Susamıştım ve Seni Buldum..

 
                                                                                                         Susamıştım
                                                                                                                          ve
                                                                                                                             seni buldum..
 
Birçok insan için sıradan bir perşembe günü idi.. Kadıköy kalabalıktı.. İnsanlar koştururcasına yürüyorlar, havanın soğuk olması sebebiyle sıcacık evlerine gitmeye çabalıyorlardı.. Her akşam olduğu gibi adı konulmayan bir telaş vardı..
 
Yanımdaydın.. Soğuktan korunmak için ne lazımsa onu yapmış ve giyinebildiğin kadar giyinmiştin.. Bere, atkı, kazak, mont... Su geçirmez botların ile yanından koşturarak geçen insanların aksine, ağır adımlarla yürüyordun.. Sessizdin.. Atkıyı burnunu kadar çekmiş, sadece gözlerin görünür bir şekilde, ellerin cebinde, yere bakarak yürüyordun.. Ben de yanında, tıpkı senin gibi ellerim cebimde, sessizce ilerliyordum..
 
Her ikimiz de yalnızdık.. Konuşmuyorduk.. Telaşlı insanların gürültüsünün aksine, biz, yalnızlığın sessizliğini ve kimsesizliğini yaşıyorduk.. Kalabalıkta, birbirini bulmuş, sessiz ve yalnız iki insandık.. Bir perşembe günüydü ve biz öylesine yürüyorduk..

 
 
Haldun Taner Tiyatrosu'nun Kadıköy İskelesi'ne bakan tarafındaki büfelerin önünde buluşalı onbeş dakika kadar olmuştu.. Bir dakika kadar sohbet ettik, geriye kalan dakikalarda, kalabalığın içindeki her yalnız insan gibi sessizce yürümeye başladık.. Kalabalıktan olsa gerek, ara sıra bana temas ediyordun; ben, daha rahat yürümen için bir adım yana kayıyordum.. Sen, yalnız yürüyordun; ben, seninle yalnızlığı paylaşıyordum..
 
Epeyce yürüdükten sonra senin de dayanılmayacak boyutta üşüdüğünü görerek, Yapı Kredi Bankası ile camii arasında kalan, Seyidoğlu Baklavacısı'nda, bir çay içmeyi ve künefe yemeyi teklif ettim.. Sessizce ve pek de önemsemiyormışçasına "Peki" dedin..
 
Künefemizi yer,  çayımızı içerken, mümkün olduğunca az göz göze geldik.. Daha önceki buluşmalarımızın aksine mümkün olduğunca az sohbet ediyor, ses çıkarmamaya, esas sohbeti içimizden, kendimizle yapmaya çalışıyorduk..
 
Yarım saat kadar oturduktan sonra, epeyce bir sessizliğin ardından, "Kalkalım mı?" diye sordun.. Bu sefer ben, tıpkı senin az önce yaptığın gibi sessizce ve pek de önemsemiyormuşçasına "Peki.." dedim.. Ayaklandık, montlarımızı giyindik.. Çıkışta, kasada duran adamla yüz yüze geldin ve hesabı ödemek için elini cebine attın.. Ben hemen önüne geçtim, seni kibarca itekledim ve elimi cebime atıp cüzdanı çıkardım.. Sen bozulurmuşçasına bana baktın, ben sadece "şşşşş.." dedim..
 
...........................................
Biliyor musun, küçükken, cepli pantolon almıyordu annem bana.. Rahat olsun diye kemerli değil de lastikli pantolon alıyordu ve o pantolonların cepleri yoktu.. Oysa ben hep cepli pantolon istiyordum.. O yaşlarda, bende, cepli pantolonları hep büyük adamların giyindiği izlenimi vardı.. Ben de cepli pantolon giyinerek büyük adam olmak istiyordum.. Hiç unutmam; ilk cepli pantolonum, ilkokula başladığım gün alınmıştı.. Benim için ne kadar büyük bir mutluluktu anlatamam.. Hem okula gidecek olmam hem de cepli pantolonumun olması, artık büyük bir adam olduğumun tescili idi benim için.. Şimdi tüm pantolonlarım cepli ama ben cüzdanı, pantolonun değil, montumun cebine koyuyorum..
...........................................
 
"Biraz, deniz kenarında yürüyelim mi?" dedin, gözlerini gözlerime değdirmeden.. Gözlerini gözlerimden kaçırıyor olman, uzun süreli sessizliğin, daha tenha bir yerde görüşme isteğin; kalbimin hızlı atmasına, uzun zaman sonra korku hissinin beni ele geçirmesine sebep oldu..
 
Yürümeye başladık.. Beşiktaş İskelesi'nin önünden geçerek, sarı renkli büyük balonun ve İDO'ya ait deniz vapurları iskelesinin yanından, deniz kenarına doğru ilerledik sessizce.. Bu yürüyüş için geçen on dakikalık süre içerisinde, iki çiçekçi kadın kesti önümüzü.. Eline zorla çiçek vermeye çalışıp, bana "Ağbi bu güzel ablama bir çiçek al" mealinde cümleler kurdular.. Ben sessizdim, sen farklı zaman dilimlerinde her ikisine de sert bir şekilde "İstemiyorum" dedin.. O kadar serttin ki; tüm ruhumu ele geçiren korku hissi, katlanarak arttı..
 
..........................................
Korkmak, ne tuhaf bir his değil mi..? Ardahan'da iken çok korkardım ben.. Tuhaf korkularım vardı.. Karanlıkta sokakta dolaşmaktan korkmazdım ama yalnız uyumaya korkardım.. Bu korkunun neden ileri geldiğini de hiç bir zaman öğrenemedim.. Canım anacığım, önce benimle yatar, beni uyuttuktan sonra kendi yatağına geçerdi.. Bu durum, ben liseye başlayana kadar devam etti.. Nedense sadece yalnız yatmaktan korkuyordum.. Ve bu durumun kimse tarafından bilinmemesi için evdekilere baskı yapıyordum.. Duyulursa rezil olabilirdim.. Karanlık sokaklarda tek yürüyebiliyor, rezil olmayı düşünebiliyordum ama yalnız yatmaya korkuyordum..
........................................
 
Küçükken, yalnız yatmaktan ne kadar korkuyorsam, seninle deniz kenarına doğru yürürken o kadar çok korkuyordum.. Bu yürüyüş ve sessizlik, birbirinden farklı iki olaya gebe olabilirdi : Ya benimle bir daha hiç görüşemeyeceğini uygun dille anlatacaktın ya da bana sarılacak ve bensiz olamayacağını söyleyecektin..
 
Deniz kenarından, Moda Sahili'ne doğru epeyce bir yürüdükten ve burada da bir çiçekçi kadın belasını atlattıktan sonra durdun.. Nihayet gözlerime baktın.. Birkaç saniye sessizce baktın.. Öyle güzel baktın ki.. Ruhumu ele geçiren korku hissi, yerini sevgiye, mutluluğa bıraktı.. Bana doğru bir adım attın.. Soğuk ama ay ışığının insanların yüzlerini aydınlattığı o yerde, gözlerinin içinde kendimi gördüm.. Sıcak nefesin, dudaklarıma değmeye başladı.. Daha fazla dayanamadım ve dudaklarından öpmeye başladım..
 
.........................................
Biliyor musun, yazarken ve konuşurken, sürekli sapıklığımdan bahsederim ama benim sapıklığım, beceriksiz bir sapıklık esasında.. Ne doğru dürüst öpüşmekten anlıyorum ne de sevişmekten.. Öpüşüp de zevk aldığım hiç bir kadın olmadı şimdiye kadar.. Hep birşeylerin eksik olduğunu hissettim.. Bu eksikliğin partnerlerimden değil de benden kaynaklandığını düşündüm hep.. Sürekli ağzım mı kokuyordu, öpüşürken ısırıyor muydum, dudaklarımı kullanırken kalbimde değil de cinsel düşüncelerimle mi hareket ediyordum bilmiyorum ama öpüşürken hiç zevk aldığımı hatırlamıyorum.. Keza sevişirken de öyle.. Evet boşalıyorum, evet orgazm oluyormuş gibi davranıyorum ama sanki resmi ve zorunlu bir iş yapıyormuşum gibi yaptım hep.. Daha fazla detaya inmeye gerek yok; senin anlayacağın, öpüşmekten de sevişmekten de anlamayan ve karşımdaki insanı mutlu edemediğini düşünen biriyimdir ben..
........................................
 
Ay ışığının yüzümüzü aydınlattığı o deniz kenarındaki kayalıklarda, dudaklarını içime çekermiş gibi birkaç saniye öptükten ve dudaklarının sıcaklığı ile tüm üşümüşlüğümü unuttuktan sonra kendini geriye doğru çektiğini hissettim.. Dudaklarımı dudaklarından ayırdım.. Sonra sen bir adım geriye gittin.. Soğuktan burnun kırmızılaşmıştı.. Utangıçlıktan mı, yoksa sinirden mi bilmiyorum ama beyaz yüzünde kızarıklıklar vardı.. Her ikimiz de burnumuzu çektik.. Ben her zaman sümüklü biri olmuşumdur ama senin de burnunun akıyor olmasını görmek, minicik bir zaman diliminde mutlu olmamı sağlamıştı..
 
Sonra bir adım daha geriye gittin.. Buluştuğumuz zamandan bu saatte kadar neredeyse hiç gözlerime bakmamışken, burada gözlerini hiç gözlerimden ayırmamıştın.. Yalnız öpmeden önce gözlerinde minik de olsa şefkat kırıntıları görmüştüm, şimdi iyice gergin bakışların vardı.. Birşeyler söyleyecekmiş ama cümleye nasıl başlayacağını bilmiyormuş gibiydin.. Derken bir adım daha geriye gittin.. Başını denize doğru çevirip, uzaklara bakmaya başladın.. Ve sonra konuştun..
 
Ne söylediğini boşveriyorum.. Gelip sarılıp öptün mü, yoksa bir daha görüşmemek üzere vedalaştın mı, önemli değil..  
 
O zamanlar, Kadıköy kalabalıktı ve bizler, kalabalıktaki yalnız insanlardık..
Ben, susamıştım, seni buldum..
Sen, susamıştın, beni buldun..
 
 

11 Yorum:

yazının en can alıcı yerini eksik bırakmışsın.okuyucularını meraklandırmayı iyi biliyorsun...ama eğer arkası yarın yazılardan biri değilse bu,o kadın kahraman konuşmalıydı biz duymalıydık...bir şeyler eksik kaldı sanki...

 

Kelimelerle Dans ;
Merak güzel şey.. Güzel şey merak:)

 

ben okuyucularımı meraklandırmayı sevmediğim için sende de garipsedim işte.heyecanım bir anda gidiverdi yazının sonunda.hevesin kursakta kalması gibi bişi oldu işte:)

 

Valla senin, kursağının ve hevesinin sorunu.. Beni ilgilendirmez, banane:)
(Kötüyüm ben kötüyüm kötüyüm.. :) )

 

Bulmak güzel de, ya kaybedilirse... İşte o zaman ne olacak..?

Güneş siyaha, yürek isyana, cümleler sessizliğe boyanacak. İşte o zaman sorar insan kendine bulmak mı iyidir, hiç bulmamak mı? Bulup acı çekmek mi iyidir, bulmayıp umutla beklemek mi?

Aşka olan susuzluk geçer mi? Bak Şems ne diyor Mevlana'sına; "Sen nasıl bir pınarsın Mevlana'm, içtikçe daha çok susadığım..."
Aşk aslında doymak değil acıkmak, aşk aslında kanmak değil susamak, aşk aslında çölleşen dünyana suyu bulup kanamamak.

Hani bir şarkıda da diyor ya; " ...ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi..." Böyle kana kana içersin sevdayı ama sonra yine o şarkıda dediği gibi "... ekmeği tuza banıp yer gibi..." yanar ciğerinin paresi.

Ve Şems der ki; "Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı..."

Çocuk, seviyorum yazılarını.. Neden biliyor musun? Çünkü maskeleyip saklamadan olduğu gibi döküveriyorsun ulu orta.

 

ne güzel bir tondu bu insanın ruhuna işleyen... yine gözümün önünde bir kısa film oluştu... baiı da sonu da pek ala....

bi de bi de Hamiyet'in yorumunu da zevkle okudum ne hoş şeyler yazmış:)

 

Hamiyet ;
Bulmak gibi kaybetmek de güzel olabilir.. Bilirsin çünkü Mevla neylemişse güzel eylemiştir..
Ayrıca edebi yazı tadında, çok hoş bir yorum yapmışsın..Pek bir beğendim..
Övgü içeren cümlen için ise teşekkür ederim.. Sen mümkün olduğunca hicvetmeye çalış beni ki daha iyisini yapmak için uğraşayım..

bir hayal kur ;
Eğer bu yazı, seni içine çekebildiyse, benim için sevinç kaynağıdır..

 

çok güzeldi bu. hatta çok çok güzel. öykünün arasında geçmiş. ve duyarlı. sonunda bi daa görüşmediğinizi düşünüyorum ama. şimdiye dek senden okuduğum en iyi şeydi. bence sen öykü yaz. kendi gerçeklerini kurgula işteee.

:)

 

deeptone ;
Yazdığımın sonu önemli değil esasında.. Önemli olan senin gibi birinden böyle güzel cümleler duyabilmektir.. Bin yaşa sen emi..

 

böle şeler yazarsan daa çoook duyarsın ki.
:)

 

deeptone ;
İnşaallah yazabilirim..

 

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.