerçeği ile yüzleşince kaybettim güvenimi kendime..
 
     Bu sefer sadece düşüncede kaldı.. Ve sarıldım telefona, mesaj çektim hayattan kopmamak için.. Ya yarın.. ?
 
    

Hayaller..



Kibrit çöpünün alevi gibi.. Hemen bitiveriyor.. Hemen bitince, yenisini yakmaya cesaret edemiyorsun.. Kabuğuna çekiliyorsun.. Zamanla bir bakıyorsun, özgüvensiz biri olmuş çıkmışsın..


...Hani Rabb, hayal kurmadan yaşanabilir bir ülke yaratsa, milli kimliğimi bir kenara bırakır, bu ülkenin ilk vatandaşı ben olurum..

Halı Doku Ki Evde Kalmayasın..

   
Yemeyip-içmeyip insanları bilgilendirmekten vazgeçmeyen, benden başka, kaç insan var ki bu Dünya'da.. ? Kendimi hemen övmeye başladığımın farkındayım ama aşağıda vereceğim bilgiler yüzünden, övülmeyi hak ettiğimi düşündüm, kendi işini kendi yapan biri olarak, kimsenin beni övmesini beklemeden, kendi kendimi övmüş oldum.. Hem sayfa benim değil mi ya hu! İster överim, ister küfrederim..

Neyse...
 
     Biliyor musunuz, yörük kadınlarının evlenme zamanının gelmesi yaptıkları kilim ve halı ile anlaşılıyormuş.. Bir kadın ne zaman ki büyük bir halı dokurmuş o zaman evlenme zamanı gelmiştir demekmiş..
 
     Bu bilgiyi herkes söylemez.. Bunu bir ben söylerim bir de bu bilgiyi öğrendiğim televizyon kanalı.. Hâlâ yörük kadınları kalmışsa, hâlâ göçmen olarak yaşıyorlarsa ne kötü onlar için.. İşin yoksa bir adam için saatlerce ip'e şekil ver dur.. Neymiş efendim, halıyı bitirecekmiş de bir adam bunun evlenme zamanı geldiğini anlayacakmış da hayırlısıyla dünya evine girecekmiş.. El becerisi olmayan kadınlar ne yapıyordu acaba ? Düşünsenize altmış yaşına gelmiş harıl harıl halı dokumaya, kilim üretmeye çalışıyor:) Yok yani o saatten sonra Dünya şaheseri halı yapsan ne olur ki ?
 
     Ben bu geleneğin neden ileri geldiğini anlamadım doğrusu.. Büyüdüğünü, olgunlaştığını, bir evin ihtiyacını karşılayabilecek seviyeye ulaştığını göstermek için halı dokumana ne gerek var ki ? Ben bir kadına şöyle bir bakış atayım, büyüyüp büyümediğini şıppadak (bu nasıl kelime yahu.. ) anlarım.. Hem evlilik için halıya gerek yok, yatağa gerek var, diyeceğim ama adım sapığa çıkmış diye ses edemiyorum..
 
     İlkokuldayken bu yüzden mi bize halı dokutturuyorlardı acaba ? Gerçi yörükler sadece kadınlara dokutturuyormuş, okul yönetimi ise kadın-erkek ayırt etmeden herkese dokutturdu.. Şimdi aklıma geldi de iyi halı dokuyan herkes evlendi yahu.. Ben de bu işlerden anlamadığımdan amcamın kızına dokutturmuştum.. Bak o bile evlendi.. Hay aksi yahu.. Niye evde kaldığımı anladım.. Anaaaaa.. Yıllar sonra farkettim bunu.. İlkokulda bana şans vermişler meğer evlenmek için ama ben halıyı dokumadığım için kısmetimi tepmişim.. Okul yönetiminin verdiği kısmeti kendi ellerimle amcamın kızına verdim..Onun da Allah bağışlasın üç çocuğu var şimdi.. Hay eşek kafa.. İki-üç iplik, kısmetimi kapattı yahu..
 
     Her neyse.. Diyeceğim odur ki ; evde kalmak istemiyor musun ? Hemen halı dokumaya başla.. *
..........................................................................

* 21 Nisan 2006 tarihli yazı..

Televizyonsuz/Bilgisayarsız Ev İstiyorum..

Yorgunluk..
Atalet..
Bıkkınlık..
Boşvermişlik..
Sinir..
Kıskançlık..
Nemelazımcılık..
Kırılganlık..
Hüzün..
 
     Yukarıda saydığım o kelimelerin hepsi üzerime oturmuş olduğundan ve ben altta can çekiştiğimden, televizyon denilen aleti kimin, ne amaçla icat ettiğini araştıracak durumda değilim.. Ama kannımca televizyon, insanların eğlenceli vakit geçirmesi, sıkıntılarını unutması ve buna benzer güzel durumlar için icat edilmiştir..
 
     Peki, bu kadar güzel düşüncelerle için icat edilen televizyon, nasıl olur da bizi esir alır ve gözyaşları içinde kalmamıza, rolünü yapan insanlara lanet okumamıza sebep olur ? Nasıl olur da küçücük bir kutu, hayatımızı yönlendirebilecek, bizi çevremizden soyutlaştıracak bir duruma gelir ?
 
     İlk önce tespiti doğru yapmalıyız.. Televizyon, boş zamanın değerlendirilmesine mi yardımcı olur, yoksa dolu olan zamanın boş olarak geçirilmesine mi ? Neden, mazide olduğu gibi ailemiz veya komşularımız bize yetebilecekken, televizyon ailemizin ve komşularımızın yerini alabiliyor ? Neden televizyon yalnızlığımıza istinat oluyor ?
 
     Yukarıdaki sorular, bizlere, televizyonun hayatımızın neresinde olduğunu gösterecektir.. Ben, televizyona değil ama televizyonun daha gelişmiş ve daha emparyalist hali olan bilgisayara bağımlıyım.. Bu bilgisayar bağımlılığı sebebiyle hayatı kaçırdığımı itiraf etmeliyim.. Hayata yeni bir başlangıç yapmak istediğimde, yapacağım ilk iş, bilgisayar ve televizyonu hayatımdan çıkarmak olacak.. Bu sebeple, bir deli kız bulur da evlilik için kandırabilirsem, kandırmam gereken diğer şey de evimizde televizyon veya bilgisayarın olmaması, sadece radyonun olması, illa televizyon olacaksa da 37 ekran küçük ve zevk vermeyen bir televizyonun olması yönünde olacak..
 
     Bu düşüncelerimi, bir sohbet sırasında, arkadaşlarımla paylaşmış, ancak büyük bir direniş ile karşılaşmıştım.. Söylediğim iki kişi ve onlara ilaveten ara sıra sohbete ortak olan güzel ruhlu bir başka kişi,  bunun olanaksız olduğunu söyleyip, eşimin illa ki televizyon isteyeceğini dile getirdiler.. Sonrasında konu nasıl oldu bilmiyorum, güven konusuna kadar geldi.. "Sen eşine güvenmiyor musun da evinde bilgisayarın olmasını ve eşinin internette sohbet etmesini istemiyorsun ? " diyerek tepkilerini dile getirdiler..
 
     Benim söylemek istediğim, televizyonun ve bilgisayarın bir evi ve evliliği olumsuz etkilediğidir.. Birbiriyle sohbet etmektense, televizyona bakan, hayatlarını paylaşmaktansa, televizyondaki diğer insanların hayatını paylaşan evli çiftlerin yeterince evlilik doyumuna ulaşacağını düşünmüyorum..
 
     Televizyon veya bilgisayar hayatımızı o denli yönetiyor ki, televizyonsuz ev düşünülemiyor.. Ama bir düşünsek ve uygulamaya koysak sonrasında biraz sabretsek ve televizyonsuzluğa alışsak o kadar güzel olacak ki.. Eşinle sohbet edersin, kitap-gazete okursun, bulmaca çözersin, satranç oynarsın, kavga eder birbirini yersin, sabaha kadar sevişirsin, misafir davet eder, onlara gerektiği gibi ilgi gösterebilir ve içinden "gitseler de bilgisayara/televizyona baksam" demezsin..
 
     Bunun için bilgisayarsız ve televizyonsuz bir hayatı düşünmek ve ona göre düzenlemeler yapmak gerekir.. Biraz kararlılık ve sabır ile hayatımızı esir alan kutucuklardan kurtulabiliriz aslında.. Ben, şimdi cesaret edip de bu söylediklerimi uygulayamıyorum ama yeni bir hayata başladığımda ve kendimden çok düşünebileceğim bir insanın hayatıma girmesi ile bu durumu kendisine anlatıp, en azından denemek için mühlet isteyeceğim..
 
     Bir kutuyla değil de, sevdiğimle vakit geçirmenin daha güzel olacağını düşünüyorum..
 
 

Sen Sabrımsın..

   

     Sus, birşey söyleme..
 
     Bırak bu sefer ben konuşayım.. Bu sefer sen sadece sus, sadece beni dinle.. Hazır taşıyorken içimdeki hisler, bırak dışarı çıkarabileyim.. Sus, birşey söyleme.. Bırak bu sefer ben konuşayım.. Hazır bulabilmişken yüzünü, bırak gözlerine bakarak duygularımı dile getirebileyim..
 
     Ben toprak damlı bir evde doğdum.. Bir annem, bir babam, bir ağabeyim ve beş ablamdan sonra soğuk bir kış gününde açtım gözlerimi.. Ardahan'da, kara kış hükmünü sürerken, devlet memuru babam, evi ısıtmak için yakacak ve güzel bir âti hazırlamak için çocuklarının derdine düşmüşken, ailem en zor günlerini yaşarken çıkagelmişim ansızın.. Soğuğu, yokluğu, bir çikolatayı üçe bölmeyi doğduğum zaman öğrendim ben.. Zorluklar içinde yaşamayı ve zorluklara rağmen aileye tutunmayı doğduğum gün öğrendim ben.. İstediğim bir oyuncak olduğunda "sabretmem gerektiğini" söylediler.. Muz istediğimde "sabretmemi" tavsiye ettiler.. Ben de istiyordum, iki tane cebi olan bir pantolon.. Ben de istiyordum, su geçirmeyen ayakkabı, futbol topu, bisiklet.. Hep "sabret" dediler bana, hep "sabret"..
 
     Ben, sabretmeyi bilirim.. Sabretmek, benim, en iyi bildiğim mesleğim.. Seni tanıdığım günden beri sabrettim.. Emin ol, ben yine sabrederim.. Ben yine yüzsüzlük eder telefon açarım.. Ben yine "rahatsız etme" dediğinde, sana ulaşmak için uğraşırım.. Ben yine seni özleyerek uyanırım sabahlara.. Ben yine akşam senin için dua ederek uyurum.. Ben yine sabrederim, senin bana tüm yaptıklarına..
 
     Şimdi karşıma geçmiş, gözlerini gözlerime dikmiş, sözümün bitmesini ve imkânsızlığın ne olduğunu sert cümlelerle söyleyeceksin bana.. Ben yine sana hak vereceğim.. Ben yine "haklısın, seni rahatsız etmem" diyeceğim.. Sonra zorlukla bir gün sus-pus oturacağım.. Kalbime "imkânsızlıklardan" bahsedeceğim.. Artık "kendime gelmemi" söyleyeceğim.. Tüm bu koşullandırmalardan sonra yine dayanamayıp ikinci gün yeniden seni "rahatsız" edeceğim..
 
     Ben, ne zaman sabırsızlanıp seni kırmaya başlasam, doğduğum gün, toprak damlı evimizde, bana söylenilenler gelecek aklıma ve sabredeceğim.. Her umutsuzlukta "biraz daha sabret, biraz daha" diyecek içimdeki ses.. Ve ben biraz daha sabredeceğim.. Ama biliyor musun, sokağa her çıktığımda, elele gezen bir çift gördüğümde, "sabır" denilen kelime yok oluyor bende.. Ve ben her sabah gözlerimi senin için açtığımda yeniden sabır yüklüyorum, sabır yüklenilen uzvuma..
 
     Şimdi sen konuş.. Ve bana "imkânsızlıklardan" bahset.. "Asla" de, "olmaz" de.. Kır, her akşam kırdığın gibi yeniden umudumu.. Cesaretin varsa birkez olsun kalbime bahsetsene, "asla" kelimesinin ne demek olduğunu..
 
 

Hâyâlimin Şehri; Masmavi..


...Bu sabah uyanınca, daha Şehr-i İstanbul'da havanın masmavi olduğunu görmeden önce, güneşler açmıştı kalbimde.. Bir güzel hâyâlle uyandım.. Yataktan çıkarken o hâyâlin alnına, minik bir buse koydum..

Meğer ne çok ihtiyacım varmış yeniden hâyâl kurmaya..


Aşure Gibi..


Ne tuhaf bir gün.. Aynı anda hem ağlamak istiyorsun, hem gülmek.. Hem bağıra-çağıra türküler söylemek istiyorsun, hem sessizce bir köşeye sinmek..

Aşure görüntüsündeyim; hüzün, neşe, mutluluk, yeis, keder; herşeyim var.. Gel gör ki; bir türlü aşure gibi tatlı olamıyorum.. Belli ki eksik birşeyler var..